Muallim Naci’nin çocukluk anıları “Ömer’in Çocukluğu” adını taşır. Bu küçük kitabın ilk sahnesi, beş altı yaşlarındaki Ömer’in, Kıztaşı’ndan Saraçhane’ye açılan bir sokakta, üzerinde en sevdiği hırkası olduğu halde, bir köpekten kaçışını anlatır. Nefes nefese kalan çocuk, cama çıkan bir adamın “hoşt” demesi ile köpekten kurtulur. Doğrusu, köpeğin pençelerini çocuğun sırtından çektiği an, okuyanların da rahatladığı andır. Tam, “Oh be, çocuk kurtuldu” derken, bu dehşetli kovalamacanın acı maliyeti ile karşılaşırız: Ömer’in en sevdiği “dört cepli” hırkası boydan boya yırtılmıştır!

Muallim Naci’nin tarifine bakacak olursak, Ömer’in yırtılan hırkası için gözyaşları döktüğü yer, Horhor Caddesi üzerinde bir yerlerde, İstanbul Belediyesi'nin şimdiki binasına beş, Unkapanı Köprüsü'ne ise aşağı yukarı on beş dakika yürüme mesafesindedir.

PARKTA YATAN BİR CESET

Sel felaketinde Unkapanı Köprüsü altında can veren evsiz kardeşimiz Cici Baba da çocuk masumiyetinde bir adammış. Elinde ne varsa kendisi gibi evsiz arkadaşları ile bölüştüğünden Cici Baba derlermiş ona. Üzerinde penyeden bir kazak, tertemiz yüzü ile gülümsediği bir fotoğrafı var. Sel geldiğinde kaçmak için ne yaptı, Ömer’in yaşadığı o çocukça korkuya benzer bir anı oldu mu bilmiyoruz; keşke sonunda Cici Baba da sadece kazağı yırtılarak, üstü başı ıslanarak kurtulsaydı. Nasılsa onları yerine koyacak bir hayırsever bulunurdu. Fakat heyhat, giden canı kim koyabilir yerine? Cici Baba öldü. Kim bilir kaç geceyi yorgun argın geçirdiği çimenlerin üzerine yatırdılar cansız bedenini ve üstüne beyaz bir örtü serdiler.

Şimdi, ölümün o beyaz örtüsünün üzerinde, insanlığın çürümesine, vicdanın ve ahlakın kokuşmasına dair bir filmi hep beraber izleyebiliriz.

ÇÜRÜMEMİZİN FİLMİ

Filmimizde hiçbir güzel duygu, hiçbir erdem yok olmuyor ama, insana “keşke büsbütün yok olsaymış” dedirtecek kadar içi boşalıyor; çokça söylenmekten anlamını yitiriyor, kabuğa dönüşüyor.

İşte buyurun, karşınızda sorumluluk duygusu. Şimdi o, “İncelemelerde bulunan” Bay Başkan’ın üzerinde dile gelmiş, höt zöt yapan beş bin liralık bir ceketten ibarettir!

Utanma hissine bakın. Bay Başkan’ın parlak yüzünde fıldır fıldır gezen bir ürpertidir artık o. Kibirle hırs arasında sıkışmış olduğundan, “yirmibeeş yıldıırr .. talaaannn.. altyapı..” diyerek hemen “başkalarının utancı” oluvermektedir!

Ve işte sevgi yansıyor perdemize. Bay Başkan, bir klişe ile değil, doğal bir tepki ile gösteriyor bunu bize. Telefonundan takipçilerine kalp resmi atıyor. Milyonlarca sevgi dolu insan, abanıyor klavyelere, milyarlarca kalp ile yanıt veriyor.

Kamera, samimiyeti göstermek için ona doğru yaklaşınca, Bay Başkan iri parmakları ile yakalarını düzeltiyor ve “Hepimiz kardeşiz..” diyor. Belli belirsiz bir hırıltı olarak çıkan bu cümle üzerine Başkanseverler, “ah ne kadar içten bir adam…” diyerek kendinden geçiyor.

Cici Baba, çoktan ölmüş olduğundan hiçbirini görmüyor.

SEFİL BİR VODVİL

En kritik sahnedeyiz: adalete geldi sıra. Bay Başkan, sert bir hamle ile yerinden kalkıyor, boynunu ileri doğru uzatıp omuzlarını geri atarak dikleniyor. “Herkes haddini bilecek, PKK’lı da olsa görevden alamazsınız” diye kükrüyor.

Yanında başka önemli adamlar, başkanlar, eski başkanlar, makam sahibi ibişler, kravatlı hokkabazlar, cin çarığı “demokratlar” beliriyor. Başkan, eski Aksaray kabadayılarından ziyade, Langa horozlarını andırsa da, bunun bir önemi yok, sevenleri bu çıkıştan çok etkileniyor. “Adaleet adaleet… Altımız ABD, üstümüz HDP, ortası duble adaleet” çığlıkları yeri göğü inletiyor.

Ne ilgisi var demeyin, bazı trajediler ilerledikçe komediye bağlanırlar. “Bizimkilerin” çürümesi de git gide sefil bir vodvile, midemizi bulandıran bir komediye dönüşüyor.

Midemiz bulanıyor, çünkü o beyaz örtünün altında artık sadece Cici Baba’nın değil, Eren Bülbül’ün, Aybüke Yalçın’ın, Bedirhan bebeğin ve daha nice masumların cesedi yatıyor.

NOT: Geçen yazımda PKK’lı katillere “köpek” demiştim. Bu çirkin benzetme için köpek dostlarımızdan özür dilerim.


Aydınlık