'İstanbul Barosu Başkanı Durakoğlu'na bu mesajları silah zoruyla mı attırdılar?'

Gaffar Yakınca'dan tarihe geçecek yazılar, anaların HDPKK'ya direnişinin yıl dönümünde yeniden hatırlamak, hatırlatmak gerek...


UMUDUN TEK KİŞİLİK ORDUSU: HACİRE ANA

Sovyet ressamı Sergey Pavloviç, “Aktarma İstasyonunda” isimli tablosunu, 2. Dünya Savaşının insani maliyetinin iyice ağırlaştığı ve çekilen acıların doruğa ulaştığı bir zamanda, 1944 yılında yapmış.

Rusya’daki herhangi bir yerde olabilecek bu istasyon daha çok askerler ile dolu. Gündüz olmasına karşın, basık ve karanlık bir hava var. Her yerde cepheye giden birlikler, birliği değişen askerler, kolu bacağı sarılı olan gaziler görülüyor.

Tablonun sağ alt köşesindeki üç kadın, eşya sandıklarına bakılacak olursa, bir yerden bir yere taşınıyorlar. Çömelmiş olan en yaşlıları, iki elini çenesinin altında birleştirmiş. Yüzünden üzüntüsü okunuyor. Bir hava saldırısı sırasında evi yıkılmış ya da köyü işgal edilmiş olabilir, belki de cephedeki oğlunun ölüm haberini almıştır.

Bir başka yaşlı kadın, bir eşya denkinin üzerinde oturuyor. Baş örtüsünün kenarlarından apak saçları görünüyor. Tatarları andıran bir yüzü var. Bir elini yanağına dayamış, düşünceli. O da oğlunu, eşini düşünüyor olabilir. Belki de hemen önünde uyuyan kız çocuğunu düşünüyordur.

Arkadan gördüğümüz bu kızın upuzun bir saç örgüsü var. Çocuklara has bir yorgunlukla bırakmış başını yaşlı kadının dizlerine, belli ki yol en çok onu hırpalamış. Kadının yüzündeki endişe, çocukla aralarında özel bir yakınlık olduğunu düşünmemize yol açıyor: Cephedeki anne ve babasından uzun süredir haber gelmedi, dizlerine yattığı kadın ise teyzesidir.

Teyzenin sağ omuzuna değecek kadar yakınında oturan bir başka kadın daha var. Diğerleri kadar umutsuz görünmese de onlar kadar acılı olduğu anlaşılan bu genç kadın, kucağındaki bebeğini emziriyor. Bebeğe dair uzun vadeli düşler kuramayacak kadar yorgun görünüyor.

TABLODAKİ UMUT

Genel hatları ile bu resim, yapıldığı zamanın koşullarına uygun olarak, acı verici, umutsuz, kasvetli bir manzara sunuyor.

Gerçekliği olanca ağırlığı ile tablosuna yansıtmayı başaran ressam Pavloviç, böylesine kırgın bir ülkenin “gerçeklerden daha fazlasına” ihtiyaç duyduğunu bilecek kadar da şuurlu bir sanatçı imiş. Tam da bu sebeple, Pavloviç’in resminde karanlık bulutlarla dolu gökyüzünde beklenmedik, küçük bir pencere görünüyor. O pencereden sızan ışık, hiçbir yere değil, doğrudan bu kadınların üzerine, en çok da uyuyan kız çocuğu ve annesini emen bebeğin üstüne düşüyor. Bu küçük numara ile Pavloviç, kadınların kederinde gizlenen umudu çıkarıyor ve onun göz kamaştırıcı ışığı ile ölüm kalım mücadelesi veren ulusunun geleceğini aydınlatıyor.

Pavloviç’in resmindeki kehanet bir yıl içinde doğrulandı, Sovyet ülkesi işgalcilere karşı savaşından zaferle çıktı, yaralarını sardı. Başına ışık vuran küçük kız, anne babasının yaşadığı acıları çekmek zorunda kalmadı.

HACİRE ANA’NIN ZAFERİ

Diyarbakır’ın Bağlar semtinde büyükçe bir bina. Yapının önünde, yere serdikleri bir yolluğun üzerinde, tek parça fistan giymiş, başları tülbentli bir grup kadın oturuyor. Bu yapı, HDP’nin il başkanlığı binasıdır. Kalabalığın önünde oturan yaşlı kadın Hacire Akar, HDP/PKK tarafından kaçırılan oğlunu almak için geldi buraya. İlk gün yalnızdı, ertesi gün, akrabası ve komşusu olan kadınlar da geldiler yanına. Yüzlerinden üzüntü ve endişe karışımı bir duygu okunuyor.

Bir gün önce Bay Başkan’ı ağırlayan bu büyük yapı, Hacire Ana’ya aynı konukseverliği göstermiyor. Bay Başkan ile sırıtarak kameralara poz verenler şimdi küfürler ederek bu yaşlı kadınların üstüne yürüyor. Yaşlı kadınlar, bu vahşi saldırıya direniyor. İhtimal, korkuyorlar, ama evlatlarını kurtarma azmi korkuya galip geliyor.

Bu tabloda da Pavloviç’in tablosundaki gibi bir umut var. Ama buradaki umut, bizzat Hacire Ana’nın kendisidir. Onun bembeyaz bir tülbent ile çevrili aydınlık yüzüdür, onun şimşek gibi bakışlarıdır, tane tane konuşmasındaki kararlılığıdır.

Aynı günün akşamı Hacire Ana’nın cesareti meyvesini veriyor. Oğlu PKK’nın elinden kurtuluyor. Ellilik Kürt kadını Hacire Ana’nın tek kişilik zaferi, bize geleceğimizin aydınlık olduğunu gösteriyor.


İnsanlık onuru HDP’yi yenecek

Geçen hafta, Hacire Ana’nın dimdik duruşunu “Umudun tek kişilik ordusu” diyerek selamlamıştık. Diyarbakır’ın yiğit kadınları bizi utandırmadı, Hacire Ana’nın yolundan yürüyüp evlatları için katillerin kapısına dayandı.

ARTIK UMUDUMUZ ACIMIZDAN BÜYÜKTÜR

Umudun ordusu büyüyor. Ama yüreğimizin kanaması henüz dinmiyor, içimizi delen sahneler henüz bitmiyor. Diyarbakır’daki o uğursuz binanın önünde bu sefer ellili yaşlarda bir erkek ağlıyor. Kameralar ona döndüğünde, yanındaki yeğeni, “ağlama amca” diyerek kolundan tutuyor adamın. Uzamış sakalı ve kocaman gövdesi ile çaresiz çökmüş binanın kapısına. Üzerinde temiz bir gömlek, havı çıkmış bir pantolon...Nasırlı ellerine, yanık yüzüne bakılırsa, rençper ya da ağır işçidir. “Bunların çocukları yok mu?” diye soruyor, “Çocuğumu aldılar, zulüm yapıyorlar” diyor.

Orası bir mahşer yeri gibidir artık. Babaların hıçkırıkları anaların feryatlarına karışıyor. Bir anne bağırıyor: “Çocuklarımızı istiyoruz,ya ölüsünü ya dirisini bize geri verin.” Vah! Bin kere, yüz bin kere vah! Bir anneye şu sözleri söyletecek “dava”, nasıl bir dava imiş acaba? Bu nasıl bir zalimlikmiş ki anaları, çocuklarının ölülerine sarılmaya razı etsin?

İtilip kakılan bir kadıncağız, kendisine hakaret edenlere aynen şunları söylüyor: “Diyarbakır’da genç bırakmadınız, ya cezaevinde ya toprağın altında, fakir fukaranın çocuğu dağda bunlarınki özel okullarda.” Kimi bir, kimi üç yıldır, kimiyse daha uzun süredir çocuklarından haber alamıyor. Bu çocukların bazıları henüz on yaşında iken HDP tarafından kaçırılıp PKK’ya teslim edilmiş. Şimdi, onlar da umudun ordusuna katıldılar. Biliyoruz, bu ordu daha da büyüyecek ve yalan tüccarlarının, kan simsarlarının sonunu getirecek.

KÜRTLERİ VATAN ŞUURUNDAN KOPARAMADILAR

“Her evden bir kişi mezara, bir kişi dağa, bir kişi hapse.” Bilenler bilirler, PKK’nın Kürtlere yönelik otuz yıllık “örgütlenme” stratejisinin temeli buydu. Her evden üç kurban, Kandil derebeylerinin soysuz emellerini halk için bir kan davasına çevirecekti. Örgüt, binlerce çocuğun kanına girdi, onları en aşağılık biçimlerde kullandı. Kimi hapislerde çürüyor, kimisi öldü, kimisi infaz edildi.

Ancak bunca baskıya rağmen Kürtleri, Türk milletinden, bayraktan, vatandan koparamadılar. Et ile tırnağı birbirinden ayıramadılar. Terör örgütü hiçbir zaman bir halk hareketine dönüşemedi. Ama bizim “solcular”, liberaller, açılımcılar, bu cinayet şebekesi halkı temsil ediyormuş gibi onun reklamını yaptılar. Vicdansız yazarlar, sanatçılar, arsız politikacılar, teröristlere itibar kazandırmak için birbirleri ile yarıştılar. Tarih böyle bir halk düşmanlığını, böylesi bir hainliği yazmadı.

TERÖR GEMİLERİ BATACAK

HDP ve Demirtaş, bu halkı teslim almak için şapkadan çıkarılan son tavşandır. O zaman milletin acılarına kapanan gözler, bu sefer de koşar adım gidip “HDP gemisine bindiler”, Diyarbakırlı anaları görmüyorlar. Selo’nun saz tıngırtılarına kulak kesilenler, şu iç burkan feryatları duymuyorlar; onun beş para etmez öykülerinin çın çın çınladığı Moda’ya, Cihangir’e, Kordon’a bu insanların dramı ulaşmıyor. Siyaset koridorlarında terör baronlarına sahip çıkılırken bu yoksul insanların esamesi okunmuyor. Avrupa’nın “aydın” diye kutsadığı insanlık düşmanları, bu mazlum insanlara hayasızca küfürler savuruyor.

Ama o terör gemileri batacak, halk düşmanları ile sarmaş dolaş çekilen halayın sesi kısılacak, hiç şüpheniz olmasın. Çünkü bu alçakça oyun bitti artık. Onu, Diyarbakır’daki anaların kıyamı bitirdi. Bakın işte güvendikleri kapıların kepenkleri, devlet eli ile değil, bizzat halkın uyanışı ile kapanıyor. Bu hainliği, insana yapılan bu zulmü tüm dünyaya göstereceğiz. Terörün askerlik şubesi gibi çalışan HDP’yi, çocuklarımızın kanından ikbal devşirenleri, kanlı parayı, kanlı şöhreti, kanlı gazeteleri, kanlı belediyeleri, kanlı seçim sonuçlarını, bıkmadan usanmadan anlatacağız. Tüm gücümüzle insanlık onurunun yanında duracağız ve inanıyorum ki biz kazanacağız.


Aydınlık