Gaffar Yakınca yazdı

Seyahat ile geçen uzun yıllar içinde Batı siyasetinin yönelimlerini anlamanın bazı sıra dışı yollarını keşfettiğimi söyleyebilirim. Bunlardan biri uluslararası havalimanlarındaki kitapçı dükkanlarının raflarına bakmaktır. Çünkü Paris, Amsterdam, Frankfurt gibi büyük aktarma istasyonlarındaki bu dükkanlar, adeta kültürel hegemonyanın vitrini gibidirler.

“Uluslararası seçkinler” diyebileceğimiz kozmopolit bir zümrenin uğrak yeri olan bu mekanlar, genellikle Batı’nın en büyük yayın ve dağıtım tekelleri tarafından işletilirler. Bu şirketler, Batı merkezli düşüncenin ideolojik merkezleri gibidir. Yüzlerce ülkenin aynı anda konuşmasını istediğiniz bir konu varsa, onu duyurmak için bu dükkanların vitrinlerinden daha elverişli bir mekan bulamazsınız.

ALBRIGHT’IN KİTABI

2018 yılında vitrinlerin en torpilli köşelerinde gördüğümüz kitap eski ABD Dış İşleri Bakanı Madeleine Albright’ın “Faşizm” adlı kitabı idi. Belli ki gelecek birkaç yıl boyunca tartışacağımız kavramın “faşizm” olması isteniyordu.

“Bu kadar önemli bir siyasetçinin yazdığı kitap tabi ki vitrinleri işgal eder” diyorsanız, yanılıyorsunuz. Misal, Albright’tan çok daha önemli bir figür olan Henry Kissinger’ın neredeyse tüm vizyonunu açıkladığı bir baş eser sayabileceğimiz World Order kitabı 2015’te yayınlanmış ve hiç de böylesi bir ilgi görmemişti. Aynı yıllarda, sözünü ettiğimiz önemli vitrinleri Sapiens adlı kitap süslüyordu. İsrailli genç bir tarihçi tarafından “insanlık adına” yazılmış olan kitap, kısa sürede “insan düşmanı” literatürün önemli bir parçası haline geldi.

BİR TUHAF FAŞİZM

Albright’ın Faşizm kitabı için de benzer bir durum söz konusu. Tam adı “Faşizm: Bir uyarı” olan kitabı okuduğunuzda, amacın emperyalizmin ihtiyaçlarına uygun yeni bir Faşizm tanımı yapmak olduğunu görüyorsunuz. Bugün geldiğimiz noktada ise, faşizm tehlikesine karşı bir uyarı olarak kaleme alındığı söylenen kitabın, aslında inşa edilen Yeni Faşizmin kaynaklarından birine dönüştüğü anlaşılıyor.

Detayları bir yana, kitabın ana fikri 229. sayfadaki şu cümlede özetleniyor: “Bir siyasi hareketi faşist yapan onun ideolojisi değil, zafer kazanmak ve itaat ettirmek için güç kullanımı ve başkalarının hakkını çiğneme de dahil olmak üzere gerekli olan her şeyi yapma kararlılığıdır.”

Mussolini hayatta olsa “Sadece Adolf ve ben faşistiz sanıyordum, meğer Churchill de faşistmiş” diyerek ağlardı herhalde! Şaka bir yana, Albright’ın kitabı bütün sosyal bilimleri ve siyaset tarihini yok sayan bir faşizm tanımı yapmaya kalkıyor.

İktidar nedir, devlet ile güç arasındaki ilişki ne anlama gelir, düzen neye göre kurulur, meşruiyet nasıl üretilir, hukuk nasıl çalışır gibi soruların cevapları sosyal bilimlerin ilk sınıfında okutuluyor. Faşizme böylesi geniş ve tuhaf bir tanım yapmak, bu ilk derse bile devam etmediğiniz anlamına gelir. Oysa Albright, sadece üst düzey bir siyasetçi ve akademisyen değil, aynı zamanda ailesini toplama kamplarında kaybetmiş bir faşizm kurbanı. Faşizmin ne olup ne olmadığı konusunda bilgisiz olması düşünülemez.

DEMOKRATİK FAŞİZMİN İNŞASI

Belli ki bu kasıtlı olarak yapılan bir çarpıtmadır. Kasıt nedir diyecek olursanız, küreselleşmenin yıkıcı etkilerinden kaçan insanlığın son sığınağı milli devletleri itibarsızlaştırmak, emperyalizme direnen siyasetçileri faşist olarak etiketlemek. Nitekim, Albright, 270 sayfalık kitap boyunca gelmiş geçmiş tüm milli liderlere faşist diyebilmek için adeta kırk takla atıyor. Trump’tan Putin’e, Chavez’den Orban’a, Duterte’den Kaczynski’ye kadar küreselci çeteye direnen ne kadar lider varsa faşist damgası yemekten kurtulamıyor. Albright’ın en çok ismini andığı kişilerden biri ise, tahmin edebileceğiniz gibi, Recep Tayyip Erdoğan. Türkiye Cumhuriyeti’nin faşist temeller üzerine kurulduğunu iddia eden Albright’a göre Erdoğan iktidarı bu mirasın devamı ve zirvesini temsil ediyor!

Şimdi, ABD seçimlerinin hemen ertesinde, Albright’ın dünyaya önerdiği faşizm vizyonunun ne anlama geldiğini daha iyi görüyoruz. Seçim hırsızlığı ile başlayan süreç, önce eşi görülmemiş bir medya darbesine ve ardından “teröre karşı savaş” adı altında bir cadı avına dönüşüyor. Trump’ın devrilmesi yepyeni bir faşizmin ilk büyük icraatı olarak karşımıza çıkıyor. Başka ülkelere demokrasi yargısı dağıtan Albright gibi isimler ise bu yeni faşizmi alkışlarla karşılıyor, “gerçek demokrasi” olarak kutsuyor.

Türlü çeşitli medya oyuncakları ile tüm dünyaya dayatılan, adlı adınca demokrasi faşizmidir. Sadece ABD’de değil, dünyanın her yerinde uzun süredir insanlığa savaş ilan etmiştir. İnsanlığın geleceği ise ona karşı mücadelesine bağlıdır.

* Bu yazı ilk olarak Aydınlık Gazetesi’nin 14 Ocak 2021 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.