Atatürk’ün devlet yapısını oluştururken Hitler ve Mussolini’den esinlendiğini iddia eden Barlas, yazısında şu ifadleeri kullandı:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Atatürk’ün vefatına kadar yani 1938’in Kasım ayına kadar çok büyük bir değişiklik geçirmediği kesindir. Sadece o yıl Anayasaya CHP’nin 6 Ok’u da yerleştirilmiş ve herhalde Mussolini İtalya’sından ve Hitler Almanya’sından esinlenilen PartiDevlet yapısı oluşturulmuştur”
Oysa gerçekler Barlas’ın yazdığının tam tersi. Atatürk, yaşadığı dönem Avrupa’da dikta rejimlerinin doğmasına rağmen Türkiye’yi çok partili demokratik sisteme götürmek için elinden geleni yapmıştır. Hakimiyetin yalnızca millete ait olduğunu her defasında belirten Atatürk demokrasi adı altında vatan hainliği yapanlara da müsamaha göstermemiştir.
Tarihçi yazar Orhan Çekiç, daha önce yayınlanan “Atatürk diktatör müydü” başlıklı yazısında bakın neler anlatıyor…
DEVRİMLER OLAĞAN DIŞI HALLERDİR
“…Bir liderin diktatör olup olmadığını anlamak son derecede kolaydır. Bunun için Anayasaya bakıp, liderin yetkilerinin neler olduğunu incelemek yeterlidir. Atatürk’ün bir cumhurbaşkanı olarak yetkileri son derecede kısıtlıdır. Kaldı ki, bir ülkenin dikta ile yönetilip yönetilmediğinin tek ölçüsü, o ülkedeki siyasal partilerin sayısı olamaz…Bir ülkede birden çok parti mevcut olabilir fakat iktidar çıkarttığı yasalarla muhalefeti öylesine işlemez hale getirebilir ki, sonuç bir diktatörlükten farksız olabilir.
Bu konudaki daha sağlam ölçüt, liderin parlamentoyu kapatma yetkisi olup olmadığıdır. Zira genel olarak tüm diktatörlüklerde, görünürde de olsa bir Meclis vardır ama,. diktatörün de o meclisi feshetme yetkisi de vardır. Oysa Atatürk’ün TBMM’ni feshetme yetkisi yoktur. Tüm yetkileri Anayasada açıkça belirtilmiştir ve bu yetkilerin dışına çıkamaz, yaşamı boyunca da çıkmamıştır.
Atatürk’e “diktatördü” yaftasını takanlar, eleştirilerini genel olarak şu noktalarda yoğunlaştırırlar:
• “Atatürk Tek Adam’dı. Bu kesinlikle “dikta” demektir.
• Ayrıca muhalefeti tümüyle tasfiye etti.
• Hukuk dışı olan İstiklâl Mahkemeleri’ni kurdurdu.
• En yakın silah arkadaşlarıyla birer birer yollarını ayırdı.
• Basını susturdu. Gazetecileri hapse attırdı. Eleştirilerin üzerine çok sert gitti.
• Reformları zorla, halkın bu konuda bir talebi yokken, tepeden inme yaptı.
Literatürde, bunun adı diktatörlük rejimidir. ”
Atatürk’e diktatör diyenler, işte daha çok bu noktalardan hareket ediyorlardı. Oysa tümüyle yanılıyorlardı.
Devrimler, olağan dışı hallerdir. Devrimi yapanlar ancak hedeflerine vardıktan sonra, yaşam koşulları normale döner. Aksi halde devrim tehlikeye girer.
Uygulamada devrim önderleri arasında bir görüş ayrılığı doğar da, yönetimde çatlak oluşursa, hatta devrim kendi evlatlarını bile yiyebilir. Örneğin Fransız Devrimi’nde bu yaşanmış, devrimin öncülerinden olan ve idam cezasının kaldırılmasını savunan hukukçu ve siyasetçi Maximillion Robespierre yol arkadaşlarıyla ters düşmüş ve giyotinde idam edilmişti.
Kaldı ki bu gerçek, gelmiş geçmiş tüm devrimler ve ihtilâller için de geçerlidir.
Liderlik paylaşılmaz…
Mustafa Kemal, devrimin, üstelik seçimle gelmiş bir lideridir. O nedenle elbette Tek Adam’dır. Eşyanın tabiatı budur ve liderlik paylaşılmaz.
O nedenle, 5 Temmuz 1919 günü, Erzurum Kalesi’nde gizli bir “hücre toplantısı” yapılmıştı. İşte bu toplantıda gizli oylama yapılmış ve oybirliğiyle Mustafa Kemal Paşa “Harekâtın Lideri” seçilmiştir.
Oylama öncesinde alınan kararla ise, herkes, kayıtsız şartsız, lider seçilecek olan kişinin emrinde olacaklarını beyan ve kabul etmişlerdir.
Bu gizli oylamaya katılanlar: Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa, Rauf Orbay, Erzurum Valisi Münir Akkaya, İzmit Mutasarrıfı Süreyya Yiğit, Alb. Kâzım Dirik, Bnb. Hüsrev Gerede, Mazhar Müfit Kansu idiler.
Millet İradesi…
Samsun’a çıkmasını takip eden daha ilk günlerden itibaren, daima “halk iradesini ” öne sürüyordu. Oysa diktatörler kendi iradelerinden başka irade tanımazlar.
Örneğin, 25 Mayıs’tan itibaren Havza’daydı. Ülkenin dört bir yanında, İzmir’in 15 Mayıs günü haksız olarak işgal edilmesini protesto eden mitingler düzenlenmekteydi. Bunları yönlendirenin Mustafa Kemal Paşa olduğu anlaşılmıştı ve bu doğruydu.
4 Haziran 1919 günü Harbiye Bakanı Turgut Paşa, İngilizlerin de baskısıyla gönderdiği telgrafla, bu mitingleri durdurmasını emretmişti.
Mustafa Kemal’in verdiği yanıt dillere destandı:
“Millî Tezahüratı önlemek ve engellemek için, nefsimde ve hiç kimse de kudret ve takat göremiyorum. Üstelik bu toplantılara engel olmanın yol açacağı olaylar karşısında sorumluluğu kabul edebilecek ne kumandan, ne bir il yöneticisi, mülkî amir, ne de hükümet tasavvur ederim…” diyordu.
Halkın iradesi bir kere sokağa döküldü mü, hiçbir güç onun önünde duramazdı. M.Kemal buna samimi olarak inanıyordu.
Oysa bir diktatörün topluma bakış açısı bu olamaz. Diktatör millet iradesini değil kendi iradesini egemen kılmanın peşinde olur.”