İzmir’e girdiğimizin ikinci günüdür... Gece, Mustafa Kemal Paşa sigarasını yakmış, odanın içinde yürüyordu. Birden Fahrettin Paşa ve yanındakilere döndü: ‘Saltanat, saray, padişah, sadrazamlık Kuvvayı Milliyecilerimizin ve Ordumuz üzerine kendi saldırganalrını saldırttılar. Padişah, şimdi gelip Mehmetleri görsün caddelerde...’ Fahrettin Altay Paşa, bana şunu söylemişti: ‘O gün anladık ki, Padişahlığın da Hilafetin de sonu gelmiştir.’
Öncelikle kısa bir hatırlatma. 12 Eylül darbesinin yıldönümünü geride bıraktık. Vatan ve Dünya gazetelerinin haber müdürlüğünü yaptıktan sonra, zamanın önde gelen Tercüman gazetesinde başlamıştım. Açıkoturumlar yapıyor, yazılar yazıyordum. Tanıdığım en usta genel yayın yönetmenlerinden Güneri Civaoğlu ile beraberdik. 12 Eylül’e bir gün kala, Kemal Ilıcak, Civaoğlu ile beraberce görüşürken bana, “Taylan bir Ankara’da Demirel’le söyleşi yap bakalım, iyi olur” dediler. Acele Ankara’ya gittim. 12 Eylül’e bir gün kalmıştı. Gece saat 10’da, Güniz sokaktaki Demirel’in evindeydim. Sabaha karşı söyleşi yaptık. Demirel GAP projesi, su ve endüstri sevdalarını büyük bir heyecanla anlatıyordu. Sabaha karşı 03.00’te evden çıkarken elini omuzuma koydu. “Bak Taylan sana bir şey söyleyeyim: Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner...” demişti. Ben İstanbul’a dönerken 12 Eylül’ün adımları yaklaşıyordu. Ve gece yarısı 12 Eylül patladı. Evren gelmişti ama bir felaketi yaşayacaktı Türkiye’ye. Ama sonunda Demirel’in söylediği çıkmıştı. Keser döndü, sap döndü, o gitti, Demirel Cumhurbaşkanı oldu. O gecenin tarihi belge fotoğrafı hâlâ bendedir ve tarihi bir belgedir. “Keser döner, sap döner” sözünü yazmamdan sonra, siyasette çok kullanılan bir söz olmuştur. Gerçekten de her siyasetçinin düşünmesi gereken bir sözdür.
Gelelim, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali dönemine.
9 EYLÜL
Fahrettin Altay Paşa’nın Kolordu Komutanı olduğu süvari birlikleri, 9 Eylül günü uzak Asya’dan dört nala gelen atlılar gibi Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan İzmir’e giriyorlardı. Ve girişte, birden şehitlerimiz oldu. Akşehirli Bekiroğlu Mehmet, Antalyalı Ömer oğülu Hakkı, Nevşehirli Ahmet oğlu Seyit Ahmet isimlerindeki bu fedeakarların ruhlarını İzmir halkı oracıkta yaptırdığı bir kabirle bağrına basmıştır. Süvarilerimiz İzmir’e girdikleri vakit, pencerelerden çiçekler atılıyordu. Ve sancağımız her tarafa çekiliyordu.
KUVAYI MİLLİYE ÜZERİNE PADİŞAHÇILAR
Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ordularının düzenlenmesine başlandığı günlerde Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’daki gizli karargahında Kuvayı Milliye’yi teşkilatlandırmaya başlamıştı. Ancak, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından bir gün sonra Padişah ve Sadrazamlık, Kuvayı Milliyecilerin üzerine kendi güçlerini gönderiyorlardı. Mesela, Kuvayı Milliye’ye karşı Padişah ve Damat Ferit, Kuvayı İnzibatiye kurmuşlardı. Ve onlara törenle sancak vermişlerdi. İşte o Kuvayı İnzibatiye, şehirleri basıyor, Kuvayı Milliyecileri katlediyordu. Kuvayı İnzibatiye’nin kuruluş tarihi, 24 Nisan 1920’dir. Sonraki zamanda Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali orduları, Padişah’ın kurduğu ve İngilzlerin silahlandırmış oldukları bu birliklerce arkadan vuruluyordu.
NEMRUT PAŞA HARP DİVANI
İngilizlerin ve Padişah’ın kurdurduğu Nemrut Paşa Harp Divanı, tevkifatlara başlamıştı. Ve mahkeme kararlarında şöyle deniyordu: “Bazı eşkiyalarla birleşerek Padişah’ın sadık tebasını hile ve desise ile kandırıyorlardı....” Bu beyannamede bahsedilenler, Kuvayı Milliyecilerdi.
MÜSTEMLEKE DÜNYASI
Osmanlı İmparatorluğu devleti daha Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlayan İngiltere’ye, Fransa’ya, İtalya’ya verilen ve sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne verilen büyük imtiyazlarla, yani kapitülasyonlarla Anadolu toprakları tam bir müstemleke haline getirilmişti. Mustafa Kemal Paşa, daha önce de sözünü ettiğim gibi daha Harbiye’deyken gece toplantılarında bu müstemlekeciliğe karşı çıkıyordu. O dönem bütün Harbiyeliler, artık yeni sözler söylemeye başlamışlardı. İmparatorluğun tarım dahil bütün iktisadiyatı kapitülasyoncu devletlerin elindeydi. Onlardan izin alınmadan tütün dahi ekilemiyordu.
MÜSTEMLEKE KÖLELERİ VE ÖFKE
Bütün Afrika, İngiltere’nin, Fransa’nın, İtalya’nın ve öteki devletlerin müstemlekeleri haline gelmişti. Afrika’nın bütün yeraltı ve yerüstü kaynakalrı onların ellerindeydi. Afrikalılar sadece birer köle idi. Fotoğrafa iyi bakınız. İngiliz leydisi, hamaktadır. Afrikalı köleler hamağı taşımaktadırlar. Bu fotoğraf o zaman yayımlanan bir mecmuada çıktığı vakit Mustafa Kemal’e, gösterilmişti. Mustafa Kemal dergiyi büyük bir öfkeyle duvara fırlatarak, “Biz bu vatan topraklarını müstemlekecilerin ellerinden kurtaracağız. Ama öyle bir gün gelecektir ki, Kuzey Afrika’dan başlayan o Afrika topraklarında da müstemlekeciliğe karşı ayaklanmalar başlayacak, başlatılacaktır.” Bu sözleri dinleyenlerden birisi de, hatıratını yazdığım Fahrettin Altay Paşa’dır. Ve Mahmut Celal Bey (Bayar) de bana bundan söz etmişti.
İZMİR’E GİRDİĞİMİZ GÜN
9 Eylül günü, Süvarı Kolordusu artık İzmir sokaklarındadır. Arkasından piyade askerlerimiz, Mehmetler gelmektedir. Yalnız hem süvarilerin hem Mehmetlerin o kadar yolu kat ettikleri zamandaki sürat, herkesi hayrete düşürmüştür. Denilmiştir ki, onlar İzmir’i öyle bir özlemişlerdi ki, sanki kanatlanmış gibiydiler.
‘PADİŞAH GEL DE BAK’
İzmir’e girdiğimizin ikinci günüdür... O dönemde bütün komutanlar, savaş cephelerin rütbe almışlardı. Fahrettin Altay Paşa da tümgenaralliğe yükseltilmişti. Gece, Mustafa Kemal Paşa sigarasını yakmış, odanın içinde yürüyordu. Birden Fahrettin Paşa ve yanındakilere döndü: “Saltanat, saray, padişah, sadrazamlık Kuvvayı Milliyecilerimizin ve Ordumuz üzerine kendi saldırganalrını saldırttılar. Padişah, şimdi gelip Mehmetleri görsün caddelerde...” Fahrettin Altay Paşa, bana şunu söylemişti: “O gün anladık ki, Padişahlığın da Hilafetin de sonu gelmiştir.”
İZMİR’DE KATLİAM
İzmir işgalde bir katliamı yaşamıştı. Fahrettin Paşa’nın belgelerinden birisi, David Valder isimli bir İngiliz yazarının bir yazısını saklamış. Uzun bir yazıda şöyle diyordu: “Yunan Ordularının İzmir’e girişi dünyada büyük yankı uyandırmıştır. Yunanlılar şişinerek karaya çıkıyorlardı. Limanda ele geçen Türklere hakaret ediliyor, dövülüyor, karşı koymaya yeltenenler öldürülüyordu. Silahlar çekilmiş, meydan tam bir salhaneye dönmüştü. İki, üç saat içinde o kadar Türk subayı öldürülmüş, Türk halkının ve askerlerinin ölüleri limanı doldurmuştu. Versay’daki diplomatlar ise, yeni paylaşım planları yapıyorlardı...”
Fahrettin Paşa daha sonra Urla civarında kalan düşmanları da temizlemeye gönderilmişti.
AÇ KALAN İZMİR
İzmir’e girdiğimizin ikinci günüdür. Fahrettin Altay Paşa atının üzerindedir. Birlikleri düzenlemektedir. O sırada bir yaşlı kadın bağırır: “Vay Fahrimmm.” Bu Fahrettin Altay Paşa’nın İzmir’deki annesidir. İzmir’e girilmiştir fakat Fahrettin PAşa eve gidememiştir. Anası onu evine götürür. Paşa’nın karnı açtır. Teyzesi küçük bir tepsi içinde bir dilim ekmek, birz tuz ve karabiber ikram eder. Paşa, “Hayrola” diye sorduğunda aldığı cevap şudur: “İşte evladım düşman bizi aç bırakmıştı. Ancak bunlara kalmıştık.”
FALİH RIFKI ATAY
Nemrut Paşa Harp Divanı tarafından tevkif edilmek için aranılan Falih Rıfkı Atay İzmir’dedir. İzmir işgal altındadır. Meslek ustalarımdan Falih Rıfkı Atay, bir yazısında şöyle der: “Rüzgarlar Ege’nin dağlarından zeybek türkülerini taşırlar İzmir üzerine. Ve İzmir Türk’tür...”
Kaynakça:
Taylan Sorgun, Devlet Kavgası ve İttihat Terakki.
Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyet’e, (Fahrettin Altay Paşa’nın hatıratı).
Taylan Sorgun, Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü.
O dönemleri yaşayanların gazeteci Taylan Sorgun’a birebir anlattıkları.)