BM New York Zirvesi hayli renkli geçiyor.

Al Gore’un proje çocuğu İsveçli Greta’yı bir kenara bırakırsak, zirveye Trump’ın şu sözleri damgasını vurdu.

“Bilge liderler her zaman kendi toplum ve ülkelerine öncelik verirler. Özgürlük ve Demokrasi istiyorsanız bağımsızlığınıza sahip çıkmalısınız. Gelecek küreselcilerin değil, yurtseverlerin olacaktır”

İyi veya kötü, ama bir gerçeği söyledi.

Küreselcilerin çağının sona erdiğini ilan etti.

Ama küreselciler de savaşmadan bırakmayacak.

NeoconSiyonist Bolton’u görevden alan Trump, Rusya, İran, Türkiye ve Çin ile yumuşama dönemine hazırlanıyor.

İsrail, ABD ve İngiltere’deki müesses finans kapital nizamı da hemen karşılık verdi.

Neoconların Hillary kadar hızlı isimlerinden Nancy Pelosi, Başkan Trump için azil sürecini başlattığını duyurdu.

Gerekçe ise Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky ile görüşmesinde, Trump’ın olası demokrat rakibi Joe Biden ve oğlunun Ukrayna’da çevirdiği dolaplar hakkında soruşturma başlatmasını istemesiydi.

Rusya’nın seçimlere müdahalesi bitti şimdi Ukrayna işi çıktı.

Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, bunun seçimlere gölge düşüreceğini belirtti.

Ancak azlin mümkün olabilmesi için senatoda 20 cumhuriyetçi senatörün demokratlara destek vermesi gerekiyor, üçte iki çoğunluk için.

Ki, bu da zor görünüyor. Ama müesses nizamda oyun çok.

Trump ilginç bir adam.

Önce ortalığı karıştırıp kavga çıkartıyor, ardından pazarlığa oturuyor.

Mesela 2 yıl önce Kuzey Kore ile savaşırız filan derken, Kim Jong Un ile muhabbeti arttırdı, daha geçen gün Kuzey Kore’yi ziyaret eden ilk ABD Başkanı oldu!

Tipik bir işadamı taktiği.

Derinlik yok ama sezgi güçlü.

Yaşadığımız dönemde kapitalist batılı dünya liderlerinin pek çoğu böyle.

Trump, Boris Johnson, Bolsonaro, Netanyahu, Macron, Selman, Erdoğan, Duterte, Modi ve diğerleri.

Küreselci nizamın tornasından çok, sistemden şikayetçi popülist iktidar yürüyüşüyle geldiler.

Çoğu zaman sezgi ve hatta duygularıyla hareket ediyorlar.

Egolar yüksek.

Şoven tarafları var.

Strateji veya jeopolitik bilincinden çok, günübirlik taktik manevralarla ilerlemeye çalışıyorlar.

Ortak bir noktaları daha var.

Küreselci değiller, etnik, dini, ulusal veya bölgesel bakış açıları var.

Ancak bu noktada belirleyici olan Trump’ın “ulusalcılığı”.

Dayanak noktaları o.

Belki Netanyahu’yu bir istisna olarak ayırabiliriz, güçlü Yahudi lobisi sayesinde ABD politikalarına nüfuz edebiliyor.

Ancak onun da işi artık kolay değil, hem hükümette işi zor, hem İran konusunda yalnız kaldı.

Bolton gibi bir müttefikini yitirince işler karıştı, İsrail de azil yanlısı gruba katıldı.

Hatta, İran ile yumuşama sinyalleri veren Trump’a karşı Suudiler de isyan bayrağı yükseltti.

Suudi basını, Trump’ın kendileri için savaşmayacağını açıkça ortaya koymasını sert dille eleştiriyor.

Bu arada belirtmem lazım, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin son bir aydaki fotoğraflarına iyi bakınız.

Hep gülümsüyor ve halinden memnun.

Aramco saldırısında bile istifini bozmadı.

Trump’ın yola geleceğini biliyor, pazarlıkta elini güçlendiriyor.

Gerçi İran ile iş yapan Çin firmalarına da yaptırım kararları geldi son olarak ama bunun artık pek bir önemi yok.

İran, Rusya ve Çin ile birlikte ambargoları kırmaya başladı. Avrupa da İran’a yakın bu konuda.

ABD’nin yaptırımları doların gidişini hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Zaten Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, BM genel merkezinin artık ABD’de olmaması gerektiğini de New York’ta dile getirdi.

Dolar ile birlikte Bretton Woods kurumları toptan sorgulanıyor yani.

ERDOĞAN’IN ABD’YE SICAK TAVRI

BM New York Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan ilginç çıkışlar gözledik.

Kürsü konuşmasında Filistin’e sahip çıktı, Suriye’deki insanlık dramını Aylan bebeğin o acı fotoğrafıyla anlattı. Keşke Doğu Akdeniz ve KKTC’yi de konuşsaydı biraz.

New York’ta önce Amerikalı Yahudi kuruluşları temsilcileriyle bir araya geldi ardından, İsrail devleti karşıtı anti Siyonist Yahudilerle buluştu.

Suriye ile barışmadı, Mısır Cumhurbaşkanı ile masaya oturmadı ama ABD askerleriyle başlayan devriye sonrası ABD’ye çiçek gönderdi.

Amerikalı Ticaret Bakanı’nın 100 milyar dolarlık ticaret vaadi. Trump’ın yumuşama sinyalleri, yumuşak karnı ekonomi olan Erdoğan’ı umutlandırmış olacak ki, sıcak mesajlar verdi.

Bakın Türkiye’de çok kızdığı Fox TV’ye ABD’de ne dedi:

“Bizim için S400 olayı Türkiye Amerika ilişkilerini kesinlikle bozmamalı. Kaldı ki S400'ler zaman Yunanistan'da, Bulgaristan'da, Slovakya'da var. Onlar da NATO ülkesi... Stratejik ortak olarak bakıldığında ne Rusya ne İran NATO ülkesi. Biz NATO'da ABD ile beraberiz.”

Buyurun buradan yakın.

PKK’ya tam 72 bin tır silah veren ABD ile sırf dolar açığımız var diye bir türlü “kötü” olamıyoruz.

Arada yaptığımız efelenmeler de ciddiye alınmıyor.

Ha bu arada New York’tan Trump telefonla aranıyor.

Trump o sırada Houston Teksas’ta çünkü.

Peki yanında kim var?

Hindistan Başbakanı Narendra Modi.

Trump’ın yeni gözdesi.

Tüm yumuşamalarının anahtarı, Hindu milliyetçisi Amerikan muhibbi Modi.

TRUMP MODİ İLE HAZİNE BULDU


Selman bile kıskandı.

Netanyahu haset etti.

Boris yan gözle baktı.

Narendra Modi, artık Trump’ın en kıymetlisi.

Ortadoğu’da işleri biraz rölantiye alıp rotayı Keşmir’e çevirdiler.

Hindu fanatiği Modi, Azad Keşmir’de sıkıyönetim ilan etti ve Pandora’nın kutusunu açtı.

Keşmir ABD için altın değerinde bir nifak kaması.

Çin ile Rusya’nın arasına Hindistan gibi dev bir kamayı sokmak demek, ABD’nin rüyasında görebileceği bir nimet çünkü.

Hindistan Rusya’nın geleneksel müttefiki.

Şimdi Çin’in yanına kayan Pakistan’ın ise ezeli düşmanı.

Çin’in de öyle.

Çin ve Hindistan’ın geçmişte sınır yüzünden savaştığını pek fazla kimse bilmez.

Hindistan, Çin’in Kuşak ve Yol projesinden, İndo Pasifik’teki diplomatik ve ticari yayılmasından hiç memnun değil.

Keşmir’de Çin’in de ufak bir bölgesi var bu arada.

Yani Keşmir sorununda Çin, Müslümanlardan yana.

ABD ve Rusya ise Hinduların tarafında.

Alın size Avrasya’ya TrumpModi kaması.

“Howdy Modi” başlıklı Teksas mitinginde ikisi el ele tutuşup, Amerikalı ve Hint kökenli kalabalığı selamladı.

Modi mitingde Trump’a hayran olduğunu söyledi.

Çin’den de Modi’ye uyarı niteliğinde bir yanıt geldi.

Çin’in Global Times gazetesinde çıkan Shi Tian imzalı yazıda, Hindistan’ın ekonomik olarak zor durumda olduğu ve bölgede işbirliğinden başka çaresinin olmadığı hatırlatıldı.

“Hindistan Çelişkili Çin Politikalarından Vazgeçmeli” başlıklı makalede şu ifadelere yer verildi:

“Hindistan'da ciddi bir ekonomik kriz yaşanıyor. 2019 yılının ikinci çeyreğinde, ülkenin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) büyümesi analistlerin beklentilerinin tersine, beş yılın en düşük seviyesi olan yüzde 5'in altına geriledi. Oysa 2018 yılında birçok iktisatçı, Hindistan'ın dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olma potansiyeline sahip olduğuna inanıyordu ancak Hindistan ekonomisinin büyüme hızı son mali yılın aynı çeyreğinde yüzde 8'den yüzde 5'e düşerek tüm bu öngörülerin gerçekleşmesinin imkânsızlığını gözler önüne serdi. Bu bağlamda Modi'nin son hamleleri, yerel sorunların üzerini örtme ve halk desteğini pekiştirme amacı güdüyor…Çin sınırı boyunca (Güney Tibet’te) sık sık askeri tatbikatlar yapan Hindistan, hayali bir düşman olarak gördüğü Çin'i açıkça hedef alıyor.”

BU ESNADA VENEZUELA VE SURİYE’DE

New York ve Texas’ta bu gelişmeler yaşanırken, Greta kızımızın (gelecek yazıda ayrıntılı olarak Greta’yı ele alacağım. HV) hiç değinmediği emperyalizmin hedefindeki mazlum milletler cenahında da ilgin gelişmeler yaşanıyor.

Suriye’de yaşayan Fransız gazeteci Thierry Meyssan’dan alalım haberi isterseniz:

“Suriye ve Venezüella 16 Eylül’de bu yolda bir adım daha atmıştır. Aynı gün, İran, Rusya ve Türkiye ‘Suriye Anayasa Komisyonu’nun, Venezuela da hükümet temsilcilerini ve yurtsever muhalefeti bir araya getiren ‘Diyalog Masası’nın oluşturulduğunu ilan etti. Bu masa, anayasal hükümetin, Norveçli arabulucular huzurunda, kendini devlet başkanı ilan eden Juan Guaidó’nun temsilcileriyle Barbados’ta yapmış olduğu müzakerelerin yerini almaktadır. Juan Guaidó bu müzakereleri daha baştan ‘tükenmiş’ ilan ederek masayı bizzat terk etmişti. Aynı şekilde, Suriye Anayasa Komisyonu, hükümetin BM himayesinde ‘ılımlı’ cihatçılarla yıllardır yürüttüğü müzakerelere son vermektedir.

Bu kayda değer ilerleme, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın henüz atanmamış olduğu bir dönemde kamuoyuna açıklandı. John Bolton’un yerine Robert O’Brien’in geçmesi Washington’da yeni bir söylemin hakim olmasını desteklemektedir. İki adam her ne kadar « Amerikan istisnacılığı » gibi aynı ideolojik referanslara sahipse de, birbirine tamamen ters tarzları vardır: birincisi tüm dünyayı savaşla tehdit ederken, ikincisi profesyonel bir müzakerecidir.”

Öte yandan, New York’a gelmeyen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Venezuela lideri Nikolas Maduro’yu Moskova’da ağırladı. Putin, Venezuela’daki meşru hükümeti ve Maduro’nun muhalif güçlerle diyaloğunu desteklediğini söyledi. Bu görüşmenin olduğu saatlerde Rus askeri teknik heyet de Rusya’nın sattığı ‘askeri teçhizatın’ bakımı için Karakas’a indi.

“Büyük Resim”de son durum budur yani.