Şarkıcı Kıraç’ın açtığı Türk dilinin önemi konusunda, 15 yıl emek vermiş ve 44 bin 600 kelime ve 130 bine yakın anlamdan oluşan, ülkemizin en büyük iktisadi ve idari bilimler sözlüğünü hazırlamış bir kişi olarak fikrimi söyleme hakkım olduğunu düşünerek, bu satırları yazıyorum.

EBRU ÖZTÜRK

İki farklı noktadan dilimiz bozuluyor. Ben de konunun diğer yüzünü göstermeye çalışacağım.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkçeden başka, Fransızca, İngilizce, Arapça, Bulgarca ve biraz Almanca konuşabildiğini hepimiz biliyoruz. Hem de savaş sırasında yabancı romanları okuyabilecek, Fransa’da Picardie Manevralarını izleyebilecek, Kur’anı Kerim’in Türkçe mealini kontrol edebilecek, Bulgaristan’da ülkesini ataşe olarak temsil edebilecek kadar... Tüm bu bilgilere karşın, milletin en önemli varlığının vatan ve dil olduğunu düşünerek; ilk kurduğu kurumlar Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu olmuş ve “Yüksek istikbalini bilen Türk milleti de, yabancı dillerin buyruğu altından kurtulmalıdır” sözü kurumun girişine yazılmıştır.

EN ESKİ DİL

Osmanlı devleti yönetiminde, üç kıtaya yayılmamıza karşın, herkes kendi dilini konuşmaktaydı. Bugün insan hakları diyen, senelerce sömürge ülkelerini yönetmiş emperyalist ülkeler ise, ilk önce o ülkelerde kendi dillerini halka öğretmişlerdi. Cezayir’e gidince Fransızca, Rodos’a gidince İngilizce konuşulduğunu, oysa senelerce o ülkelere Türklerin hakim olduğunu ama Türkçeyi bilmediklerini de biliriz...

Ülkemizde bulunan yabancı şirketlerin, yönetim kadrosunda görev yapan yabancı uyruklu kişiler, toplantılarını hep kendi dilleriyle yaparlar. Biz ise başka ülkede yatırım yapsak bile, bulunduğumuz ülkenin dili ile konuşuruz. Çünkü yabancılar gerçekten dillerine sahip çıkmaktalar. İlk yaşamın başlangıcı olarak düşünülen batan ada yani Mu Adası ile ilgili araştırmalar, Atatürk’ün yaşadığı dönemde gerçekleştirilirken, önderimiz J. Churchward’ın yaptığı araştırmalar birçok yazının eski Türkçe ile benzettiğini göstermektedir. Aslında en eski dildir; Türkçe. Bunu bile çoğumuz bilmiyoruz...

BEĞENDİLER ‘AMA’

Peki bugün Türk Dil Kurumu nasıl çalışıyor? 2003 yılında ülkemizde bir ilki gerçekleştirmek için yola çıkmaya karar vermiştim ve ilk akademik iktisadi ve idari bilimler sözlüğünü hazırlamıştım. Bu çalışmayı Anadolu Üniversitesine taşıdım. Öğrencilerin anlamadığı/bilmediği/unuttuğu kelimelere, internetten herhangi bir bilgi yerine, doğru ve akademik bir veriye ulaşması ilk hedefimdi. Bu çalışmayı 2013 Mayıs’ında Anadolu Üniversitesi rektör yardımcısı ve açık öğretim dekanı ile görüştüm. Beğendiler ama “31 yıl sonra ilk kez tüm kitaplar değişecek” dediler. Çok kötü olmuştum, gözümde yaşlar donarak rektörlükten ayrıldım. 16 bin 800 kelime ve 48 bin tanıma akın veriden oluşan, 2003’den bugüne hazırladığım çalışma ‘ama’ sözcüğü kullanılarak, kenara kaldırılmıştı.

KAPSAMLI ÇALIŞMA

Doğru ve gerekli bir çalışma yaptığımı düşünerek, ikinci çalışmaya başladım ve 2019 başında tamamladığım çalışma ile 44 bin 600 kelime ve 130 bine yakın kelime anlamından oluşan çok geniş bir sözlük hazırladım. Bu çalışmalar devam ederken, birçok resmi kurum ile görüşmeler yaptım. Sözlüğün yüzde 70’ i akademisyenlerin tanımı, bulamadığım kelimeler için önce Türk Dil Kurumu sözlüğüne, orada da bulamadıklarım için siyasal tanımlarda tbmm.gov.tr, hukuk için tbb.org, muhasebe için muhasebeturk.org gibi sitelerden destek alarak bu çalışmamı tamamladım.

Bu konuda karşılaştığım en ilginç konu ise Türk Dil Kurumu Bilim Kurulu üyesi ve yayın yönetmeni Mehmet Ölmez ile Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yaptığım görüşme idi. Kendisine “Bazı kelimelerin anlamları henüz TDK’da tanımlanmamış, birçoğu Türkçemize yeni giren kelimeler. ‘Printer, scanner, mail’ gibi ağız alışkanlığı kazanmadan sizinle beraber bir çalışma yapabilir miyiz?” Sayın Ölmez şöyle dedi: “Zaten benim bugün Türk Dil Kurumu’nda son günüm. Benimle çalışma yapamazsınız ama, bir kelime iki yıl kullanılmadan, yani o kelimeye gereksinim olduğu düşünülmeden, Türkçe bir kelime karşılığı verilmez.” Bu konuşma bana çok ilginç gelmişti. Ondan sonra ‘printer, taksi’ gibi yabancı kelimeler alışkanlık haline geliyor ve kullanıyoruz. Bu da Türkçemizin her geçen gün bozulmasına neden oluyor. Aynı yabancı dille eğitim verilip, Türkçemizin unutulmasında olduğu gibi...

DİLİMİZE SAHİP ÇIKMALIYIZ

Yaptığım çalışmayı, senelerce TRT’de öğrencilere ders vermiş eğitimci Cihad Şener ile görüştüm ve sözlüğüm ile ilgili kendisine bilgi verdim. Tek söylediği cümle şu oldu “Harika bir çalışma yapmışsın kızım. Ama yanlış ülkede” deyince, anlayamadım hocam dedim. “Eğer sen bu çalışmayı Danimarka’da yapsaydın, hükümet senin senelerini harcaman ve ülkesinin dilini genişlemesi için seni ödüllendirir, hatta bir daha çalışmana bile gerek kalmazdı. Ama sen bu meşakkatli ve güzel çalışmayı yanlış ülkede yapmışsın” demişti. Aslında çok haklıydı. Geçen yıllar ve devlet kurumları ile görüşmelerim, hep Cihad Beyi haklı çıkarıyordu.

Bence hem millet olarak kendi dilimizi ülkemizde ve yurt dışında kullanmayı bilmeli, hem de Türk Dil Kurumu, yeni bir kelime gelir gelmez, bunun Türkçe karşılığını hemen vermeli. Önce devlet, sonra Türk Dil Kurumu, daha sonra bizler dilimize sahip çıkmalıyız. Biz çocuklarımıza nirengi noktasını öğretmediğimiz için pik noktasını, güdüleme kelimesinin yerine motivasyona, eşleme kelimesinin yerine senkronizasyona yönlendiriyoruz. Bunlar da yetmez gibi, gençlerin kullandığı ‘ka oldum, ay ben şok, trol çağı, kanka’, gibi kelimelerin yanısıra; kardeşim yerine ‘karşim’ kızlar için ‘ablan star bebeğim’, erkekler için ‘adam king’ gibi kelimelerle, Türkçemizi kirletmemeliyiz. 15 yıl boyunca Türkçemize binlerce kelime katmaya destek vermiş ve ilk akademik iktisadi ve idari bilimler sözlüğünü hazırlamış kişi olarak, halkımızı Türkçemize davet ediyor ve bu konuya parmak basmaktan mutluluk duyuyorum.


Aydınlık