ABD’nin dış politikasına yön veren Dış İlişkiler Konseyi’nin (Council on Foreign RelationsCFR) yayın organı Foreign Affairs dergisi, 2022 OcakŞubat sayısının makalelerini internet ortamında erişime açtı. Dergide bağımsız makale olarak yer alan CFR uzmanları Alexander Cooley ve Daniel H. Nexon’in incelemesi, “Küresel Düzenin Gerçek Krizi” başlığı ile yer alıyor.
Makalede, dünyada artan bağımsızlıkçılık dalgası “aşırı sağ” olarak nitelendirilerek, bu dalganın ABD içinde de Trump ve destekçileri olmak üzere ciddi bir etkisi olduğu ifade ediliyor. Biden yönetiminin buna karşı mücadelesi ise “bütünsel değil” ve “eski sistem içinde debelenme” şeklinde eleştiriliyor.
Cooley ve Nexon’un makalesini, dergideki diğer bir bağımsız makale “Xi Jinping’in Yeni Dünya Düzeni” ile birlikte ele alındığında okuyucu için daha bütünsel ve anlamlı bir inceleme ortaya koyduğunu belirtmemiz gerekiyor.
TRUMP DÖNÜM NOKTASI
Makalede ABD ve uluslararası düzende büyük kırılmanın, Trump’ın ABD Başkanı olarak seçilmesiyle temellendiriliyor ve 2020 seçimlerini kaybetse de bunun devam ettiği belirtiliyor:
“Donald Trump’ın 2016’da seçilmesi, liberal uluslararası düzenin doğası ve kaderi üzerinde büyük bir tartışmaya yol açtı(…)Trump 2020’de başkanlığı kaybetmiş olabilir, ancak liberal düzen hâlâ tehdit altında. Son gelişmeler, karşı karşıya olunan zorlukları bir kez daha gün yüzüne çıkardı ve daha da önemlisi, bu zorluklar, liberalizmin kendisini tehlikeye atan çok daha geniş bir krizin tezahürlerinden yalnızca biri.”
ABD İÇİ HÂKİM SINIFLARIN KAVGASI
Makalenin yukarıda aktardığımız girişteki vurgulardan sonra ABD’deki hâkim sınıflar arasındaki çatışmaya odaklanıyor. Trump’ın ABD’yi daha çok iç sorunları ile uğraşmaya öncelik veren “Önce Amerika” politikası mahkûm edilmeye çalışılıyor. Bununla da kalınmıyor; Trump, dünyadaki “otoriter rejimler”in ABD’deki müttefiki olarak sunuluyor. Bu çaba, yazının kapak fotoğrafında Macaristan Başbakanı Viktor Orban ve Trump’ın yan yana verilmesinden makalenin içeriğine kadar açıkça görülüyor. Şu ifadeler dikkat çekici:
“ABD, Batı demokrasileri içinde oldukça kutuplaşmış bir konumdadır. Ancak ülkedeki siyasi çatışmalar ve gerilimler, daha geniş uluslararası süreçlerin tezahürüdür. Örneğin ABD gerici sağı, hem muhalif siyasi hareketlerle hem de çeşitli küresel ağlarla bağlantılıdır. Birleşik Devletler’de liberal demokrasiyi desteklemeye yönelik çabaların daha geniş liberal düzen üzerinde kademeli ve bazen öngörülemeyen etkileri olacaktır. Aynı zamanda, politika yapıcılar daha geniş uluslararası ve ulus ötesi zorluklarla uğraşmadan ülkenin işlerini düzene koyamazlar.”
‘ABD, LİBERALİZM KARŞITLIĞINA YENİK DÜŞÜYOR’
Bu ifadeleri okuyunca eleştirilerin odağında sadece “ABD sağı” ve Trump olmadığını anlıyoruz. ABD iç sorunlarının, ABD dışı durumla, değişen uluslararası düzenle bağlantılı olduğu belirtiliyor ve Biden yönetimin buna karşı politikalarının yetersiz olduğu şu sözlerle belirtiliyor:
“Göreve başlamasından kısa bir süre sonra, ABD Başkanı Joe Biden ‘21. yüzyılda demokrasiler ile otokrasiler arasındaki savaştan’ bahsetti. Bunu yaparken, demokratik liberalizmin hem içeriden hem de dışarıdan tehditlerle karşı karşıya olduğuna dair yaygın bir görüşü tekrarladı. Otoriter güçler ve liberal olmayan demokrasiler, liberal uluslararası düzenin temel yönlerini baltalamaya çalışıyor. Ve bu düzenin sözde çekirdeği, özellikle de ABD, ülke içinde liberalizm karşıtlığına yenik düşme tehlikesiyle karşı karşıya.
“Bütün bu olgular, Amerikan demokrasisini allı pullu hale getirmenin veya mutfağını yeniden şekillendirmenin ötesine geçiyor. Kriz, yalnızca ABD’yi çok taraflı kurumlara, anlaşmalara ve ittifaklara yeniden yönlendirerek ele alınamaz. Kökleri yapısaldır. Çağdaş liberal uluslararası düzenin doğası, demokrasileri hem iç hem de dış, liberal olmayan baskılara karşı özellikle savunmasız bırakmaktadır.”
LİBERAL OLMAYAN YENİ LİBERAL DÜZEN?
Yazıda uzun uzun liberal düzenin çöktüğü, hatta gerileyen ABD merkezli uluslararası düzenin içinden bir çıkış olmadığı belirtiliyor. Biden yönetiminin eski düzeni canlandırmanın “boşa” bir çaba olduğu, yapılması gerekenin bundan çok daha fazlası olduğu ifade ediliyor. Şu vurgular dikkat çekici:
“Liberal düzenin kendi yapısında ürkütücü bir dizi sorun yatmaktadır. Mevcut düzen gerilimlerle dolu, içsel olarak fazla parçalanmış ve asimetrik olarak fazla kırılgandır. Hayatta kalabilmek için liberal düzenin değişmesi gerekecek.
“Liberal düzeni içtenlikle savunmak isteyen ABD’li yetkililerin hem içeride hem de ABD dış politikasının yürütülmesinde taraf seçmeleri gerekecek. Bunu yaparken, liberal ve liberal olmayan uygulamalar arasındaki ayrımı bulanıklaştıracaklar. İdeolojik yapısı nedeniyle federal yargının boyutunu ve yargı yetkisini değiştirmemek gibi yerel normlarla mücadele etmeleri gerekecek. Ayrıca, önde gelen demokratik müttefikler içindeki siyasi hiziplere yönelik kayırmacılığı sınırlamak gibi Soğuk Savaş sonrası normlardan da uzaklaşmaları gerekecek. Ve bunu, bu eylemlerin geri tepebileceğini, yurtiçinde ve yurtdışındaki liberal olmayan ve antidemokratik uygulamalara retorik bir örtü sağlayabileceğini açıkça anlayarak yapmaları gerekecek.
“Hükümetler, hem yerli hem de uluslararası antidemokratik ideolojilerin yayılmasını önlemek için mücadele ettiler fakat mevcut haliyle liberal kurumlar, yükselen liberalizm karşıtı dalgayı durduramazlar. Liberal demokrasiler, tehditleri savuşturmak için uyum sağlamalıdır. (…)Bu krizle boğuşmaya yönelik her türlü girişim, açıkça liberal olmayan veya liberal düzenin yeni bir versiyonunu gerektiren politika kararları gerektirecektir.”
‘ÇİN, SSCB’DEN OLDUKÇA FARKLI’
Makalede ABD’li uzmanların Çin ile “Yeni Soğuk Savaş” söylemine yönelik de bazı görüşler değerlendiriliyor. Bugünkü dünyanın eskisinden temel farklılıkları belirtilerek şunlar belirtiliyor:
“Sovyetler Birliği ve ABD, ayrı jeopolitik blokların merkezlerini oluşturdular. Buna karşılık, Pekin ve Washington örtüşen ve birbirine bağlı jeopolitik alanlarda faaliyet gösteriyor. Washington’daki politikacılar yıllardır Çin’in ABD’deki yatırımlarına ne kadar kısıtlama getirileceğini tartışıyorlar. Sovyetler Birliği söz konusu olduğunda böyle bir kaygı yoktu. ABD şirketleri, üretim yükünü Sovyet fabrikalarına devretmemişlerdi; Sovyetler Birliği hiçbir zaman Birleşik Devletler’e veya onun önemli müttefiklerine önemli bir nihai ürün tedarikçisi olmamıştı.
“Ortaya çıkan bu değişiklikler, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan jeopolitik manzarayı karıştırdı. Soğuk Savaş dönemindeki ikili uluslararası düzeninin yerini tek tip bir uluslararası düzen almadı; neoliberal politikacıların umutlarına rağmen dünya hiçbir zaman ‘düz’ olmadı. Bunun yerine, yüzyılın başında şekillenen uluslararası düzen oldukça çeşitli bir hal aldı. 1990’larda ortaya çıkan yeni demokratik rejimlerin çoğu iyimser anlamda demokratikti. Bu ülkeler zayıf liberal demokratik kurumların belirtilerine sahiptiler, ancak tam demokratikleşme yolundaki zorlukları reddettiler. Avrasya’nın doğusuna doğru ise, liberal düzen giderek daha fazla düzensizleşti. Çin gibi bazı devletler, siyasi liberalizmin gereklerini kabul etmeden liberal ekonomik düzenin yararlarına etkin bir şekilde erişmeyi başardılar.”
SOĞUK SAVAŞ YÖNTEMLERİ YENİDEN Mİ SAHAYA SÜRÜLÜYOR?
Özetle yazıda “dünyada liberalizm karşıtlığının yükseldiği” tespiti yapılıyor. CFR uzmanları, bu tespiti yaptıktan sonra “esas mücadele”nin ise bu “liberalizm karşıtlığı”na karşı nasıl olması gerektiğinin cevabını aranıyor. Burada, Biden yönetiminin eski müttefiklik ilişkileri canlandırmanın “boş” bir çaba olduğu söyleniyor çünkü sistemin temellerinde ciddi bir sorun olduğu ve mücadelenin de bu eksende olması gerektiği ifade ediliyor.
ABD’nin yol haritasının nasıl olması gerektiği ile ilgili şunlar dile getiriliyor:
“Liberalizm karşıtı tehditlerle boğuşmak zorlu bir süreci içinde barındırıyor. Geçmişte liberal düzenin savunulması için çeşitli şiddet eylemleri, zorba ve baskıcı aşırılıklara başvurulduğu bir gerçek. ABD yetkilileri, Bolşevizm hayaletinin olduğu dönemde kesinlikle liberal olmayan politikalar benimsedi. Bugün de ABD yönetimi, yükselen aşırı sağcı dalgayı durdurmak için o karanlık zamanlara geri dönme riskini alıyor.”
‘TOPYEKÛN BİR SAVAŞI KAZANAMAYIZ’
Yazının son bölümünde Çin ve Rusya başta olmak üzere “liberalizm karşıtları”na karşı mücadelede ABD’nin nasıl başarıya ulaşacağı sorusuna ise şöyle yanıt veriliyor:
“Birleşik Devletler, mevcut otoriter rakiplerini topyekûn bir savaşta yenmeyi gerçekten düşünemez, çünkü bu muhtemelen yıkıcı bir nükleer felakete yol açacaktır. En önemli otoriter rakibi Çin, Sovyetler Birliği’nden tamamen farklı bir durumdadır. Çin, zengin ve nispeten dinamiktir; yapısal sorunları bulunmasına rağmen, eksikliklerinin ABD’ninkinden daha kötü olduğu söylenemez.
“Kısacası, liberalizmin ideolojik zaferine giden tarihsel yolların hiçbiri muhtemel görünmüyor. Bu, liberal demokrasilerin yakın zamanda uluslararası düzenin lider durumunu geri alamayacaklarını varsaymaları gerektiği anlamına geliyor. Ve böylece soru, liberal düzenin değişip değişmeyeceği değil, kimin şartlarıyla değişeceğidir.”
Aydınlık