Dicle Eroğul yazdı...

“Bireysel özgürlüğün ne kadarından kendi isteğiyle vazgeçilmesi gerekeceği, içinde bulunulan zamana ve memlekete göre değişir. Olağanüstü zamanlar, olağanüstü önlemler gerektirebilir. Bir de özgürlüğün kötüye kullanılması, özgürlüğün geçici, ama geniş miktarda sınırlanmasını gerektirebilir. Bütün bu önlemleri ve sınırlamaları tanımak gereği, devlet fikir ve kavramını ifade eder. Bu hususlardaki önlemlerin şiddetini ve sınırların genişliğini ölçmek, büyük bir sanattır. Devlet sanatı, işte budur. Vatandaşların genel özgürlük ve mutluluğu için, bireylerden, ancak devlet için zorunlu olan bir kısım özgürlüklerin bırakılması istenebilir.”

 

Atatürk'ün bu sözleri, insanların bireysel özgürlüklerinden kendi istekleriyle vazgeçtikleri  günümüze ışık tutuyor. Gerçekten de, içinde bulunulan zamanın şartları, insanların normal zamanlarda kabul edemeyecekleri kısıtlamalara gönüllü olarak rıza göstermelerini dayatıyor. Günümüz devletleri, olağanüstü zamanların gerektirdiği olağanüstü önlemleri alabiliyorlar mı? İçinden geçtiğimiz tarih kesitinde, Atatürk'ün deyimiyle “devlet sanatı” icra edilebiliyor mu? Bu soruların yanıtları, süreç içerisinde ortaya çıkacak. 

 

Bugün dünya, görünmez bir düşmanla savaş halinde, büyük bir krizden geçiyor. Savaş ve kriz anlarında yaşamın sürdürülebilmesi için kurumsal yapılanmaya ihtiyaç artar ve insanlar güvenlikleri için devlete daha fazla yetki verme eğilimine girerler. Sonuçta devletler, bu gibi olağanüstü süreçlerden güçlenerek çıkarlar. Çin, Güney Kore, İsrail, Singapur gibi birçok ülkede koronavirüs ile mücadele için devletler, vatandaşları üzerindeki denetimlerini arttırdılar. Koronavirüs salgınını izlemek ve yayılımını durdurmak için yarışan hükümetler, teknolojinin sağladığı olanaklardan sonuna kadar yararlanıyorlar. Yapay zeka ve iletişim teknolojileri ile kullanıcı cihazlarındaki gelişmeler sayesinde devletler artık vatandaşlarının her hareketini gözetleme olanağına sahipler.

 

Dünya çapında birçok ülkede güncel teknolojiler, virüslü kişilerin nerede olduklarını takip edip karantinaları denetlemeyi amaçlayan sistemlerde kullanılıyor. Bir yandan, birçok ülke sınırlarını kapatmış, birçok il, ilçe ve mahalle karantina altına alınmış; diğer yandan “sosyal mesafe” kuralı ile insanlar arasındaki iletişim kısıtlanmış durumda. İşte hükümetler, bu önlemlerin yaşama geçirilmesini denetlemek için teknoloji tabanlı bir gözetim ağı kurmuş bulunuyorlar. Örneğin, Singapur'da hükümet, yürürlüğe koyduğu “TraceTogether” adlı bir uygulama ile akıllı telefonlar arasındaki “Bluetooth” sinyallerini kullanarak, koronavirüsün potansiyel taşıyıcısı olan kişilerin diğer insanlarla yakın bir temasta bulunup bulunmadığını kontrol ediyor. Hong Kong'da enfekte olmuş vatandaşların, bir akıllı telefon uygulamasına bağlantılı bileklik takmaları zorunlu tutularak karantina sınırlarının dışına çıkmaları durumunda yetkililere uyarı sinyali göndermeleri sağlandı. Güney Kore'de hükümet, kredi kartı işlemleri, akıllı telefonların sağladığı lokasyon verileri ve kapalı devre televizyon sisteminden elde edilen görüntülerin yanısıra kişiler arasındaki görüşme bilgileri gibi kayıtları kullanarak onaylanmış vakaların izlendiği bir sistem kurdu. Bu sistemin sağladığı bilgiler sonuçta, insanlara koronavirüs taşıyıcısı olan bir kişiye yaklaşıp yaklaşmadıklarına dair bilgi veren bir haritaya işlenerek hizmete sunuldu. Benzer bir sistem Çin'de de kurulmuş durumda; insanlar çeşitli renklerle kodlanmış harita üzerinde koronavirüs taşıyıcılarını izleyerek, kırmızıya boyanmış tehlikeli bölgelere girmeme şansını elde etmiş oluyorlar. Virüsü teknolojiyle izleyen bu sistemin bir benzeri de İsrail'de kurulmuş bulunuyor. ABD'de de hükümetin, koronavirüsle mücadele edebilmek için vatandaşların akıllı telefonlarından elde edilen lokasyon ve hareket verilerinin kullanılma olasılığı hakkında Facebook, Google ve diğer teknoloji şirketleri ile görüştüğü söyleniyor. Bu sistemlerin, ne kadar gerçek zamanlı olabildiği ve virüsün yayılımını durdurmada ne kadar etkin olduğu tartışılabilir ancak şurası muhakkak ki teknoloji, günümüz devletlerinin eliyle dünyaya yeni bir düzen getiriyor ve vatandaşların biyometrik verilerinin toplanmasına kadar varabilecek olan bu düzenin kalıcı olacağı öngörülüyor.

 

Koronavirüs sadece toplumsal yapıyı değil, ekonomiyi de yapısal olarak dönüştürmekte ve yukarıda anlatılan toplum düzenine uygun sayısal ekonomi düzenini getirmekte. Örneğin dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin, bundan birkaç yıl öncesine kadar bir üretim ekonomisi iken son yıllarda büyümesini tüketim ve hizmet sektörüne dayandırmıştı. ABD ekonomisi başta olmak üzere, Ülkemiz dahil dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkesinde de büyümenin motoru tüketim sektörü idi. Koronavirüs, tüketim ve hizmet sektörünü çok büyük bir oranda olumsuz olarak etkiledi ve devletlere, başta tarım olmak üzere üretim ekonomisinin önemini ve kendi kendine yeter olmanın yaşamsallığını anımsatarak, ekonomide dönüşümü hızlandırdı. Teknolojinin getirdiği yeni düzende; bilişim, iletişim, 5G, yapay zeka, biyoteknoloji gibi sektörlerde ve eticarette büyümeye tanık olacağız, farklı çalışma ve üretim metodları ve ilişki modelleri gelişecek. Bu dönüşümü ilk deneyimleyen ülke, pandemiyi atlatmış, en azından durdurmuş olan Çin oldu; salgının zirve yaptığı sıralarda, ülke ekonomisi küçülürken, Çin'in eticaret devi Alibaba'nın çevirimiçi taze sebze ve meyve satan bölümünde 30,000 kişinin işe alınması, söz konusu dönüşüme çok net bir örnek oluşturuyor. Bütün ülkeler, inovatif şirketlerin yeni mesleklere ortam sağlayacağı ve yeni iş olanakları yaratacağı bu dönüşümün eşiğinde bulunuyor. 

 

Virüse karşı mücadeleyi elbette bilgiyi ve teknolojiyi kullanan insanoğlu kazanacak ama "canlılığın eşiğindeki cansızlar" olarak değerlendirilen virüs cinsinden bir tür olan koronavirüs, küresel düzeni yeniden şekillendirmekte. Canlı bile olmayan ancak doğada açık ara farkla en çok sayıda bulunan canlı grubu bakterilerden de daha yaygın olan virüs türü, gücünü bakterilerden bile yüksek üreme hızına borçlu olmalı. Bakterilerden bile hızlı evrimleşen ve evrimsel geçişe harika bir örnek olan virüslerden olan koronavirüs, dünya düzeninde bir evrime ya da devrime yol açacak gibi gözüküyor. Radikal bir biçimde dönüşmekte olan bu dünya düzeninde; vatandaşlarının yaşam hakkını koruyacak, ülkenin huzurunu ve milletin refahını sağlayacak güç olan devlet mekanizmasını yönetenlerin, Atatürk'ün “devlet sanatı” olarak adlandırdığı yetenekte olmaları beklenmektedir.

İLK KURŞUN