Afrika’da yıllardır süren ABD hegemonyası çökerken Asya ülkelerinin Afrika ülkelerinin kalkınmasını da sağlayan politikaları kıtada etkinliğini artırıyor. Afrika’nın gelecekte daha çok söz sahibi olacağını söyleyen Afrika uzmanı Hasan Aydın, kıta üzerindeki tehlikelere de dikkat çekti

TURAN SALCI
Afrika kıtası bugüne kadar her zaman açlık, kıtlık, kuraklık ve terör olayları ile gündemimize getirildi. ABD ve Batı merkezli medyanın ‘sömürü’ düzeninin meşruiyeti için önümüze sunduğu Afrika, yeraltı ve yerüstünde barındırdığı enerji potansiyeli ve dünya ticaretinin geçiş noktalarını kontrol etmesiyle öne çıkıyor. Afrika Koordinasyon ve Eğitim Merkezi (AKEM) Koordinatör Yardımcısı Hasan Aydın, Aydınlık’ın sorularını yanıtlayarak Afrika gerçeğine ışık tutmamıza yardımcı oldu.

BM’NİN 54 ÜYESİ AFRİKA’DAN

Afrika kıtası zengin kaynakları ve bulunduğu stratejik konum itibariyle de dünya üzerinde dengeleri elinde tutmak ya da söz konusu dengelerin gidişatını etkilemek isteyen devletlerin güç çekişmesine sahne oluyor. Biraz açmak gerekirse size göre bu kıtayı önemli kılan en önemli sebepler nelerdir?

Afrika kıtası Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. Baktığımız zaman, kıta ile ilgili olumsuz bir algı yayma çabası var. Kıtanın farklı noktalarında zaman zaman patlak veren kıtlık ya da terör gibi münferit hadiseler Afrika’nın tamamının gerçeğiymiş gibi sunulmaya çalışılıyor. Üstelik bu gibi sorunların ortaya çıkmasında önemli rolü olan eski ve/veya yeni sömürgecilerin kıta üzerindeki faaliyetleri çoğu kez ya gözden kaçırılıyor ya da kasıtlı olarak görmezden geliniyor. Bunun en temel nedeni ise, kıtada günümüzde farklı yol ve yöntemlerle sürdürülmeye çalışılan sömürü düzenine meşruiyet kazandırılmak istenmesi.

Hâlihazırda dünya topraklarının yaklaşık yüzde 24’ü ve dünya nüfusunun yüzde 15’inden fazlası Afrika kıtasında bulunmaktadır. Afrika dışında yaşayan Afrikalılar da düşünüldüğünde, dünya üzerindeki Afrikalıların sayısı gezegenimizin toplam nüfusunun yüzde 20’sine yaklaşmaktadır. Bahsi geçen kitle, büyük oranda genç ve işgücü çağındaki bireylerden oluşmaktadır. Bu durum iyi kullanıldığı takdirde kıta ülkeleri ve dünyamız için oldukça önemli bir potansiyelin varlığını işaret etmektedir. Kıta ayrıca petrol, doğalgaz, elmas, altın, kobalt, platin, uranyum, koltan, krom, bakır gibi çeşitli kaynakların yoğun olarak bulunduğu bir coğrafyadır. Ekonomik özelliklerinin yanı sıra, çoğu kez gözden kaçırılsa da, Afrika kıtası ülkeleri birlikte hareket ettiğinde önemli bir siyasi potansiyele sahiptir. BM Genel Kurulu’nda oy hakkı bulunan 194 ülkenin 54 tanesinin Afrika’da olduğu düşünüldüğünde bu durum daha iyi anlaşılabilecektir.

KITADA ÜS SAVAŞLARI


Kıtada Türkiye dâhil birçok ülkenin askeri üssü olduğu biliniyor. Bize hangi ülkelerin üsleri olduğunu ve kısaca ülkelerin kurduğu üslerle neyi amaçladığını özetler misiniz?

Şu an kıtada, birbirinden farklı amaçlar doğrultusunda edinilmiş olsa da, ABD, Çin, İngiltere, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri, Almanya, Suudi Arabistan, Hindistan, Japonya ve Türkiye’nin askeri üsleri bulunuyor. Ek olarak, ABD 2007 yılında kurulan Birleşik Devletler Afrika Komutanlığı(AFRICOM) aracılığıyla da kıtada askeri faaliyetlerini sürdürüyor. Elbette, AFRICOM’un kıtadaki varlığı ABD’nin yayılmacı emellerine hizmet ettiği endişesiyle gerek dünyada gerekse kıta ülkeleri arasında pek hoş karşılanmıyor. Askeri üs edinme yarışında ise stratejik konumu nedeniyle Cibuti ön plana çıkıyor. Ortadoğu’ya olan yakınlığı, enerji geçiş yollarının güzergâhında bulunması ve uluslararası gemi sevkiyatı için son derece önemli bir nokta olan Babü’lMendeb boğazının kıyısında yer alması Cibuti’deki askeri üs yarışını kızıştırıyor. Bu ülkede ABD, Çin Halk Cumhuriyeti, İtalya, Fransa, Almanya, Uganda, İspanya ve Suudi Arabistan gibi ülkeler ya birer askeri üsse sahip ya da askeri üs açmak için çalışmalarını sürdürüyor. Ayrıca ABD’nin en çok asker bulundurduğu Afrika ülkesi de burası.

Kıtada üs kuran devletlerin her biri farklı amaçlara haiz. Fakat ne yazık ki, birçoğu emperyalizm karşıtı saiklerle hareket etmiyorlar. Örneğin Körfez ülkeleri kıtanın Ortadoğu’ya olan yakınlığı nedeniyle bu üsleri kendi bölgelerindeki etki alanlarını genişletmek için kullanırken, ABD ve Çin birbirleriyle olan rekabetlerinde kıtadaki üsleri küresel nüfuz mücadelelerinin birer aracı olarak kullanabiliyorlar. Her ne kadar Cibuti gibi bazı ülkeler bu işten büyük paralar kazansalar da, askeri üslerin varlığı iki nedenden dolayı kıta için tehditkâr bir hal alabilir. Birincisi, her ne kadar hemen bütün askeri üslerin terör ile etkili mücadele amacıyla kurulmuş olduğu söylense de, tersi bir etki yaratıp kıtayı terör örgütlerinin hedefi haline getirebilirler. İkinci husus yarın bir gün, kıta ülkelerinin çıkarları ile küresel nüfuz mücadelesi içerisindeki devletlerin çıkarları çakıştığında, bu devletlerin söz konusu üsleri bulundukları ülkede siyaseti dizayn etme çabalarına girişmeyeceklerinin ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayacaklarının bir garantisi yok.

Burada Türkiye’ye ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Ülkemizin kıtaya yaklaşımı büyük bir kısmı yeni sömürgeci olarak nitelendirilebilecek diğer ülkelerden ayrılıyor. Zira Türkiye, hiçbir şekilde kıta ülkelerinin iç meselelerine karışmadığı gibi, Somali’de sahip olduğumuz askeri üste gerçekleştirdiğimiz faaliyetler ise büyük oranda yerli askerlerin eğitimi ve ülkenin askeri olarak teknik kapasitesinin yükseltilmesi kapsamında hizmet veriyor.

AFRİKA’DA ABDÇİN ÇEKİŞMESİ

Gelinen noktada kıtada ABD’nin etki ve nüfuz alanının zayıflamaya başladığı görülmekte. Aynı zamanda ABD’nin zayıflamasıyla birlikte Çin Halk Cumhuriyeti’nin de kıtadaki faaliyetleri artıyor. Bu dengeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Birinci yargı kesinlikle doğru. ABD kıtada her geçen gün alan kaybediyor. Fakat burada yanılgıya düşmemek gerekiyor. Washington’un kıtadaki en etkin güç olma vasfını kaybetmesi birdenbire gerçekleşecek bir durum değildir. Aksine, bu devlet kıtadaki etkinliğini oldukça uzun ve muhtemelen sancılı sayılabilecek bir sürecin sonunda yitirecek. Aşamalı bir süreçten bahsediyoruz. Bugün gelinen noktada, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya, Brezilya, Türkiye başta olmak üzere birçok devlet, farklı amaçları kıtadaki nüfuz alanını genişletmiş durumda. Ortaya çıkan bu tablo, Afrikalılar için bir yönüyle olumlu bir durumu ifade ediyor. Kıta ülkeleri artık yalnızca Batılıların gözünün içine bakmak zorunda değil. ABD açısından düşünüldüğünde ise bu hiç de tatmin edici bir tablo değil. Zira alternatiflerin artması ve Afrika’nın farklı arayışlara girmesi, Washington’un kıtadaki kan kaybının devam etmesi ile aynı anlama geliyor.

ABD’nin Afrika kıtasındaki nüfuz kaybının, bu devletin Afrika’da ve dünyadaki küresel rekabetteki en büyük rakibi olan Çin’in nüfuz kazanması anlamına geldiği çok açık. Ancak ne yazık ki, madalyonun öteki yüzünden bakıldığında ise ABD ile Çin arasında süren Afrika’daki nüfuz mücadelesi ilerleyen süreçte Soğuk Savaş’ta ABD ile SSCB arasında cereyan eden kıtadaki nüfuz mücadelesine doğru evrilirse bu durum kıta ülkeleri için fazlasıyla tahrip edici olabilir. Çin özelinde düşündüğümüzde, bu devletin kıtada etkinlik kurması bir yandan Afrikalı devletlere yalnızca ABD’nin ya da Batılıların yörüngesine girmekten başka bir alternatif sunarken, diğer yandan Çin’in sorgusuz sualsiz sağladığı dış yardımlar ve krediler Afrika’da israfı, yolsuzluğu ve plansız borçlanmayı arttırıyor. Gelinen noktada, Afrikalıların Washington ya da Moskova’nın hamiliğini kabul etmekten ziyade, ekonomik ve siyasi bağımsızlığını önceleyen, emperyalizm karşıtı bir politika icra etmeleri elzem görünüyor. Her şeye rağmen, ABD’nin kıta ülkelerinin güvenini kaybetmeye başladığı bir atmosferde Çin, gerek ekonomik kapasitesi ve gerekse siyasi nüfuzu ile Afrika’da en etkili güç olma vasfını eline almak üzere.

TÜRKİYE NEDEN KITADA?

Türkiye de özellikle 2005 yılını "Afrika yılı" ilan etmesinden günümüze kadar geçen süreçte Afrika’daki etkinliğini artırdı. Türkiye’nin Afrika’daki amacını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin Afrika’daki etkinliğini artırması kıta ülkeleri için kesinlikle bir artı değer yaratma potansiyeline sahiptir. Zira kıta ülkeleri ile ülkemiz arasındaki yakınlaşma düşünüldüğünde, birçok noktada paydaş arzu, istek ve beklentilerin olduğu bir gerçektir. Her iki taraf da, başta Batı emperyalizmi olmak üzere uluslararası emperyalist odakların coğrafyalarında çıkardıkları sorunlardan son derece mustarip bir haldedir. Üstelik Türkiye’nin bilhassa son birkaç yıldır Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere çeşitli siyasetçiler düzeyinde küresel düzenin adaletsizliğine yönelik yaptığı vurgular, bu durumdan rahatsız olan Afrikalı devletlerde karşılık bulmaktadır. Tarihi itibariyle incelendiğinde de, Türkler Anadolu’dan yaklaşık iki yüz yıl önce Afrika’da Mısır’da kurulan ilk Türk devletleri vasıtasıyla çeşitli devletler kurmalarına ve bilhassa Osmanlı Devleti döneminde Sahra’nın altına kadar türlü nüfuz alanları oluşturmalarına rağmen, kıta ülkelerinin toplumsal ve tarihsel belleklerinde hiçbir zaman "sömürücü/sömürgeci" bir iz bırakmamıştır. Dahası, I. Dünya Savaşı’nın ardından Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde verilen Türk Kurtuluş Savaşı, emperyalizme karşı toplu halde kazanılan ilk zafer olması münasebetiyle, Afrika’da ve dünyadaki bağımsızlık hareketlerine örnek teşkil etmiş ve umut olmuştur.

Günümüzde Türkiye kıtada "kazandırırken" bir yandan da "kazanmayı" amaçlamaktadır. Bu politikası ile ülkemiz, kıtada ne alan el ne de veren el olmak arzusundadır. Tersine, Türkiye kıta ülkeleri ile astüst ilişkisi kurmaktan ziyade samimi bir şekilde dostluk ilişkisi kurma arayışındadır. Bu durum, çölde vaha arar gibi emperyalizmden kaçış arayan Afrika ülkeleri için iyi bir alternatifi ortaya çıkarabilir. Afrika’nın nüfusunun yarısının toplumumuzun büyük bir kısmı gibi Müslüman olduğu ve önemli bir kısmının da tarihi boyunca çeşitli dönemlerde emperyalizmin karşısında bir set olarak duran Türklere olumlu bir nazar ile yaklaştığı göz önünde bulundurulursa, ülkemizin Afrikalı ülkeler ve halklar ile kuracağı olumlu münasebetler neticesinde hem kıtanın dertlerine derman olması hem de uluslararası arenada daha adil bir düzen arayışı hususunda kıta ülkelerinin desteğini arkasına alabilmesi mümkün gözükmektedir. Mevcut şartlarda Türkiye’nin Afrikalı ülkeler ile etkili ve samimi işbirliği olanakları bulması hiç olmadığı kadar yakındır. Bu noktada Türkiye’nin ve dünya üzerinde yok sayılan devletlerin geleceğini düşünen, bu hususta samimi olan herkese büyük iş düşüyor.

KITA ÜLKELERİ NE YAPMALI?

Afrika kıtasının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Kıta ülkeleri ekonomik ve siyasi olarak tam manası ile bağımsız olabilmek ve kendi ayakları üzerinde durabilmek adına, dışarıdan kendilerine uymayan sistemler ithal etmek ya da bu sistemlerin onlara dayatılması yerine kendi düzenlerini kendileri oluşturma yoluna gidebilirler mi? Yoksa kıtadaki mevcut durum böyle mi devam eder?

Geçen birkaç yüzyılın bize çok net bir şekilde gösterdiği bir gerçek var: Dışarıdan gelen hemen hemen hiçbir reçete kıta ülkelerine arzu edilen faydayı sağlamadı. Sömürgeciliğin ardından bağımsız olan Afrikalılar, bir anda her şeyin düzeleceğini zannettiklerinde, kendilerini kıta için son derece yıkıcı sonuçlar doğrudan bir Soğuk Savaş atmosferinde buldular. Günümüzde de, Batı’nın ya da Doğu’nun sunduğu çözüm önerileri kıta ülkelerinin ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılamaya yetmiyor. Burada kastedilen kesinlikle Afrika’nın içe kapanması değil. Zaten mevcut uluslararası ağ içerisinde böyle bir şey pek de mümkün olmaz. Burada kastedilen şey, Afrikalıların sorunların çözülmesi noktasında kendi iç dinamiklerine ve kendileri için gerçekten yararlı olabilecek ilişki biçimlerine odaklanmak zorunda oldukları. Bu saatten sonra, yalnızca bir devlete ya da bir gruba yaslanmak, Afrika’ya faydadan çok zarar getirir, bugüne kadar elde edilen kazanımların da geriye gitmesine neden olur.

Mevcut durumun böyle devam edemeyeceği çok açık. Peki, ne yapılmalı? Afrikalılar elbette çeşitli devletlerle ilişkiler tesis etmek zorunda. Ancak ilişki tesis edilirken, söz konusu ilişkinin kime ne getireceği ve kimden ne götüreceği iyi hesap edilmeli. Zira maalesef, geçen birkaç yüzyıl boyunca Afrikalı devletlere ve halklara, ideolojisi ne olursa olsun uluslararası ilişkiler sisteminin anahtarını elinde tutan küresel güçler tarafından art niyetli bir şekilde yaklaşıldı ve bu ölçüde muamele edildi. Mevcut şartlarda, kepçe ile verip kaşık ile dahi alamayan Afrika kıtası ülkeleri, artık bu tabloyu değiştirmek zorundadır. Ve inanıyoruz ki, bahsettiğimiz zenginlik ve potansiyele sahip olan bu kıta, bu edinimlerini doğru kullandığında söz konusu tabloyu değiştirecek güce sahiptir.