Bu yazının başlığındaki ifade bana veya bir başkasına ait olsa önemsemeniz gerekmeyebilir. Ancak, bu ifade NATO Genel Sekreteri Jens Soltenberg’e ait ise bu yazıyı dikkatle okumalısınız.

İki yıldan beri Amerika’daki tartışmaları izliyorum. Bu konuda birçok yazı ve bir kitap yazdım.

Amerika’da belki de koronavirüsten daha da önemli ve öncelikli yer alan tartışma konusu şudur:

Amerika, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurumları (BM, NATO, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü) ile beraber kurduğu, liberal ekonomiyi, serbest ticareti esas alan, kurallara dayalı dünya düzenini sürdürebilecek midir?

Yoksa bu düzen yerine, Çin odaklı yeni bir dünya düzeni mi kurulacaktır?

Mevcut dünya düzenini korumak için Amerika ne yapmalıdır?

Mevcut düzen revize edilerek mi korunmalıdır? Nasıl revize edilebilir?

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde küresel üretimin yarısını gerçekleştiren Amerika, zaman içinde bir tüketim topluluğuna dönüştü, günümüzde bu ülkenin üretim kapasitesi yüzde yirmi civarına düştü.

Çin ise mevcut liberal ekonomik düzenin ve serbest ticaretin avantajlarını kullanarak küresel üretim merkezi haline geldi, gelişti, güçlendi, büyüdü ve küresel liderliğe adaylığını koydu. Günümüzde, mevcut düzen Çin’in lehine çalışmakta, hem ABD hem de AB, Çin ile ticarette büyük açıklar vermekte.

Çin, bu yükselişinde, otoriter rejimin planlama ve yönlendirme gücünü, liberal ekonominin avantajları ile harmanlayarak kullandı.

Küreselci Biden, Amerika’yı yeniden dünya lideri yapmak, dünya düzenini korumak iddiası ile iktidara geldi. NATO’ yu kendi güvenliğinin kalbi olarak gören ve ittifakları güçlendirmeyi esas alan Biden’ın karşısında, revizyonist güçler olarak tanımladığı iki önemli devlet var, Rusya ve özellikle de Çin.

Bu hatırlatmadan sonra gelelim yazının başlangıcına.

Bir önceki yazımda, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in, uzmanlar grubuna NATO 2030 başlıklı bir rapor hazırlattığını, bu raporun dışişleri bakanları toplantısında görüşüldüğünü, liderler zirvesinden sonra da NATO’nun yeni stratejik konseptini oluşturacağını yazmıştım.

Stoltenberg, raporu yazan uzmanlar grubuna verdiği yemekte, yaptığı kısa konuşmada şu hususlar dikkati çekti:

NATO 2030 projesinin üç önceliği vardır;

Güçlü bir askeri ittifak olmaya devam etmek,

Politik olarak daha güçlü olmak,

Daha küresel bir yaklaşım benimsemek.

Üçüncü önceliğe dikkat etmemiz gerekir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kuzey Atlantik coğrafyasının güvenliğini sağlamak için kurulan bu ittifak, artık küresel görevleri olan askeri bir güce dönüşmektedir.

Genel sekreter konuşmasında, Çin’in yükselişini küresel bir meydan okuma olarak tanımlamakta; Çin’in küresel güç dengelerinde, uluslararası düzende ve güvenlikleri karşısında etkileri olduğunu vurgulamakta ve NATO’nun kurallara dayalı dünya düzenini savunma sorumluluğu olduğunu açıkça ifade etmektedir.

O halde, bu noktada sorulması gereken kritik soru şudur; Amerika, askeri bir güç olan NATO ile uluslararası dünya düzenini NASIL savunacaktır?

SON SÖZ:

Yazımda, Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurduğu dünya düzeni içinde NATO’nun da bu düzenin bir kurumu olduğunu ifade etmiştim.

Önümüzdeki süreçte, Amerika’nın kurduğu bu dünya düzenini Rusya’ya ve özellikle de Çin’e karşı savunmak, NATO’nun askeri gücünün öncelikli görevini oluşturacaktır.

Bu amaçla, Çin’in yükselişinin dizginlemesi için Çin’i küresel liderliğe yükseltebilecek Kuşak Yol İnisiyatifi’ni, farklı coğrafi bölgelerde, NATO’nun özel birlikleri ve istihbarat birimleri ile engellenmesi gerekebilecektir.

NATO üyesi olduğu için doğal olarak Türkiye’den de askeri gücü ile bu öncelikli hedefe katkısı istenecektir.

Bu noktada sorulması gereken soru şudur; gittikçe küresel bir askeri güce dönüşen NATO’nun dünya düzenini koruma öncelikli görevi Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarına uygun mudur?

Türkiye, NATO üzerinden sürdürülecek ABD ile Çin arasındaki bu güç mücadelesinde taraf olmalı mıdır?