Dr. Doğu Perinçek'in “Türkçe Kökler” kitabı Kaynak Yayınları'ndan çıktı. Kitap Türkçenin gücünü, yaygınlığını, doğudan batıya diğer dillerle ilişkisini inceliyor. Ama Perinçek'in kitabının ayırıcı özelliği, “Og'dan Ogur'a” kitabında olduğunu gibi, dili tarih, toplum, sosyoloji, antrapoloji ve özellikle de devlet kuramı açısından ele alması.

Perinçek; Türkçe ile Farsçanın, Rusçanın, İsveççenin, İngilizcenin, Almancanın, Balkan dillerinin ve Çincenin ortak binlerce sözcüğe sahip olduğuna dikkat çekiyor. Yani Türkçe yalnızca başka dillerden kelime almamış. Öteki dillere binlerce kelime vermiş. Perinçek'in yabancı dillerden sözcük alma konusundaki uyarısı çok önemli: “Dilimizde karşılığı varken yabancı sözcüklerin sokulması, aynı zamanda halka karşı bir eylem, halkla arayı açmak, halka sırt dönmek, halktan kopmak, dahası halkı aşağılamak, düpedüz züppelik!”(1)

GÖKTÜRK KİTABELERİ

Türkçe sondan eklemeli bir dil. Kök ve eklerle uğraşmak, bulmaca çözmek gibi keyifli. Aslında Türkçenin kökenine tam olarak inemiyoruz. Elimizdeki yazılı kaynaklar buna olanak vermiyor. En eski yazıtlardan olan Göktürk Kitabeleri'ne baktığımızda, yeni ortaya çıkan değil, olgunlaşmış, zengin bir dille karşılaşıyoruz.

Türkçe köklerin bir veya iki harften oluştuğunu görebiliyoruz.

Örneğin, “i” harfi de bir kök. Türkçede bağ, bağlama ile ilgili her sözcük buradan türemiş: İp, iplik, ilmek, ilgi, ilişki, ilke, ile, il, iç, içsel, içten, ileti, iletişim, iz, in... Yine “ö” harfi. Akılla ve düşünmekle ilgili her şey bu kökten türemiş: Öğrenmek, öğrenci, öğretmen, öğüt, öğe, Tarama Sözlüğü'nde karşımıza çıkan ögreyük (gelenek), öglemek (hatırlamak), öglenmek (aklı başına gelmek)...

İşte Perinçek'in kitabı, okurun zihnini çalıştırıyor. Yeni bağlantılar için harekete geçiriyor. Var/Ver/Ber kökü anlatılan bölümde aklıma hemen şu geldi: “Kızılderililer Türkmüş, Bering Boğazı'nın donması sonucu bu kıtaya gelmişler” savındaki Bering Boğazı, “Var”dan geliyor olabilir mi? Araştırılmaya değer bir konu.

Göktürk Kitabeleri'ne baktığımızda, yeni ortaya çıkan değil, olgunlaşmış, zengin bir dille karşılaşıyoruz.

BİLGE KAĞAN'IN DEMİR KAPIYA GÖNDERDİĞİ ORDU

Biz de Türkçenin zenginliğine bir katkı yapmak istiyoruz. “Sü” kökünü ele alacağız.

Türkçede en dikkat çeken köklerden biri “sü” kökü. Eyuboğlu'nun “Türkçe Kökler Sözlüğü”nde, bu kök ayrıca ele alınmıyor. “sub” kökü için, “kaş” karşılığı veriliyor ve “Asya Türkçesinde geçerli bir kök değildir” notu düşülüyor. Bu bölümde “sü” için, “Öte yandan, yalnızca su (sü) sözcüğünden üretilen subay/subay (su/er, asker, bay/bey de erlerin başında bulunan, yöneten kimse).” ifadesine yer veriliyor.(2)

“Sü”yü bugün de kullanıyoruz: “Sü (su) uyur düşman uyumaz.” Yani asker uyur, düşman uyumaz. Sü+bey=subay, Sü+başı=subaşı gibi tarih boyunca kullanılan askerî ünvanlar da buradan türemiştir.

Göktürk Kitabelerinin Kültigin Abidesinin güney cephesinde şunlar yazar: “İlgerü Şantung yazıka tegi süledim, taluyka kiçig tegmedim. Birigerü Tokuz Ersinke tegi süledim, Tüpütke kiçig [teg]medim. Kurıgaru Yinçü ög[üz] keçe Temir Kapıgka tegi süledim. Yırıgaru Yir Bayırku yiringe tegi süledim.”(3) Yani, “Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı. Göneyde Dokuz Ersine kadar ordu sevk ettim, Tibet'e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapıya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim.” der.

UR KENTİNİN KORUYUCUSU TÜRKÇE Mİ KONUŞUYORDU?

Bilge Kağan'ın orduları, yalnızca belirttiği coğrafya ile sınırlı kalmamış. Oden'in 8 bacaklı ve gri renkli atı Sleipnir'in sırtında, dünyayı dolaşmış. Mezapotamya'dan Anglosakson dünyasına kadar geniş bir coğrafyada o orduları görebiliyoruz. Bunu “sü” kökünün macerasından, yolculuğundan anlayabiliyoruz.

“Sü”, asker demek. Askerî terimlerin ve güçle ilgili kavramların (Sürmek, süpürmek, sürtmek...) buradan türediğini görüyoruz. İlginç olan, birçok dilde askerî ve güçle ilgili kavramların “sü, su, so” şeklinde varlığını sürdürdüğü karşımıza çıkıyor.

Devlet, artı değerin yani üretim fazlasının bir sonucuydu. Üretim fazlasına el koymak, korumak, paylaştırmak için silahlı bir güç gerekiyordu. İlk devletler Mezopotamya'da karşımıza çıktı. Bilinen ilk yazılı dil olan Sümerceyi incelediğimizde, askerî terimlerin ve güç kullanımının “su/sü” ile ilgisini görüyoruz:

Su(b), suub, sub: Ovmak, silmek, ovmak, cilalamak için; biçmek üzerine sürmek. (Yani güç uygulamak.)

Sukalam(ma): Milletin refahı.

Suzi: Korku

suziri: Üzerine korku salmak.

Subur: Köle

Sud/sù(dr): Ur şehrinin koruyucusu, hamisi.

Suh(h)a: Seçilmiş, birinci kalite askeri birlikler.

Sukkal: Vezir, Şansölye, Bakan.

súr, šúr, sumur: Öfkeli, korku uyandıran.

Sùr, sur: Hendek, çukur. (4)

Bunlara ek olarak Aramca'dan Arapça'ya geçen, “haksız güç” anlamına gelen “Sulta” ve “Egemen olma, iktidar sahibi olma, hükümdar olma” anlamına gelen, “Sultanlık” ve “Sultan” kelimelerinin kökü acaba Sümercede olabilir mi diye sorabiliriz. İbranicede de, İbranice şālaṭ שלט “Elle tutma, (bir ülkeye) sahip olma” fiil bulunuyor.

Sümerlerin Sud'u, Türklerin Kağan'ı, Arapların Sultan'ı... Hepsi gücü, askeri yani “sü”yü elinde bulunduranlar, sevk edenler...

SUPERMAN GÜCÜNÜ KRIPTON'DAN MI ALIYOR YOKSA TÜRKÇEDEN Mİ?

“Bunca milleti düzene sokan” Bilge Kağan ordularıyla beraber Kripton gezegenine çıkmış, dünya düzenini yeniden sağlamak üzere “Superman” olarak geri dönmüş.

Batı dillerinde “Asker” anlamına gelen, Latince “miles”ten türeyen sözcüklerin (Military, militaire vb.) yanı sıra, “sü” kökünden türeyen sözcüklerin de kullanıldığını görüyoruz. “Sü” kökü, Batı dillerinde “su, so” şekline dönmüş olarak karşımıza çıkıyor. Asker sözcüğü, İngilizce, Almanca, İsveççe hatta Fransızcada “so” ile başlıyor.

İngilizce: Soldier.

Almanca: Soldat.

İsveççe: Soldat.

Norveççe: Soldat.

Danca: Soldat.

Fransızca: Soldat.

Romence: Soldat.

Rusça: Soldat.

İrlandaca: Saighdiúir.

İskoçça: Saighdear.

İspanyolca: Soldado.

Portekizce: Soldado.

İtalyanca: Soldato.

Yine Batı dillerindeki “kılıç” sözcüğünün de bu kökten türemiş olma ihtimali düşük değil.

İngilizce: Sword (Süvord okunur.)

Almanca: Schwert (Şüveert okunur.)

İsveççe: Svärd.

Norveççe: Sverd.

Danca: Sværd.

Fransızca: Sabre.

Romence: Sabie.

Rusça: Sablya.

İspanyolca: Espada.

Portekizce: Espada.

İtalyanca: Spada.

Yine İngilizceye baktığımızda, “su” ile başlayan ve “asker”, “güç”, “zor” anlamına gelen çok sayıda sözcük tespit ettik. Bu tespitimizi dikkatinize sunuyoruz:

Subaltern: Askeri teğmen.

Subdue: Bir yeri, halkı zor kullanarak kontrol altına almak.

Subject: Buyruğu altına almak.

Subjugate: Bir halkı buyruğu altına almak. Boyun eğdirmek.

Submit: Teslim olmak, boyun eğmek.

Subordinate: Başkasının emrinde olan kimse.

Subservient: Fazla itaatli. Uşak gibi davranan.

Subversion: Devleti, bir kurumu yıkma, çökertme.

Subversive: Devleti, bir kurumu yıkan, çökerten.

Subvert: Devleti, bir kurumu yıkma, çökertme.

Success: Başarma. Başarı.

Succour: İmdadına yetişmek. Yardım.

Succumb: Dayanamamak, direnememek, yenilmek.

Summon: Resmen emirle çağırmak.

Superintendent: Şef, amir.

Superior: Daha yüksek rütbeli. Üstün nitelikli. Amir.

Superlative: En iyi, mükemmel.

Superman: Güç ve kuvvet açısından olağanüstü güçlere sahip olan. Üstinsan.

Supervise: Gözetip denetleyerek idare etmek, gözetip denetlemek.

Supervision: Gözetim ve denetim.

Supervisor: Şef, amir.

Supplant: Birinin ayağını kaydırıp yerine geçmek.

Support: Desteklemek, arka olmak. Askeri destek.

Supporter: Destekçi; taraftar.

Suppression: Bastırma, durdurma; yok etme.

Supremacy: Üstünlük; egemenlik.

Supreme: En büyük, üstün; üstün derecedeki. En yüksek rütbeli.

Surrender: Teslim etmek; teslim olmak.

Surround: Çevrelemek, çevirmek, etrafını çevirmek/sarmak. Askeri kuşatmak, sarmak.

Surveillance: Birinin faaliyetlerini gizlice izleme

Survival: Hayatta kalma.

Survive: Hayatta kalmak; sağ kalmak. Afet, kaza veya zor bir durumu atlatmak.

Survivor: Sağ kalan kimse. Ayakta kalan şey. Zor durumları göğüsleyip atlatabilen kimse.

Suspend: Asmak; sarkıtmak. Geçici olarak yürürlükten kaldırmak; askıya almak.

Suspension: Asma, sarkıtma; asılma, sarkıtılma. Geçici olarak yürürlükten kaldırma veya kaldırılma; askıya alma veya alınma.(5)

Görüldüğü üzere Bilge Kağan'in orduları Şandung ovası ve Demir Kapı'da kalmamış. Dilden dile aktarılmış. İnsanlığın ortak mirası olmuş. “Bunca milleti düzene sokan” Bilge Kağan ordularıyla beraber Kripton gezegenine çıkmış, dünya düzenini yeniden sağlamak üzere “Superman” olarak geri dönmüş.

Perinçek kitabında, “Dünyada belki de tarih boyunca Türkçe kadar ilişkisi olan ikinci bir dil yoktur. Bir ayağımız Amerika'da, bir ayağımız Japonya'da. Her iklimden beslenen bir tarihimiz ve dilimiz var.”(6) diyor. İşte “sü” kökü de, her iklimden ve dilden beslenmiş, her iklimi ve dili beslemiş önemli bir kök.

DİPNOTLAR:

(1) Dr. Doğu Perinçek, Türkçe Kökler, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mayıs 2022.

(2) İsmet Zeki Eyuboğlu, Türkçe Kökler Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989.

(3) Muharrem Ergin, Göktürk Kitabeleri, MEB Devlet Kitapları, 1970, İstanbul.

(4) Berkeley'deki California Üniversitesi'nden emekli Asuroloji Öğretim Üyesi Daniel A. Foxvog'un “İlköğretim Sümer Sözlüğü”nü esas aldık.

(5) Redhouse, Türkçeİngilizce Sözlük.


Nadir Temeloğlu/Aydınlık