'Grev' şiirinden 'Saman Sarısı'na; 'Yüksek tuğla bacalarda dumanlar donakaldı' imgesinden, 'sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin' tecrübesine açılan serüvende Nâzım’ın şiiri efsaneden gerçeğe birikir.

Dünya görüşü ve kişiliği Ekim Devrimi ile Türk Devrimi arasındaki çok özgün tarihsel kesitte oluşan Nâzım Hikmet, şiirlerinde toplumsal temaları sınıfsal anlayışla, işçi eylemleri ve savaşımını temel alarak işlemeye yöneldiğinde, Aydınlık’ta (1923, S: 23) hem şiir tekniği hem söylem olarak çok ayrı Grev şiiriyle bambaşka bir çizgiye ulaşmıştı. Grevi, “Yüksek tuğla bacalarda dumanlar donakaldı” dizesiyle anlatan şair, içerik yönünden olduğu kadar, biçemce de olağanüstü yeni ve görkemli, öncü bir söylem yakalamıştı. Ne ki Nâzım’ın şiirinde dünya görüşü olarak komünizmin değerleri yoğun biçimde yer almışsa da somut olarak işçiler ya da işçiyi doğrudan çağrıştıran imgeler, destansı şiirlerindeki dokunuşlar dışında pek sık görülmez. Saat 2122 Şiirleri’ndeki “6 Aralık 1945” günlü şiiri imgesel yükün kapsam ve derinliği yönünden şairin bir başka güçlü söylemini örnekler:

“Ve elbette ki sevgilim, elbet, / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet...”

ŞANLI HAZİRAN UFUKLARINA DOĞRU

Özgürlüğü en yetkin tanımı ve yaşanışıyla gündelik hayata ancak işçi sınıfının örnekleyip taşıyabileceği savını kuramsal düzlemden eylemsel zenginliğe taşıyan Nâzım; 27 Mayıs Devrimi sonrasında, temel hak ve özgürlükleri evrensel düzeyde ve doruk noktasında güvenceye alan Anayasa’nın getirdiği yeni ufuklarda Saraçhane Mitingi’yle (1961) etkili sendikal örgütlenme ve grev hakkı için eylemlere kalkışan işçi sınıfını, emekçileri ve aydınları çok daha somut dizelerle yansıtır:

Açlık ordusu yürüyor

yürüyor ekmeğe doymak için

ete doymak için

kitaba doymak için

hürriyete doymak için. /... /

Açlık ordusu yürüyor

şehirleri omuzlarında taşıyıp

daracık sokakları karanlık evleriyle

şehirleri

fabrika bacalarını 

paydostan sonraların tükenmez

yorgunluğunu taşıyarak.

Şair, şiiri bitirirken, işçi sınıfının yalnızca kendisi için değil, insanlık için kurtuluş umudu oluşunu yine güncel ama bir o kadar da politik ereğiyle uyumlu bir eylem programının çilesine de göndermede bulunarak anımsatır:

“Açlık ordusu yürüyor / yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için / hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor / yürüyor ayakları kan içinde.” (9 Ağustos 1962) 

SELAM OLSUN YENİ UFUKLARA

Şiir; halk ve divan şiirinin nesneyi görsel ve zihinsel düzeyde algılayışla yetinmeksizin ses ve imgeyi dokunulan, dahası beş duyunun tüm öğelerini algı kapılarına yönelten akışkan sözcük dizilişiyle yüklenme geleneğini çağdaş şiire bütün zenginliğiyle içselleştirmenin doruktaki örneğini de veriyor. Bu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mükemmel vurgusuyla, “kendi dil makinesini kurmuş bir şairin” aşktan ve yıldızlardan söz ederken yarattığı lirik söylemi kavga şiirlerine de kusursuz bir işleyişte yansıttığının göstergesidir. Nâzım için şimdi sıra, Türkiye işçi sınıfının eylem programını ulusal ve evrensel boyutta lirik bir anlatımla ortaya koyan, kitlesiyle ona çizdiği ufuklarda boylu boyunca buluşan evrensel şiirine gelmiştir:

Türkiye işçi sınıfına selâm!

Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,

toprağa, kitaba, işe hasretimizi,

hasretimizi, ayyıldızı esir bayrağımıza.

Nâzım bu şiir için yaşamının sonuna kadar tutkulu bir sabırla beklemiştir, ama hakçası işçi sınıfı da ondaki bütün birikimin potaya döküleceği coşku ve esini hızlanan ayak sesleriyle kalkış saatinden hemen önce son otobüse yetiştirmiştir. 

DEVRİMCİ ROMANTİZMİ AŞMAK

Nitekim Saraçhane Mitingi’nin ardı sıra, her biri işçi sınıfı tarihi için birer destan olan Kavel (1963), Kozlu (1965), Paşabahçe (1966), Derbi (1968), Demir Döküm (1969), Singer (1969), Sungurlar (1970) vb direniş ve grevleri Nâzım’ın şiirinde devrimci romantizmi aşan, yaşamdaki öncü lirizmi yakalayan sanatsal gücün yürüyüş boyunca adım adım doğrulanışını sergilemiştir.

Aslında “sözün hakikatle buluşma yetisinin” bu seçkin örneği, Nâzım’ın şiirindeki nice yaşanmış olay anlatımında apaçık ve yaygın olarak görülür. Bedreddin Destanı’nda ve MİM’de gerçekliği kusursuz denecek tamlıkta içeren anlatımlar pek çoktur. Oysa işçi sınıfımıza ilişkin son şiirlerindeki başarı, olayın değil, öngörünün geleceğe yani olaya izdüşümünü örnekleyen bir öncülüğü yansıtır. Buna, büyük sanat dehasının bir yalın göstergesi olarak 27 Mayıs’ı haber veren 28 29 Nisan ayaklanmalarından bir yıl önce yazılmış Şehitler şiirinde de tanık oluyoruz. Şair; sonraki yıllarda, Yön çizgisinden tutun da TİP’teki sosyalistler yelpazesi ve dışında kalanlar dahil ne kadar antiemperyalist sol eğilim varsa tümünün asgari programında gündemin ilk maddesini oluşturacak ikinci bağımsızlık savaşının duygusal ve düşünsel hazırlığına girişir:

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri

mezardan çıkmanın vaktidir!

Şair; Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü şiirinde, Turan Emeksiz’in ayaklanma sırasında polisçe öldürülüşünü anımsatırken, Ali İhsan Kalmaz’ın şehit edildiği 27 Mayıs’ı da öngörür:

“Bu ölü yatacak / Toprağa şıp şıp damlayacak kanı / silahlı milletim hürriyet türküleriyle gelip / zaptedene kadar / büyük meydanı.”

EFSANEDEN GERÇEĞE

Bir yandan 27 Mayıs’ın sağladığı özgürlük ortamının etkisiyle, bir yandan yurtdışından ülke gündemine getirdiği öncü önerilerin ivmesiyle kendisine yönelik ilgi ve sevginin daha açık dile gelişiyle birlikte, özellikle 3 Haziran 1963’te yurt hasretiyle ölümü üzerine Nâzım Hikmet efsanesi etrafındaki sisler dağılmaya, Kuvayi Milliye Destanı’nı Yön’ün ek olarak verişi sonrasında şiirleri günlük yaşamın sıradan ayrıntılarında kökleşmeye başlar. Aynı yıllarda Memet Fuat, tüm şiirlerini De Yayınevi’nde yayımlamaya girişir. 1965’te TİP’in 15 milletvekiliyle meclise girişinin ardından Nâzım kısa süre içinde hem okurlar hem edebiyat çevreleri önünde şiirimizin olduğu kadar sosyalizm davasının da en büyük adı olarak kabul görür. Sağcı kalemler antikomünizm histerisiyle saldırdıkça Nâzım’ın efsaneden gerçeğe dönüşü hızlanır. 

Nâzım Hikmet etkisi, bir siyasal süreç ürünü olmakla birlikte, daha da çok, onun şiirinin hem içerik hem biçem yönünden ufukları çok geniş bir estetik oluşumu yansıtmasından gelir. “Grev” şiirinden “Saman Sarısı”na; “Yüksek tuğla bacalarda dumanlar donakaldı” imgesinden, “sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” tecrübesine açılan serüvende Nâzım’ın şiire hiçbir zaman ideolojinin aracı olarak bakmadığı, tersine ideolojiyi gündelik yaşamın somut ayrıntılarıyla her yönden zenginleştirmeye çalıştığı bugün ayan beyan ortaya çıkmıştır. Nâzım, şiiri ideolojinin küf tutan öğeleriyle karartmak yerine, onu yaşamda yıkanmaya yöneltmiş; ideolojinin gölgesinden gün ışığına çıkarmanın savaşını vermiştir.

TÜRKİYE İŞÇİ SINIFINA SELÂM

Türkiye işçi sınıfına selâm!

Selâm yaratana!

Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm!

Bütün yemişler dallarınızdadır.

Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,

haklı günler, büyük günler,

gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,

ekmek, gül ve hürriyet günleri.


Türkiye işçi sınıfına selâm!

Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,

toprağa, kitaba, işe hasretimizi,

hasretimizi, ayyıldızı esir bayrağımıza.


Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm!

Paranın padişahlığını,

karanlığını yobazın

ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm!


Türkiye işçi sınıfına selâm!

Selâm yaratana! // 12 Ağustos 1962

BEYAZIT MEYDANINDAKİ ÖLÜ

Bir ölü yatıyor

on dokuz yaşında bir delikanlı

gündüzleri güneşte

geceleri yıldızların altında

İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda.


Bir ölü yatıyor

ders kitabı bir elinde

bir elinde başlamadan biten rüyası

bin dokuz yüz altmış yıl Nisanında

İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.


Bir ölü yatıyor

vurdular

kurşun yarası

kızıl karanfil gibi açmış alnında

İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.


Bu ölü yatacak

Toprağa şıp şıp damlayacak kanı

silahlı milletim hürriyet türküleriyle gelip

zaptedene kadar

büyük meydanı. // Mayıs 1960


Seyyit Nezir/Aydınlık