Sovyet ressamı Sergey Pavloviç, “Aktarma İstasyonunda” isimli tablosunu, 2. Dünya Savaşının insani maliyetinin iyice ağırlaştığı ve çekilen acıların doruğa ulaştığı bir zamanda, 1944 yılında yapmış.

Rusya’daki herhangi bir yerde olabilecek bu istasyon daha çok askerler ile dolu. Gündüz olmasına karşın, basık ve karanlık bir hava var. Her yerde cepheye giden birlikler, birliği değişen askerler, kolu bacağı sarılı olan gaziler görülüyor.

Tablonun sağ alt köşesindeki üç kadın, eşya sandıklarına bakılacak olursa, bir yerden bir yere taşınıyorlar. Çömelmiş olan en yaşlıları, iki elini çenesinin altında birleştirmiş. Yüzünden üzüntüsü okunuyor. Bir hava saldırısı sırasında evi yıkılmış ya da köyü işgal edilmiş olabilir, belki de cephedeki oğlunun ölüm haberini almıştır.

Bir başka yaşlı kadın, bir eşya denkinin üzerinde oturuyor. Baş örtüsünün kenarlarından apak saçları görünüyor. Tatarları andıran bir yüzü var. Bir elini yanağına dayamış, düşünceli. O da oğlunu, eşini düşünüyor olabilir. Belki de hemen önünde uyuyan kız çocuğunu düşünüyordur.

Arkadan gördüğümüz bu kızın upuzun bir saç örgüsü var. Çocuklara has bir yorgunlukla bırakmış başını yaşlı kadının dizlerine, belli ki yol en çok onu hırpalamış. Kadının yüzündeki endişe, çocukla aralarında özel bir yakınlık olduğunu düşünmemize yol açıyor: Cephedeki anne ve babasından uzun süredir haber gelmedi, dizlerine yattığı kadın ise teyzesidir.

Teyzenin sağ omuzuna değecek kadar yakınında oturan bir başka kadın daha var. Diğerleri kadar umutsuz görünmese de onlar kadar acılı olduğu anlaşılan bu genç kadın, kucağındaki bebeğini emziriyor. Bebeğe dair uzun vadeli düşler kuramayacak kadar yorgun görünüyor.

TABLODAKİ UMUT

Genel hatları ile bu resim, yapıldığı zamanın koşullarına uygun olarak, acı verici, umutsuz, kasvetli bir manzara sunuyor.

Gerçekliği olanca ağırlığı ile tablosuna yansıtmayı başaran ressam Pavloviç, böylesine kırgın bir ülkenin “gerçeklerden daha fazlasına” ihtiyaç duyduğunu bilecek kadar da şuurlu bir sanatçı imiş. Tam da bu sebeple, Pavloviç’in resminde karanlık bulutlarla dolu gökyüzünde beklenmedik, küçük bir pencere görünüyor. O pencereden sızan ışık, hiçbir yere değil, doğrudan bu kadınların üzerine, en çok da uyuyan kız çocuğu ve annesini emen bebeğin üstüne düşüyor. Bu küçük numara ile Pavloviç, kadınların kederinde gizlenen umudu çıkarıyor ve onun göz kamaştırıcı ışığı ile ölüm kalım mücadelesi veren ulusunun geleceğini aydınlatıyor.

Pavloviç’in resmindeki kehanet bir yıl içinde doğrulandı, Sovyet ülkesi işgalcilere karşı savaşından zaferle çıktı, yaralarını sardı. Başına ışık vuran küçük kız, anne babasının yaşadığı acıları çekmek zorunda kalmadı.

HACİRE ANA’NIN ZAFERİ

Diyarbakır’ın Bağlar semtinde büyükçe bir bina. Yapının önünde, yere serdikleri bir yolluğun üzerinde, tek parça fistan giymiş, başları tülbentli bir grup kadın oturuyor. Bu yapı, HDP’nin il başkanlığı binasıdır. Kalabalığın önünde oturan yaşlı kadın Hacire Akar, HDP/PKK tarafından kaçırılan oğlunu almak için geldi buraya. İlk gün yalnızdı, ertesi gün, akrabası ve komşusu olan kadınlar da geldiler yanına. Yüzlerinden üzüntü ve endişe karışımı bir duygu okunuyor.

Bir gün önce Bay Başkan’ı ağırlayan bu büyük yapı, Hacire Ana’ya aynı konukseverliği göstermiyor. Bay Başkan ile sırıtarak kameralara poz verenler şimdi küfürler ederek bu yaşlı kadınların üstüne yürüyor. Yaşlı kadınlar, bu vahşi saldırıya direniyor. İhtimal, korkuyorlar, ama evlatlarını kurtarma azmi korkuya galip geliyor.

Bu tabloda da Pavloviç’in tablosundaki gibi bir umut var. Ama buradaki umut, bizzat Hacire Ana’nın kendisidir. Onun bembeyaz bir tülbent ile çevrili aydınlık yüzüdür, onun şimşek gibi bakışlarıdır, tane tane konuşmasındaki kararlılığıdır.

Aynı günün akşamı Hacire Ana’nın cesareti meyvesini veriyor. Oğlu PKK’nın elinden kurtuluyor. Ellilik Kürt kadını Hacire Ana’nın tek kişilik zaferi, bize geleceğimizin aydınlık olduğunu gösteriyor.


Gaffar Yakınca

Aydınlık