Bütün hayatımda Gökalp kadar bir maksada, bir gayeye hizmet etmeyen veya yönelik olmayan sözleri söylemekten kaçınan bir adam daha görmedim. Ziya Bey söz söylerken mutlaka bir fikir yaymak, bir şey telkin etmek için söylerdi. Mizahtan çekinirdi, eleştiriden hoşlanmazdı, alaya kızardı

YUSUF AKÇURA

İttihat ve Terakki Genel Merkezi Selanik'ten taşındığı zaman Ziya Bey de İstanbul'a geldi. Ziya Bey'in İstanbul'da ilk çalıştığı sahalardan birisi Türk Yurdu olmuştur.

O zaman Türk Yurdu'nun müdürü bendim. Gökalp'le birinci defa şair Celâl Sahir Bey'in bir akşam yemeğinde tanıştım. O akşamdan itibaren Ziya Bey, Türk Yurdu mecmuasının daimî yazı kurulundan oldu. Birkaç hafta sonra Türk Yurdu'nun idare heyeti üyelerinden bir zat istifa etti. Yerine Ziya Bey seçildi. Bu suretle Balkan Harbi arifesinden Cihan Harbi başlangıcına kadar Gökalp, Türk Yurdu'nun idare heyetinde azalık ve Türk Yurdu mecmuasında daimî yazarlık etti.

Gökalp Ziya Bey'in vefatıyla Türk Yurdu büyük çocuklarından birisini kaybettiği gibi, Türk Yurdu fikir ailesi de en kıymetli uzuvlarından birisini zayi etmiştir.

Ziya Bey'in üstüne aldığı her işte gösterdiği samimiyet, sebat ve gayret Türk Yurdu'na ait mesaisinde de görülürdü: Mecmuanın her nüshasına bir makale veya şiir yetiştiriyor ve idare heyetinin her toplantısına muntazaman geliyordu. Yurt'ta basılan yazıların hepsinde büyük ve müstesna zekâsının damgası seçilirdi. Ziya Bey'in Türk Yurdu yazarlığı mecmuanın canlı bir devresine tesadüf ettiği gibi Ziya Bey de o zaman yazarlığının en taze, en zinde, en kuvvetli çağındadır: "Gökalp" imzası üstünde okunan manzum veya mensur eserlerin cümlesinde bir yenilik vardı. İşitilmemiş, okunulmamış, hatta düşünülmemiş fikirler sade, yalın, hususî ve kudretli bir üslupla ifade olunuyordu. Ziya Bey henüz tekrar ve yinelemelere ihtiyaç duymuyordu.

Türk Yurdu'nun idare heyeti toplantılarında Ziya Bey çok söz almazdı. Söz aldığı zaman kısa ve biraz muammalı söylerdi. Fakat söylediklerinde boş, lüzumsuz ve bilhassa maksatsız bir söz, hatta bir kelime bulunduğunu hatırlamıyorum. Bütün hayatımda Gökalp kadar bir maksada, bir gayeye hizmet etmeyen veya yönelik olmayan sözleri söylemekten kaçınan bir adam daha görmedim. Ziya Bey söz söylerken mutlaka bir fikir yaymak, bir şey telkin etmek için söylerdi. Mizahtan çekinirdi, eleştiriden hoşlanmazdı, alaya kızardı.

SOSYOLOJİYİ İLİM GÖRÜRDÜ

Balkan Muharebesi'ni takip eden kışta Ziya Bey hemen her sabah Türk Yurdu idarehanesinin üstünde bulunan odama gelir, öğleye değin oturur, bana geçmiş hayatını, dönüşümlerini, intihar vakasını, dinî, estetik, tarihî, hukukî, iktisadî, siyasî kendi deyimiyle "içtimaî"(1) düşüncelerini anlatırdı. Hikâye ve görüşlerini dinlerken bana öyle gelirdi ki Ziya Bey iki maksat takip ediyor: Birisi müzakere ve münakaşayla fikirlerini daha açık ve sabit bir şekle koymak, diğeri esas fikirlerini bana da kabul ettirmek. Münakaşaların sonunda bazen fikirlerimizin uyuşmadığına şahit olurduk… Asıl görüş ayrılığını doğuran, mevzulardan ziyade dimağlarımızın tabiî eğilimiydi. Zannederim onun kuvvetli zekâsı çok terkibî(2) ve akidevî(3) idi. Benim çatlak kafam tahlil ve eleştiriye eğilimlidir.

Gökalp Ziya Bey "ictimaiyat"(4) diye bir ilim tasavvur ediyordu. İctimaiyat'ın ilmiyetine toz kondurmak merhumun çok canını sıkardı. Mukaddes kitapların tarihî olgulardan çıkardıkları hükümlerle veyahut ta Tukididis ve Polibios'tan başlayarak İbni Haldun, Vico, Montesquieu, Buckle, Hegel vesairenin yine tarihî olgulardan çıktığına kani oldukları kanunlar ile ictimaiyat'ın kanunları arasında esas itibariyle fark görmemek, işte bu dava Ziya Bey'in hiç hoşuna gitmezdi. O isterdi ki ictimaiyat mutlaka yeni bir ilim olarak kabul olunsun. Zaten İbni Haldun da, onun izinden giden Vico da tarihî olgulardan çıkarılmış kanunlar sistemine yeni ilim (science nuovo) namını vermişlerdi…

Bir zamanlar Ahmed Rıza Bey(5) Auguste Comte'un pozitivizmine, Prens Sabahaddin le Play ve Demolins'in mesleki ictimaî'sine dayanarak Osmanlı toplumunu ıslah etmek ve ilerletmek istedikleri gibi, Gökalp Ziya Bey de Durkheim'in sosyoloji esasları üzerine yeni Türk cumhuriyetini kurmak emelindeydi. Ziya Bey'in bu düşüncesi sonraları gerçekliklerle karşılaştıkça genişlemiş, munisleşmiş, hayatileşmiş, evvelki teorik ve kitabî halini kaybetmiştir.

Ziya Bey'in Türk Yurdu'nda yayımlanan yazıları, mecmuanın "edebiyat" faslına giren şiirleri ile bilhassa çocuk şiirleri ile "ictimaiyat" faslına giren makaleleridir. Cermen romantikleri ile onları taklit eden Slav romantikleri 19. asrın başlarında ırkî folklorlarından yazılı edebiyat doğurtmuşlar ve böylece klasik folklora dayalı edebiyata karşı bir tepki ortaya koymuşlardı. Grimm'in çocuk hikâyeleri, Nibelungen, Sláva Kızı,(6) Puşkin'in Ruslan ve Ludmila'sı bu nevi eserlerin derhal hatırıma gelenleridir. İşte Gökalp Ziya Bey Türkiye'de zannederim ilk defa olarak bu çığırı açmış ve büyük başarıyla birçok örnekler vermiştir.

Ziya Bey'in Türk Yurdu'nda çıkan ictimaî makalelerinden en mühimleri "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" unvanı altındaki makaleler silsilesidir ki Yurd'un üç cildinde devam eder. Gökalp o zamanlar Türk Yurdu okurlarına bilhassa bu üç umdeyi, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak umdelerini telkin etmek istiyor. Ziya Bey, sonraları bu üçüz umdesini "Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Avrupa medeniyetindenim" şekline koyarak daha akidevî bir tarzda ifade etti. Yazar, bu makalelerinde ahlak, din, hukuk, iktisat, tarih ve siyasete temas eder. Fikirlerini okurlarına ya müspet olguların nakli veyahut mutlak hakikatlerin ifadesi tarzında bildirir. Bazı cümleler kat'î emirleri ihtiva eden hükümler veya düsturlar şeklindedir. Bu makaleler silsilesinin özeti sonradan bir kitap halinde yayımlandı.

Kaynak Yayınları, Akçura ve Gökalp'in bazı kitaplarını bastı.

DOĞULU BİR ŞEYH

Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak… Türkçülerin faaliyetinde bir veçhe mahiyetini haiz olan bu üçüz umdenin asıl babası Hüseyinzade Ali Bey'dir. Salt siyaset sahasında biri diğerine ters gibi görünen Türklük, İslamlık ve Osmanlılık (Tanzimat) siyasetlerinin, bu üç tarz siyasetin uzlaştırılabilir olduğunu Ali Bey iddia etmiş ve Füyûzât'ın 10 Temmuz İhtilali'nden(7) evvel çıkmış nüshalarından birinde "Türklük, İslamlık ve Avrupalılık" gayelerinin birleştirilerek elde edilmesini tavsiye eylemişti. Bununla beraber, bu üçüz umdeyi asıl yaşatan, Türkçülere iyiden iyiye benimseten, Gökalp Ziya olmuştur. Hüseyinzade Ali Bey'de basit ve sezgisel bir ifadeden ibaret kalan bu esaslı fikirler Ziya Bey tarafından çok işlenmiş, çok derinleştirilmiş ve genişletilmiş ve yalnız onun yazılı ve sözlü telkinleri sayesinde bugünkü kıymet ve ehemmiyetini kazanmıştır.

Gökalp, dehayı tarif ederken ziyayı toplayan ve aksettiren aynalara benzetirdi. Deha, etrafında belirsiz ve dağınık uçuşan fikirleri, hisleri, emelleri toplar, onlara açık, belirli ve bariz bir şekil verir, bir ifade verir ve bu suretle zaten muhitinden aldığı fikirleri, hisleri ve emelleri açık, belirli ve bariz şekliyle yine muhitine telkin ederek fikirleri ve şahısları etrafına toplar ve yürütür. Gökalp Ziya Bey kendisinin bir dâhi olduğuna kani idi ve bu usulle hareket ediyordu. Dehânın mutlak bir tarifini bilmiyorum. Gökalp'in tarifi, ihtimal isabetli bir tariftir.

Bazılarının dediğine göre büyük zekâların ve en büyük zekâ demek olan dehaların ayırıcı vasfı, fikri fiil haline dönüştürebilmektir. Ziya, bilhassa talim ve telkin, daha doğrusu aydınlatma ve yol gösterme sahasında bu kudrete sahipti. Diyarbekir'den, Asurîler ve Keldanîler zamanından beri esrar ve tasavvufla dolu bu Doğu diyarından gelen Gökalp'te, daima Doğulu bir şeyh hali vardı. O, bilmem irsî, bilmem ananevî bir kuvvet veya ilimle fikirlerini ruhlara nüfuz ettirmek, ruhları fikrinin nüfuzu altına almak, tilmiz ve mürit toplamak hassasını haizdi. Merhumun fikirleri bugün birçok gençlerin dimağında yaşıyor. Yakın bir mazide İstanbul ve Türkiye'nin aydın tabakasından, Gökalp kadar şakirt ve mürit toplamış bir üstat, bir mürşit bilmiyorum…

Ziya Bey, "ictimaiyat"ın yaratıcısı Auguste Comte'a uyarak tarihin varlık hakkını inkâr eder gibiydi. Ona göre, tarih, ictimaiyat içinde erimeliydi. Tarihî olguları, ancak ictimaî kanunları izah ve ispat için kullanırdı. Tarihin bir ilim halinde tamamlanması ve düzenlenmesi emeline, ictimaiyat ile iç içe girmesi ihtimalinden dolayı hoş bakmazdı.

Siyasî iktisadı da ictimaiyatın hususî bir faslı gibi görürdü. Adam Smith ve takipçilerinin ihtiyaç ve fayda esasları üzerine kurulmuş iktisat sistemlerini kabul etmek istemezdi. Dolayısıyla aynı prensipten hareket eden Karl Marx'ın sistemine de muhalifti. Ekonomistlerin de, sosyalistlerin de fikirlerini, sistemlerini redde çalışırdı. Onun nazarında iktisadî meselelerin mastarı, ihtiyaç ve fayda gibi uzvî ve maddî şeyler olmayıp "ictimaî kıymet" kavramıydı. Bu görüş maddiyet tarihine, mesleğine ve ona dayalı iyimser veya kötümser iktisadî teorilere elbette karşıydı. Ziya Bey, Durkheim gibi iktisadî meselelerden "işbölümü" (taksimi a'mal) meselesiyle çok uğraşmıştır. Meslekî teşkilatların lüzumuna inanıyordu. Buradan, yani meslekî teşkilatlanma meselesinden meslekî temsil meselesine geçerek devlet teşkilatında meslekî temsil usulünü destekler ve müdafaa ederdi. Bu suretle siyaseti iktisat üzerine kurarak sosyalistlerin usullerine yaklaşıyordu.

HAKİKİ BİR FİLOZOF

Zannediyorum ki Ziya Bey iktisadî meseleleri asıl iktisadî olgu veya eserlerden ziyade ictimaiyatla alakalı eserlerden incelemiş ve değerlendirmiştir. Biraz olgularla meşgul olmuşsa da aklî muhakemelerle çıkarımlara daha çok ehemmiyet vermiştir. Zaten genel olarak Gökalp'in metodu tümevarımsal olmaktan ziyade tümdengelimseldir. Gençliğindeki fikrî ve ruhî terbiyenin tesirinden tamamen kurtulamamıştır. Bergson'dan da kuvvet alarak sezgiyi ilmin en kuvvetli bir vasıtası sayardı. Hatta tasavvuftaki manasıyla "keşf"i dahi inkâr etmiyordu sanırım. Ziya Bey belirli ve sınırlı mevzular üzerinde çözümlemeli, eleştirel, deneysel ve tümevarımsal usullerle çalışmaya, geniş bir sahada sezgiye, tümdengelime ve muhakemeye dayalı hükümler vermeyi, sistemler kurmayı tercih ederdi. Bu bakımdan Gökalp, hakikaten bir filozoftur.

Gökalp Ziya Bey, bana daima 19. asır başlarının şöhret kazanan sistemci, mutasavvıf ve şair Alman filozoflarını, bilhassa Schelling ve Fichte'yi hatırlatır. Gökalp'in milliyetçilik, Türkçülük vadisindeki faaliyeti, eğitime, üniversiteye, propagandaya, iktisadî ve siyasî meselelerin teorik ve pratik yönlerine verdiği kıymet ve ehemmiyet Fichte'nin Prusya'daki faaliyetine ne kadar benzer!

Fichte de Gökalp gibi iktisatla alakalı meseleleri aklî, felsefî muhakemelerle halle çalışır. Fichte'nin felsefî sisteminde idealist bir iktisat faslı vardır. Fichte'nin siyasî iktisadı feragate, vazifeye, ferdî menfaatin cemiyet faydası uğrunda feda olunmasına dayanır. Bu sistemde ferdin menfaati, hukuku feda olunmuş, her fayda, her hak cemiyete verilmiştir. Bu bakımdan Fichte sosyalisttir. Fakat o zaman bilinen sosyalizm mekteplerinden hiçbirisine tamamen iştirak etmez, kendine göre bir nevi idealistsosyalisttir.

Türk Yurdu Dergisi

FERDİYETÇİLİĞİ RED CEMİYETÇİLİĞİ KABUL ETTİ

Gökalp "Hak yok, vazife var; fert yok, cemiyet var" der. Ferdin "fenâfilcemiyet" veya "fenâfilmillet" olmasını vaaz eder. Bu suretle ferdin hakkını, ferdin menfaatini inkâr ederek ferdi cemiyet veya millet içinde erimeye, fenaya davet eyleyerek ferdiyetçiliği (individüalizmi) red, bunun zıddı olan cemiyetçiliği (sosyalizmi) kabul eylemiş demektir. Hatta tasavvufî bir terimle söylenen "fenâfilcemiyet" fikri sosyalizmin nihayetine kadar gider. Fakat Ziya Bey, bugün en ziyade bilinen ve muteber olan ve mensupları tarafından ilmî diye iddia olunan Marx'ın sosyalizm ve komünizmine karşı ve muhaliftir. Çünkü Marx'ın mektebi idealist bir prensipten değil, tıpkı Smith ve takipçileri gibi materyalist bir prensipten gelişmiştir.

Yukarıdaki acele, yüzeysel ve basit gözlem ve tahlillerden Gökalp Ziya Bey'in fikir adamı olarak bir şair ve bir filozof olduğu anlaşılıyor. Zaten felsefe, şiire uzak değildir. Anatole France, felsefeye ilmin şiiri diyordu.

Gökalp Ziya Bey'i iş adamı olarak bir şeyh, bir mürşit sıfatıyla yüceltmekte tamamen haklıyız. Hakikaten bugünün Türk gençliğini bulunduğumuz zaman ve mekânda en hak bir tarikata, Türk milliyetçiliği tarikatına sokan bilhassa onun yol göstermeleridir.

Gerçi Türkçülük ve Türkçüler Ziya Bey'den evvel vardı. Fakat o içimize gelip girince, mesleğimiz birdenbire çok kuvvetlendi ve Gökalp Türkçülük harekâtında merkezî bir noktayı işgal etti. Bir taraftan fikir cereyanını idare ettiği gibi, diğer taraftan pratik sahalarda, mesela salt siyaset ve eğitim sahalarında dahi etkili oldu.

***

Ziya Bey daha Baytar Mektebi'ni bitirmeden, siyasî fikirlerinden dolayı memleketi olan Diyarbekir'e sürülmüştü. Meşrutiyet'in ilanından sonra bu çok büyük fikir kuvvetini seçerek ve takdir ederek bir vilayetin sınırlı muhitinden memleketin geniş sahasına çıkarmaya çalışan ve başarılı olan Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey olmuştur.

Diyarbekirli Ziya Bey, Selanik ve İstanbul'da çok gelişti ve tanıdığımız "Gökalp" oldu. Türklere Türk yurdunu kazandıran müncîmizdir ki Türk Yurdu'na da Gökalp'i kazandırmıştır. Bu bakımdan Türklük mefkûrecisinin hatırasını saygıyla anarken Türklük müncîsine de şükran ve minnettarlık borcunu ödemeliyiz.

Ankara, 15 Teşrinisanî 1340 [15 Kasım 1924]

Akçuraoğlu Yusuf

DİPNOTLAR:

(*) Akçuraoğlu Yusuf, "Gökalp Ziya Bey Hakkında Hatıra ve Mülahazalar", Türk Yurdu, Kânunuevvel 1340 (Aralık 1924), c.1, sayı 3, s.156162. Yeni yazı basımı için bkz. Türk Yurdu, Tutibay Yayınları, c.8 (151), sayı 1643, Ankara, 2001, s.8688. Ayrıca bkz. François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri/ Yusuf Akçura (18761935), 2. basım, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Ekim 1996, s.185187.

(1) İçtimaî: Sosyolojik, toplumbilimsel. (Y.N.)

(2) Terkibî: Sentetik; bireşimsel. (Y.N.)

(3) Akidevî: Doktriner; öğretisel; dogmatik. (Y.N.)

(4) İctimaiyat: Sosyoloji, toplumbilim. (Y.N.)

(5) Türk Yurdu'nda "Ahmed Ziya Bey" yazılıdır. Ancak doğrusu "Ahmed Rıza Bey" olmalı. (Y.N.)

(6) Ján Kollár'ın Slávy dcera adlı eseri. (Y.N.)

(7) Jön Türk (İkinci Meşrutiyet) Devrimi (10 Temmuz 1324 [23 Temmuz 1908]). (Y.N.)

Çevriyazı ve sadeleştirme: Kurtuluş Güran