Çiğdem Çimen yazdı
23 Nisan 1920, Türk Milleti’nin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk Milleti’nin egemenliğini ilan ettiği tarihtir.
23 Nisan, 1921'den itibaren “milli bayram”, 1925'ten itibaren “çocuk günü”, 1929'dan itibaren “çocuk haftası”, 1935'ten itibaren de “Ulusal Egemenlik Bayramı” olarak kutlanıyor.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mızı olaylar çerçevesinde böyle anlatabiliriz .
Fikirler ile nasıl anlatabiliriz? Ulusal egemenliğin niteliklerini, önemini bilmeden, kavramadan , öğrenmeden 23 Nisan’ı sadece tarihi bir olay olarak görüp kutlamak doğru olmaz.
Ulusal Egemenlik, bir düşünce sistemidir. Fikir olarak da kavramamız gerekir . Ulusal Egemenliğin olmazsa olmaz niteliklerini bilmeliyiz . Atatürk ve O’nun kurduğu Cumhuriyet’e saldıranlar , Ulusal Egemenliğimizi yıpratmak için bu nitelikleri ortadan kaldırmak ister. Bunun da pek çok nedeni vardır . Ancak o zaman ülkeyi kendi istedikleri gibi yönetebilirler . Ülkenin bütün kaynaklarını hesap vermeden sömürebilirler. Kendi çıkarlarını koruyabilirler.
Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk , Ulusal Egemenliğimizin niteliklerini şöyle sıralamıştır:
Millî egemenlik birdir.
Millî egemenlik bir bütündür, bölünemez, parçalara ayrılamaz.
Ortak kabul etmez.
Millî egemenlik terk ve iade edilemez, devredilemez, kimseye bırakılamaz. Tek bir zerresi bile feda edilemez.
Bugün yaşadığımız siyasal süreç beraberinde bazı kaygı verici soruları ve düşünceleri beraberinde getirmiştir.
“Ulusal Egemenlik ortak kabul etmez” niteliğine yönelik bir tehdit var mıdır?
Diyelim ki var. Yani bu nitelik ihlal ihlal edildi. Sonrasında ise “Ulusal Egemenliğin terk edilemezliği, devredilemezliği” niteliğini hedef alması, yüksek olasılıktır. Düşüncesi kendiliğinden akla düşüverir.
Ulusal Egemenliğimize ortak olmanın ötesinde “Ulusal Egemenlik” tek adamlarca ele mi geçirilmek isteniyor?
23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılmasından yüz yıl sonra bugün, çocuklarımız ve ulusal egemenliğimiz tehdit altında mıdır?
Çocuklarımızı çocuk istismarı, çocuk gelinler, çocuk işçiler, gerici eğitim gibi sorunlar tehdit mi ediyor?
“Başkanlık Sistemi” , meclisimizi işlevsizleştirmiş midir?
Gibi sorular aklımı kurcalayan, kaygı veren diğer sorulardan bazılarıydı. Ulusal Egemenliği ve başkanlık sistemi ile bir arada düşünmek , Ulusal Egemenliğimizi Atamız gibi pekiştirememenin üzüntüsünü yaşatıyor. O’nun başkanlık sistemine yönelik şu ifadesi üzüntümü derinleştiriyor.
“Başkanlık sistemi konusu… Ben Amerika sistemini ülkemizde uygulamayı hiç hatırıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz biçimde cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim. Ve düşünecek adam olmadığım da bütün milletçe bilinmekteydi.”
Bu ifadeyi okuyan herkes şunu anlar ki; Atatürk başkanlık sistemine kesinlikle karşıdır. Zaten nasıl düşünebiliriz ki Ulusal Egemenliğe aşık, ona hizmet veren , ömrünü milletine adamış ölümsüz liderin bu sistemi hatırından geçirmesini!..
Ulusal Egemenlik fikrinin hayatımızın yine ve yeniden ekseni olması için , sonsuza dek millet olarak kendi kendimizi idare etmek uğruna canımızı vermeyi vicdan ve namus borcu bilebilir miyiz? Tıpkı Mustafa Kemal ATATÜRK gibi…
Feza Tiryaki'nin aylar öncesinde yazdığı yazı bugünkü tartışmalara ışık tutuyor: Büyük tanıtımlarla, övgülerle, TV yayınlarıyla, söyleşilerle, alışılmışın ötesinde milyonluk toplu baskı sayısıyla bir
Abdullah Gül, 27 Kasım 1995'te İngiliz The Guardian gazetesinden Jonathan Rugman'a Refah Partisi yöneticisiyken röportaj vermiş, röportaj 28 Kasım'da Posta gazetesinde 'İşte Refah'ın gerçek niyeti: Ür
Oyuncu Mert Fırat, 2013 yılında verdiği bir röportajla yeniden gündemde. Habertürk'ten Kübra Par'a konuşan Mert Fırat, o zamanki röportajında siyasi mesajlarıyla dikkat çekiyor. 5 yıl önce verdiği cev