Geçen haftaya Suriye, İdlib’den üzücü bir haberle başladık. İdlib’de Türk Silahlı Kuvvetleri kontrolündeki gözlem noktalarına destek götüren konvoyumuz vuruldu. 8 şehit verdik. İdlib’de bir fırtınanın patlayacağını aslında Türkiye’de Suriye konusuna akıl yoran pek çok kişi söylüyordu. Emekli General Nejat Eslen, Oda TV’de bu üzücü olay olmadan 24 saat önce yazdığı yazısında adeta karar vericileri ikaz ediyor, Türkiye’nin Astana sürecinde verdiği sözleri yerine getirmediği veya getiremediği için Rusya’nın artık toleranslı davranmadığını ve İdlib’deki gelişmelerin TürkiyeRusya ilişkilerini zora soktuğunu ifade ederek, önlem alınmasını tavsiye ediyordu.
KAZANAN KİM OLDU?
İdlib’de Türk askerlerine saldırı öncesinde İdlib’de 4 Rus askerinin öldürüldüğü medyada yer aldı. Aslında gerek Rus gerekse Türk askerlerine yapılan saldırıların kimler tarafından yapıldığı konusunda da akılları karıştıran hususlar var. Bazı analistler batılı istihbarat örgütlerinin rolünü öne çıkarıyor. “Bu saldırılardan kim yararlandı?” sorusunu sormamız lazım. Rusya, Türkiye ve Suriye Hükümeti kesinlikle kaybedenler tarafında. Kazananlar belli: ABD ile Türkiye’de tek kutuplu Atlantik sistemin ve ABD hegemonyasının devamını isteyenler! ABD, zaten İdlib’i her geçen gün gelişen TürkRus ilişkilerinin zayıf halkası olarak görüyordu. İdlib karıştırılmaya ve yeni kaos senaryoları üretilmeye uygun bir alandı. Müslümanın Müslümana kırdırılmasına en uygun test alanıydı. Çin’deki salgının ülke ekonomisine vurduğu dev darbenin ABD’ye stratejik bilek güreşinde nefes aldırdığı bir ortamda TürkRus işbirliğine uçak düşürme krizinden sonra en önemli zararın verildiği bu olay, şüphesiz Amerikalı oyun kuruculara ve stratejistlere moral vermiştir. Zaten olaydan kısa süre sonra önce ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü “Müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız” derken ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Türkiye’nin İdlib’de kendini savunma eylemlerine destek veren bir açıklama yaptı. Bu açıklamalar, üzücü olay yaşanmadan önce Türkiye’de “İdlib’e ABD ve AB müdahale etsin” diyen Atlantikçi çevrelere de büyük moral verdi. Maalesef İdlib cephesi, aklıselim hakim gelmezse, kısa ve orta vadede Türkiye’nin enerjisini acil jeopolitik çıkarları dışında harcayacağı bir alana dönüşecek.
RUSYA SURİYE’DEN VAZGEÇMEZ
Olur da Türkiye, Suriye devleti ile savaş haline geçerse son derece tehlikeli bir sürece sürükleniriz. Zira Rusya karşımıza çıkar. Jeopolitik öncelikleriyle hareket eden Rusya, bugüne kadar Suriye’den ve Esad rejiminden vazgeçmeyeceğini söylem ve eylemleri ile belirtmiştir. Sekiz yıllık iç savaş boyunca ABD ve AB’yi karşısına almak pahasına Suriye’ye destek veren Moskova’nın, Ankara’dan gelen talepler doğrultusunda söz konusu politikasını değiştirmesi mümkün değildir. Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği ile sıkıştırıldığı bir ortamda Tartus ve Lazkiye’de soğuk savaştan bu yana sahip olduğu üsleri terk etmesi bu aşamadan sonra düşünülemez.
MEZHEPÇİLİK VE JEOPOLİTİK
Diğer yandan Türkiye’nin mevcut iktidarının Suriye’ye bakışında en önemli rolü oynayan mezhep perspektifin maalesef jeopolitik perspektifin çok önünde olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye, baştan Suriye iç savaşına taraf olarak çok büyük hata yapmıştır. Bu siyaset, FETÖ darbe girişimi öncesi ABD istekleri paralelinde şekillendirilmiş ve maalesef Suriye politikalarına yön vermiştir. İç savaş ortamındaki Libya’da BM tarafından tanınan hükümete destek veren Türkiye, Suriye’de bu kez BM’de tanınan bir hükümete karşı tutum takınıyor. PKK, PYD, YPG ile mücadelede doğru bir şekilde jeopolitik kartı kullanan Türkiye, İdlib’de farklı davranabiliyor. Ancak ideolojik yaklaşım jeopolitik satrançta önem arz etmez. Rusya, bu konuda en güzel örnektir. Her ne kadar Trump döneminde İsrail tarafından vekil devlet gibi kullanılsa da, ABD de jeopolitik çıkarlarına bakıyor. Demokrasinin günümüzdeki sözde bayraktarı olarak Suudi Arabistan’da orta çağdan bile uzaktaki gerici rejime desteğine; Suudilerin Yemen’de sürdürdüğü soykırıma dolaylı destek olmalarına ne demeli?
21. YÜZYIL TÜRKİYE JEOPOLİTİĞİ ESAS OLMALIDIR
Söz konusu süreçte Türkiye acil, açık ve yakıcı jeopolitik önceliklerine odaklanmalıdır. Bu önceliklerin başında denize çıkışı olan kukla bir Kürt Devletinin önlenmesi; Doğu Akdeniz’de vazgeçmemiz istenen deniz yetki alanlarının korunması; KKTC’deki askeri varlığımızın her koşulda devamı ile Libya’da mevcut durumun Türkiye çıkarları ile uyumunun sağlanması olmalıdır.
Aksi takdirde Doğu Akdeniz’deki pek çok kazanımlarımızı heba edebiliriz. Bu hedeflere erişimde Rusya ile işbirliği esastır. Bu satırları yazarken Fransız Uçak Gemisi Charles De Gaulle’ün, ülkede kontrolünü genişleten Suriye rejimine müdahale etmek için Doğu Akdeniz’deki yerini aldığını ve İsrail’in Şam’ı hedef alan son saldırılarını hatırlatırım. Kısacası emperyalizm her zaman pusudadır.
SURİYE İLE KAN DAVASI SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİLDİR
Diğer yandan her türlü zorluğa rağmen, Suriye hükümetinin bu süreçte kazanan taraf olduğu, ülkede kontrol ettikleri alanların her geçen gün büyümesi ile anlaşılmaktadır. Bu koşullarda kendi ülkesel bütünlüğünü korumaya çalışan, bugünkü koşullarda arkasına dünyanın en büyük ikinci askeri gücü olan Rusya’yı alarak 9 yıldır süren iç savaşı kazanan tarafta görünen Suriye Hükümeti ile sonsuz bir kan davası içinde sürüklenmek Türkiye gibi bölgenin en önemli gücünün enerjisini azaltır. Bu negatif enerji akışının Doğu Akdeniz cephesine menfi etkileri mutlaka olur. Türkiye, Atlantik mandacılarının ve 21. Yüzyıl mezhep tacirlerinin tuzağına düşmeden, jeopolitik çıkar odaklı Suriye politikası uygulamalı, gücünü uluslararası hukuk ile cumhuriyetin devlet geleneğinden ve Atatürk vizyonundan almalıdır.