CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun ceza alan yönetmenlerine destek verdiği Bakur belgeseli PKK’lı teröristlerin gerçekte ne kadar insancıl hikâyelerinin olduğunu, PKK yöneticilerinin nasıl doğa dostu hümanistler olduğunu anlatıyor. Tipik bir açılım dönemi eseri olan belgesel, Türk kamuoyunun PKK’yı “anlamasını ve empati kurmasını sağlamayı" amaçlıyor. Kaftancıoğlu’nun davranışları karşısında huzursuzluk duyan geniş bir CHP kitlesi var. Ancak bu kesimlerin meseleyi doğru koymakta zorlandığı görülüyor.
Atatürkçü kesimler, CHP’nin izlediği siyasetleri kararlı bir ideolojik yönelimin sonuçları olarak değil, yönetimin gelip geçici “hataları” olarak okuma eğiliminde. Sezgin Tanrıkulu’nun ya da Mehmet Bekaroğlu’nu benimsemeyen, Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’ye af sinyallerini desteklemeyen insanların ortak özelliği, olan biteni oy alma kaygısıyla partinin siyasi çizgisinin biraz fazlaca esnetilmesinden ibaret olarak görmeleri. Meseleye böyle bakınca, sürekli sabreden, bir yönetim ve lider değişikliği halinde her şeyin iyiye gideceğini düşünen, siyasal atalet içinde bir mütevekkil Atatürkçülük ortaya çıkıyor.
Bu kesimlerde iyi anlaşılmayan konu şu; CHP, Türkiye İşçi Partisi’ni durdurabilmek ve yükselen kentli seçmen duyarlılıklarına cevap verebilmek için ortanın soluna geçmek zorunda kaldığı 1960’lardan bu yana, kendisine ideolojik bir dayanak inşa etti. 1960’lardan başlayarak solculuğun CHP tarafından yapılan tarifine göre, Atatürk ve İnönü dönemlerinin “devletle özdeşleşmiş” parti imajından kurtulmadan iktidar olma şansı yoktu. Demokrat PartiAdalet Partisi çizgisinin yanı sıra Türkiye İşçi Partisi’nin de devlete karşı halkı temsil iddiasında bulundukları bir toplumda, CHP’nin halka karşı devlet çıkarlarının partisi olma imajı, ömür boyu muhalefete mahkûm olmak demekti. Bu tespitten hareketle EcevitBaykal ekibi tarafından başlatılan “reddi miras” sürecinde, geçmişin sorgulanması ve aşılması çabaları son derece popülist, teorik olarak son derece zayıf ve yüzeysel bir zeminde yürütüldü. Böylece devletçi elitizm ile Kemalizm birbirine karıştırıldı. Halkçılık canlandırılmak istenirken altı ok sulandırıldı. Bu ideolojik sulandırma, doğal olarak parti üye ve seçmenlerinin zihinlerinde de bir duyarlılık aşınmasına neden oldu.
Siyasal partilerin işlevlerinden biri okul görevi görmeleridir. Her parti, kendi ideolojik duruşundan hareketle, dünya görüşü ve üslubunu biçimlendirdiği kadrolar yetiştirir. CHP de, son elli yıldır Kemalizm’in mirasından kurtularak, batıcı siyasetlerin sosyal demokrat biçimini her adımda daha da kararlı ve tutarlı biçimde sahiplendiği bir ideolojik dönüşüm süreci yaşadı. Bu elli yıllık dönüşüm, CHP’nin üye ve kadrolarının bilincini hem Kemalizm’in tam bağımsızlık siyasetleri hem de batı sisteminin organik bir parçası olarak, uluslararası işbölümünün dayatmaları bir arada yaşayabilirmiş gibi absürd ve eklektik bir bilince dönüştürdü. CHP’nin resmi politika olarak benimsediği, Avrupa Birliği’ne tam üye olmanın “Atatürk’ün hedefi” olduğu türünden gariplikler bu dönüşümün bilinçlerde yarattığı yarılmaya işaret ediyordu.
CHP’nin ideolojik dönüşüm süreci, kadroların bilinçlerinde bir dönüşüme tekabül ettiği kadar, dönüşüme ayak uyduramayan kadroların da adım adım kenarlara itilmesine tekabül etti. Atatürkçü CHP’liler 1980’lere kadar parti yönetimlerinde çoğunluktaydılar. 1990’ların sonlarında liberal sosyal demokratlar üstünlük sağlamışlardı. Ama parti yönetimlerinde CHP’yi yeniden kuruluş ayarlarına döndürme umudunu diri tutacak bir Atatürkçü kadro birikimi hala vardı. 2000’lere gelindiğinde Atatürkçüler CHP’nin iktidar olmasının önündeki en büyük ayak bağı olarak görülüyordu. Partinin bütün etkili konumlarından tümüyle tasfiye edildiler.
Bu açıdan Kaftancıoğlu, CHP’nin ideolojik dönüşüm sürecinin ulaştığı noktanın simgesi. Yarım asırlık ideolojik dönüşüm sürecinin içinden, her bir aşamada bir öncekinden daha kararlı ve tutarlı batıcı kadroları üreterek gelen bir geleneğin ürünü. Bu tür yöneticilere sahip olan CHP, gerçekte oy almak uğruna hatalar yapmış olmuyor, aksine bir iktidar modeli üretiyor. CHP’de kalarak Atatürkçülük’de ısrar edenlerin, bireysel seçenek olma iddialarının ötesinde ideoloji ve program düzeyinde bir karşı model üretmeleri gerekiyor. Ancak ufukta böyle bir siyasi çaba da, mecal de görünmüyor.
Aydınlık