Komplo teorilerine büyük iştahla kafa yorup inananlar için çok verimli günler yaşadığımız bir gerçek. Her yerden, kitaplardan, filmlerden, gizlice kaydedilmiş görüntülerden ve sosyal medya hesaplarından bol malzeme yağıyor çünkü.
Başrolünde Mel Gibson’ı gördüğümüz, Richard Donner’ın yönettiği 1997 yapımı “Komplo Teorisi” filmi, bu sahanın şahikasını oluşturur örneğin. Dünyada yaşanan pek çok felaketin hükümet komplosu olduğunu savunan film, ABD başkanının Türkiye ziyaretinde büyük bir deprem yaşanacağını ve bu depremin “doğal” nedenlerle gerçekleşmeyeceğini iddia eden sahnesiyle gündemimizi uzun süre meşgul etmiş, iki yıl sonrasında da İzmit depremi yaşanmıştı. Bugünlerde, tüm dünya koronavirüs tehdidi altındayken ve salgın hızla yayılırken kendinden çok söz ettiren film ise “Salgın” (Contagion).
2011 yılında sinemalarımızda da gösterime giren Steven Soderbergh imzalı Birleşik Arap EmirlikleriABD ortak yapımı film, Hong Kong’ta (gene Güney Çin!) bir pazardan yayılan virüsün dünyaya etkilerini farklı karakterlerin öyküleri üzerinden anlatıyor. Kate Winslet, Marion Cotillard, Kate Winslet, Matt Damon, Jude Law, Laurence Fishburne gibi bir filme tek başına damga vuracak isimlerin yer aldığı “Salgın”, tam Soderberhg’e uygun bir kurgu anlayışıyla olayların “ikinci günü” başlıyor ve yaklaşık 135 günlük bir süreçten sonra “birinci güne” dönerek bitiyor.
Steven Soderbergh
EL SIKIŞMAK VE TEMAS YOK
Filmdeki ayrıntıların tümü, bugün yaşadığımız salgın ve karantina gerçeğine neredeyse bire bir uyuyor. Karakterler, “el sıkışmak yok, temastan kaçınılmalı, evde kalınmalı” kurallarını uyguluyor. Soderbergh, kapı kollarının, asansör düğmelerinin, bir içki kadehi ya da çerez tabağının virüsün yayılması ve salgının yayılması için ne denli tehlikeli olabileceğini ince ince gösteriyor. “Şu anda en iyi savunmamız birbirimizden uzak durmak. El sıkışmak yok, evde kalmak ve elinizi sık sık yıkamak en iyi önlem” sözleri “Salgın” filminden yankılanıp bugün ekranlarda yankılanıyor sık sık.
“Salgın” şaşkınlık uyandıracak denli gerçekçi bir film. Bunda Soderbergh’in ve senaryoyu yazan Scott Z. Burns’ün Dünya Sağlık Örgütü’nün raporlarından ve öngörülerinden takdir edilecek biçimde yararlanmış olmalarının payı büyük. Yoksa, birer kâhin değiller elbette.
‘HERKES BİLENE KADAR KİMSE BİLMEMELİ’
Bir diyalogdaki “Haber yayıldığında bankalara, marketlere, benzinliklere, her yere akın olacak. İnsanlar panikleyecek, kaos çıkacak, virüs en hafif sorunumuz olacak. O nedenle, herkes bilene kadar kimse bilmemeli” vurgusu, bugünü anlatıyor sanki. Devamında, ABD Başkanı gizli servis tarafından bilinmeyen bir yere götürülüyor, Kongre internet üzerinden çalışma kararı alıyor, yağmalar, isyanlar başlıyor, yardım ekipleri ve evler saldırıya uğruyor. Amerikan halkının bugün yiyecek depolamanın ardından en önemli faaliyetinin silah satın almak olması, filmi seyrettikten sonra hiç sürpriz değil anlayacağınız.
Filmde Jude Law’ın canlandırdığı bir serbest gazeteciblogger üzerinden, hem ilaç şirketlerine ve Dünya Sağlık Örgütü’ne vuran, hem de bizzat bu karakter dolayısıyla “fırsatı değerlendirip köşeyi dönmek” isteyenleri eleştiren film, tedavi ve aşı çalışmalarına, fedakâr bilim insanlarına da geniş yer ayırıyor ve bana sorarsanız gerçekçiliğini “mutlu son”la da perçinliyor.
1918’de İspanyol Gribi’nden milyonlarca insan ölürken kimlerin nasıl zengin olduğuna dikkat çeken, bunun yanında bilime dönük vurgusuyla anlam kazanan “Salgın”dan aklımda kalan en önemli cümlelerden birinin,
“Korkmak için internet ya da televizyondaki bir dedikoduyla temas etmeniz yeter!” olduğunu da belirteyim.
“Salgın”, bugünlerin filmi. En iyi yanı da bir komplo teorisine dayanmaması ve geliştirmemesi, yalnızca bir pandemi yaşandığında neler olabileceğini öngörmeye çalışması.
Tunca Arslan
Aydınlık