2016’da küreselleşmeciler kendi evlerinde iki büyük yenilgiye uğradılar. Bunlardan biri İngilizlerin, AB’den çıkışa (Brexit’e) evet oyu vermesi, diğeri ise Trump’ın ABD Başkanı seçilmesiydi. Brexit de Trump da, uzun yıllardır devam eden küreselci politikalar yüzünden bedel ödeyen, ekonomik ve sosyal düzeni bozulan kesimlerin bir tepkisiydi.
Her iki seçimde de toplumda ortaya çıkan ve klasik sınıf ayrımlarını kesen ayrışma dikkat çekiciydi: Büyük şehirler kaybetti, taşra kazandı. Milliyetçi fikirler kazandı, kozmopolit kimlikçilik kaybetti. Daha düşük gelirliler kazandı, üst orta sınıf kaybetti. Üretim ve tarım sermayesi kazandı, finansçılar ve dijital teknoloji yatırımcıları kaybetti…
Ancak belki de en dramatik gösterge, seçmenlerin yaşı ile ilgiliydi. Gençler küreselleşmeci Clinton’a oy verirken, daha yaşlı kesimler Trump’ı seçmişti. Brexit için de durum farklı değildi. AB’den ayrılalım diyen gençler yüzde 30 düzeyinde kalırken 55 yaşından büyüklerde bu oran yüzde 60’lara çıkıyordu.
YAŞLILAR İLE BENİM OYUM BİR Mİ?
Geçen yazımızda sözünü ettiğimiz demokrasi faşizminin ilk işaretleri de bu seçimlerden, özellikle de Brexit’ten sonra geldi. İngiltere’deki yenilgiyi hazmedemeyen küreselcilerin ilk mızıklanmalarının gerekçesi bu yaş konusu idi. Konu demokrasi olduğunda mangalda kül bırakmayanlar, bu sefer “ülkenin geleceğine yaşlıların karar vermesini” doğru bulmuyorlardı. Başlarda mahcup bir tespit şeklinde dile getirilen bu görüş, bir süre sonra seçkin yazarların “demokrasi her konuda eşit oy hakkı anlamına gelmez” demelerine kadar vardı. “Özgürlükçü” AB lobisi, Brexit referandumunun yenilenmesini istiyordu: Ortalama beş on yıl ömrü kalmış insanların kırk yıl daha yaşayacak gençlerin yaşamına karar vermesi kabul edilemezdi!
Otuz çeşit cinsel kimliğe, üç yüz etnik gruba özgürlük isteyen, farklı dondurma tercihlerinin bile demokratik hak olduğunu söyleyen özgürlükçü liberaller, işlerine gelmeyince en temel biyolojik özellik olan yaş üzerinden bile ayrımcılık yapabiliyorlardı. Modern siyaset tarihinde bu kadar ahlak dışı bir akıl yürütme en son Nazi Almanyası’nda görülmüştü.
BİR TOPLAMA KAMPI OLARAK BAKIMEVİ
Geçen hafta Reuters’e düşen bir haber, huzurevlerindeki yaşlıların can sıkıntısına çözüm olarak geliştirilen bir robotu “müjdeliyordu”. Habere göre, salgın sebebi ile iyice ağırlaşan yalnızlık koşullarına karşı bir robot geliştirilmiş. Yaşlılar ayaklı TV benzeri bir makinenin karşısına geçip onunla “sohbet ederek” kendilerini iyi hissedebilecekler! Solcu gazete Guardian’da ise başka bir “müjde” var: Piyasada çeşitli modelleri olan bu robotların huzurevlerine maliyeti bakıcıların maaşlarından daha ucuz. Öyle ise neden onları robotların “samimi” dünyasına terk edip rahatlamıyoruz!
Tabi onlardan geriye kim kaldı ise artık. Yeni faşizm Allah’tan bir şey dileseydi bu Kovid gibi bir hastalık olurdu herhalde. Çünkü salgın, adeta özel tasarlanmış bir silah gibi gidip faşizmin en nefret ettiği kesimi, yaşlıları vurdu. ABD’de ölenlerin yüzde 38’i bakımevinde yaşayan insanlar. Avrupa’da ise ölüme terk edilen yaşlıların tam sayısı bile hesaplanamıyor. Geçen ay İspanyol Yüksek Mahkemesi katliamın boyutlarının ortaya çıkarılması için soruşturma başlattı.
İnsanı salt bir üretim aracı olarak gören Batı, verimi düşünce ona bir atık muamelesi yapıyor. Yaşlanan insanlar ölümü bekleyecekleri özel tesislere kapatılıyor. Bu insanların o güne dek ödedikleri sosyal güvenlik primleri, ölümlerine kadar geçecek süredeki bakım masraflarını fazlası ile karşılıyor. Ancak en küçük bir kriz anında ilk harcanacaklar da onlar oluyor.
YAŞLI SOYKIRIMI
Batı medeniyetinin gelip dayandığı bu yeni faşizm aşaması ise onların oy vermesine bile tahammül edemiyor. Neden? Çünkü yaşlılar kurulacak yeni dijital düzenin önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Yeni faşistleri rahatsız eden ortak bir hafızayı temsil ediyor: Ailenin, milliyetin, inancın, insani değerlerin ve gerçek ilişkilerin var olduğu bir hayat. Demokratik faşistler, sanal gerçeklik kuluçkalarında üretilen tek tip insanın bu hafıza ile temas etmesinden korkuyorlar. Bunun için yaşlıların sadece fiziksel olarak kapatılması değil, sosyal anlamda da yalıtılması ve gerekirse yok edilmesi gerekiyor.
Hitler’in cinayet makinesi dört ana unsura dayanıyordu: Biyolojik tasnif, sosyal izolasyon, kapama ve imha. Bugün Batı, yaşlılara yönelik bire bir böyle bir politikayı uyguluyor. Bu, demokratik faşizmin ilk kitlesel imha suçu değil. Ama, kendi evinde kalkıştığı ilk soykırım olarak tarihe geçeceği kesin.
Gaffar Yakınca
Aydınlık