Batı medeniyetinin ırkçı kökenleri, kendisine kaynak olarak gördüğü Eski Yunan’a kadar uzanır. Aristoteles, “Barbarların”, tabiatları itibarı ile köle ruhlu, Yunanlıların ise özgür ruhlu olduğunu yazar. ‘Yunanlılar dışındaki herkes’ olarak görülebilecek Barbarlar, yine doğuştan gelen bir özellik olarak güçlü kuvvetli bir fiziksel yapıya sahiptirler ve özgür olmayı değil, despot efendiler tarafından yönetilmeyi arzu ederler.

IRKÇILIK PASTASININ MALZEMELERİ

‘İnsan karakterinin, doğa koşullarının dolaysız bir sonucu olduğuna’ dair Yunan determinizmi bu metinlerde açıkça görülür. Şöyle yazar Aristoteles: Soğuk iklim insanlarının hissiyatı çok kuvvetlidir ama yetenek ve zekaları kıt olur ve başka insanları yönetme melekeleri eksiktir. Asyalıların zekaları ve yetenekleri vardır ama ruhları kıttır, bunun için köle olmaya uygundurlar. Yunanlılar ise her iki iklimin ortasında yetişmişlerdir ve her bir özelliğin en uygun bileşimine ve yönetici olma vasfına sahiptirler. ‘Politikos’ idealine bağlılıkları da bu yüzdendir.

Roma İmparatorluğu, Eski Yunan’ın tam tersi bir tablo çizer. Devrin ekonomik ve sosyal özellikleri gereği kölelik kurumu var olmakla beraber, köleler ve efendiler arasındaki ayrım biyolojik esaslara dayanmaz. İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden gelen ve Romalı olmayan insanlar da yönetici sınıflarda yer alabilir. Hatta, MS 193’te tahta çıkan İmparator Septemus Severus, imparatorluğun Afrika topraklarında, bugünkü Libya’nın Hums kentinde doğmuş bir siyahtır.

Ancak, Batı medeniyeti köklerini Roma’da değil Eski Yunan’da bulmayı “tercih etmiştir”. Hatta denilebilir ki Batıya özgü bir düşünce olarak modern ırkçılık üç büyük amilin zihniyet bileşimi sonucu ortaya çıkar: Eski Yunan, Hristiyanlık ve Aydınlanma. Irkçılığı bir yaş pasta gibi düşünecek olursak, bunlar da pastanın tabanı, dolgu malzemesi ve kremasına benzetilebilirler.

HRİSTİYANLIĞIN IRKÇILIĞA KATKISI

Hristiyanlığın ırkçılığa katkısı Yahudi düşmanlığıdır ve aslına bakarsanız ilk emarelerini vermesi için üç yüz yıl geçmesi gerekmiştir. Yahudilerin şeytanla işbirliği yaptığı inancı MS 4. Yüzyılda Bizans’ta başlar. Ancak bu inanış biyolojik temellere dayandırılmadığı gibi, Yahudiler üzerinde fiili bir sonucu da olmamıştır.

Erken dönem ırkçılık olarak tasnif edebileceğimiz tarzda bir Yahudi düşmanlığı ise ilk olarak MS 11. Yüzyılda görülür. Birinci Haçlı Seferinden bir yıl sonra, 1096 yılında Fransa, Almanya ve tüm Avrupa’da Yahudi katliamları yapılır. Eski Yunan’da Barbarları (Öteki’yi) düşman ve aşağı gören düşünce, bu sefer Yahudilere karşı tezahür etmiştir.

Aslında yüzlerce yıldır var olan Yahudi düşmanlığının kuvveden fiile geçmek için bu tarihi bulması hiç de tesadüf sayılmaz. Haçlı Seferleri, görünüşte kutsal bir gaye uğruna yapılıyor olsa da, asıl maksat Müslüman Doğu’nun zenginliklerinin yağmalanması idi. Bu işin organizatörü olan monarşi ve kilise, aynı motivasyonu, Batı’nın “iç zenginlikleri” için de kullanmıştır.

Avrupa’nın büyük tefecileri olan Yahudiler, uzun süredir krallara ve kiliseye borç veriyorlardı. Ortadan kaldırılmaları hem eski borçların silinmesi hem de mevcut servetlerine el konulması anlamına geliyordu. Bu sebepten ötürü, kilise ve saray Yahudi kırımı üzerinde ittifak etmiş, katliamın sözde dinsel gerekçelerini üreten Kilise, Yahudi düşmanlığını (ve ırkçılığı) kurumsallaştırılmıştır.

HİLALDEN HAÇA İBERYA

Haçlı seferleri döneminin önemli bir sonucu İber Yarımadasındaki 700 yıllık Müslüman hakimiyetinin son bulmasıdır. Son Müslüman kalesi Granada’nın düşüşünden hemen sonra, Katolik krallığın ilk işi Yahudileri İspanya’dan sürmek oldu. Ferdinand ve Isabella’nın imzaladığı sürgün fermanı 31 Mart 1492 tarihlidir. Yahudilerin büyük bölümü Osmanlı Devleti’ne ve diğer Müslüman bölgelere sığınırken, az sayıda Yahudi din değiştirerek İspanya’da kaldı.

Conversos olarak bilinen bu insanlar yüzlerce yıl temel haklardan mahrum yaşamıştır. Çünkü pek çok sosyal statü ve kamu görevi için “kan saflığı sertifikası” (limpieza de sangre) istenmiştir. Örneğin belediye meclisine veya bir esnaf örgütüne üye olmak için, ya da mesela bir devlet dairesinde memur olmanız için damarlarınızda Yahudi kanı olmadığını ispat etmeniz gerekmektedir. 1870 yılındaki bir kanunla kaldırılsa da 1960’lara kadar varlığını sürdüren bu uygulama, biyolojik ırkçılığının ilk sistematik örneklerinden biridir. Haftaya devam edeceğiz.


Aydınlık