24 Ocak 1993 günü gazeteci Uğur Mumcu'nun, 17 Şubat 1993 günü de Jandarma Komutanı Org. Eşref Bitlis'in şehit edilmesiyle başlayan 1993 yılındaki suikast ve tertiplerin zirveye çıktığı eylem ise 2 Temmuz günü Sivas'ta girişilen katliamdı. Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas'a gelen aydın ve sanatçıların kaldığı Madımak Otel'e yapılan kundaklama hadisesi, kırmızı bölgede yaratılan ve Türkiye'de AleviSünni gerginliği ve yarılmasına neden olacak bir Süper NATO dediğimiz Gladyo eylemiydi. Tıpkı 1980 öncesi Türkiye'yi darbeye sürüklemek için 5 bin 300 gencimizin katledilmesi yanında Kahramanmaraş, Sivas, Malatya ve Çorum'da denenen toplu kitliamların başka bir versiyonuydu.
Açıkça “laik Cumhuriyeti ve devleti” hedef almasına rağmen Çiller Hükümetinin ciddiyetsiz yaklaşımı katliamın büyümesine neden oldu. 7,5 saatlik başkaldırıda bu durum tertipçilere cesaret verdi ve anında bastırılacak olay 35 insanın (2 de saldırgan hayatını kaybetti) vahşice katledilmesiyle son buldu. Yakalanan sanıklar ise 4 yıllık bir yargılama sonucu 28 Kasım 1997 günü 33 kişiye verilen idam cezasıyla son buldu. Tertibin arkasındaki merkeze ise hiçbir zaman gidilmedi… Oysa her haliyle önceden planlı eylemin bu yanı çok netti.
Bu olaya o günlerde ciddi manada müdahale edilse ve tertipçilerin üzerine gidilseydi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini yapan “Gladyo merkezi” dağıtılmış olacaktı. Aynı merkez 15 Temmuz öncesi de çok sayıda bombalı eylemle darbe ortamı hazırlamaya çalıştı. 4 yıldır halkımıza ve aydınlara yönelik suikast ve tertibin olmaması da üzerinde ayrıca durulması gereken bir konu…
AYDINLIK DA ŞEHİT VERDİ
Sivas katliamında Aydınlık başyazarı Aziz Nesin hayatını zor kurtarırken, yazarımız şair Metin Altıok, İşçi Partisi üyesi müzik sanatçı Hasret Gültekin ve eski çizerimiz Asaf Koçak katledilmişti. Eski TİKP üyesi şair Aydoğan Yavaşlı ile yazarımız Battal Pehlivan ise yaralı kurtulmuştu. Üç gün sonra ise Başbağlar katliamı gerçekleşti. Burada da 33 vatandaşımız katledildi. Herkes Başbağlar’da PKK’ya işaret etti. Sivas’ın sanıklarından Cafer Erçakmak gibi birçoğu yurt dışına kaçtı. ‘Güçlü bir el’ hep onları korudu. İP ve Aydınlık ise her iki olayın da peşini bırakmadı. Aydınlık o günkü yayınlarıyla da olaya karışanları bir bir teşhir etti. Aydınlıkçı Nusret Senem gibi avukatlar ise müdahil oldu.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 7 Temmuz 1993 günü düzenlediği basın toplantısında Sivas ve Başbağlar katliamının aynı amaca hizmet ettiğini vurgulayarak şunları söylemişti: “Başta ABD olmak üzere emperyalistler, Balkanlardan Kafkaslara kadar yaşadığımız coğrafyada milli ve dinsel çatışmalar kışkırtarak ‘yenidünya düzenini’ kurma peşindedirler. Türkiye bu politikanın karşısına dikilecek bir halk birikimine sahiptir. Bunu gelişmeler gösterecektir.”
28 ŞUBAT SÜRECİNDE HESABI SORULDU
Sivas Katliamının hesabı 28 Şubat sürecinde soruldu. Dava bu dönemde sonuçlandı. Tespit edilebilen sanıklara ağır cezalar verildi. Ancak katliam üzerindeki tartışmalar bununla bitmedi. Sık sık gündeme geldi. 15 Temmuz 2014 günü Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde Devlet Denetleme Kurulu Rapor hazırladı. Raporda Sivas başkaldırısının “devlete karşı suç olmadığı” iddia edildi. Oysa Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 9 Ağustos 1994 günü hazırladığı 'Esas Hakkında Düşünce'sinde olayların “Laik Cumhuriyet'e karşı başkaldırı” olarak değerlendirildi ve suçun TCK/1 maddesine girdiği kaydedildi. Bu çerçevede görülen dava, “Batı destekli irticayı birinci derecede tehlike gören" 28 Şubat sürecinden sonra karara bağlandı ve 4 yıl sonra 28 Kasım 1997 tarihinde 33 kişi hakkında idam cezası, 51 kişiye de değişik oranlarda hapis cezası verildi. Bugün ise sanıklar yeniden yargılamaya sokularak aklanmaya çalışılıyor.
28 ŞUBAT RAHATSIZLIĞI
DDK Raporunda, 28 Şubat rahatsızlığı ise şöyle vurgulanıyor: "Valilikçe kurgulanmış fiillerin varlığının kabul edildiği ve bu suretle 28 Şubat döneminin Devlet Denetleme Kurulu Araştırma ve İnceleme Raporu 1371 koşulları içerisinde oluşan siyasal ve ideolojik atmosfer içerisinde yargılamalar yapıldığı..."
Tansu Çiller ve Refahyol Hükümeti döneminde dava sürümcemeye sokuldu. Hatta Adalet Bakanı Şevket Kazan, sanıkları cezaevinde ziyaret ederek destek verdi. Kazan, 21 Ekim 1993 tarihindeki ilk dava sırasında da, sanıkların avukatlığını üstlenerek duruşmaya girdi. Milletvekilliğinden dolayı itiraz sonucu, isteği kabul edilmedi ve dışarıya çıkarıldı. 28 Kasım 1997'de açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası'nın 146/1 maddesine göre idama ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkûm edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 24 Aralık 1998'de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu.
ERÇAKMAK KAÇAKKEN ÖLDÜ
Şubat 1999 tarihinde usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000'de 33 sanık Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce yeniden idam cezasına çarptırıldı. 2002 yılında idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrildi.
Olayın kilit ismi olarak nitelendirilen, dönemin Sivas Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak yakalanamadı ve yurt dışında korundu. 10 Temmuz 2011'de de vefat ettiği ortaya çıktı. Yargıtay'ın 1997'deki bozma kararından sonra firar eden 8 sanık ise halen yakalanamadı. Davanın firari olan 5 sanığıyla ile ilgili kısmı, 13 Mart 2012 tarihinde zaman aşımından düşürüldü.
ESAS HAKKINDA DÜŞÜNCE
Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığının hazırladığı 'Esas Hakkında Düşünce'de, bugün inkâr edilen şu önemli saptamalar yapılıyor: "Cumhuriyet Başsavcılığımızda incelenen dosyalar, içeriği itibari ile eylemin Devlet'e bir başkaldırma olarak görülmüş, sanıkların haklarındaki kamu davalarının birlikte değerlendirilmesi vurgulanarak, sonuca gidilmesine ilişkin görüşümüz üzerine Kamu davalarının Ankara Güvenlik Mahkemesi'nde yapılması kararlaştırılmıştır."
‘FANATİK DİNCİLER’MİŞ
Olayın genel anlatımında ise şunlar saptanır: "Fanatik dincilerin yönlendirilmesiyle, yetkililerce olayın önlenmesi için yeterli tedbirlerin alınmaması ve geciktirilmesi, ayrıca fanatik toplulukça şenlikten bir gün önce il merkezinde yayınlanan gazetelerde açıklamalar yapılması ve halkı kışkırtan bildiriler dağıtılması, (...) eylemin hazırlayıcı nedenleri sayılabilir.”
SAATLERCE DEVLETE MEYDAN OKUDULAR
İki yüz kişiyle başlayan olayların, on beş bin kişiye ulaşmasına rağmen gerekli tedbir ve önlemin alınmamadığına da değinilerek, ağır ihmale vurgu yapılıyor. Saldırganların ise şu sloganları attıkları belirtiliyor: "Yaşasın Hizbullah, zafer İslamın, Allahuekber, Vali istifa, şerefsiz vali, Sivas Aziz'e mezar olacak, Laiklik gidecek şeriat gelecek, Müslüman Türkiye, şeriat gelecek zulüm bitecek, laikliğe son, laik düzen yıkılacak, Türkiye Müslüman kalacak, yaşasın şeriat, şeriat isteriz, asker dinsize siper olamaz, kahrolsun laiklik, kanımız aksa da zafer İslâmın."
TAHRİK BİLDİRİSİ
Olaydan bir gün önce dağıtılan bildiriye de değinilerek şunlar söyleniyor: "Baktığımızda 'Müslaman Kamuoyuna' başlıklı ve olaydan bir gün önce dağıtılan bildiri genelde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik devlet düzenini yıkıp, yerine şeriata dayalı bir devlet düzeni getirmeyi öneren ve olayın içindeki kişileri bu düşünce etrafında toplanmasını teşvik eden telkinleri taşımaktadır. (...) Yürüyüşe katılan kişileri yönlendiren fanatik dincilerin bu olayda ne kadar suçlu oldukları açıktır. Ayrıca topluluğa baştan sona katılan her türlü cebir hareketlere iştirak eden topluluktaki kişiler de olayın meydana gelmesinde aynı şekilde suçludurlar. Sivas'ta meydana getirilen ve devlete karşı başkaldırma şeklinde görülen olay, bu tahrik ve teşvikin oluşturduğu olaylardan yalnız bir tekidir."
EKSİKLER HATALAR
Nusret Demiral, Nuh Mete Yüksel ve Talat Şalk gibi Cumhuriyet Başsavcıları'nın hazırladığı 'Esas Hakkındaki Düşünce'de, 'örgüt' vurgusu yok. Olayın ele başılarından, “fanatik dinciler” olarak bahsediliyor. Değerlendirmede, dünyaca ünlü ve saygın yazar Aziz Nesin için "Türk toplumunda sergilediği hareketleriyle hiç de iyi izlenim bırakmayan" şeklinde ifadeler kullanılıyor. O dönem davanın müdahil avukatları, DGM'nin bu değerlendirmelerini yeterli bulmamış ve olayın derinlemesine araştırılmadan ve örgütün ortaya çıkarılmadan davanın başladığını ileri sürmüşlerdi. DDK Raporu ise bunun da gerisinde ve suçluları aklama niteliğinde.
DEVLETE BAŞKALDIRI
DGM kararında, olayların 13.50'de beş yüz kişiyle başladığı, 19.30'da “şuursuzlaştığı” ve 20.30'da 15 bin kişiyle bittiğinde ise 37 kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. İtfaiyenin 45 dakika yangına müdahalesinin önlendiği ve olayın, "Devlete karşı bir başkaldırma" olarak nitelendirilerek "TCK'nun 146. maddesinin 1. ve 3. fırkaları içinde değerlendirilecektir" deniliyor.
AV. CENGİZ’İN DEĞERLENDİRMESİ ‘ULUS DEVLET HEDEFTİ’
Avukat Mehmet Cengiz, DDK raporunu “Katliam faillerini aklama çabası” olarak niteledi. DDK raporunda katliamın “Cumhuriyet’e karşı şeriatçı bir kalkışma” niteliğinin karartılmaya çalışıldığını vurgulayan Cengiz şöyle konuştu: “Rapora hâkim olan anlayışa göre; Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas gibi kalkışmaların esas nedeni, ‘siyasal, etnik, dini ve diğer aidiyetlerimizi özgürce yaşayamamız’dır. Konu, alabildiğinde liberal bir anlayışla tahlil ediliyor görünse bile, hedeflenen ve suçlu gösterilen devletin laiklik anlayışı ve Cumhuriyet’in ‘millet’ tanımıdır, milletleşme sürecidir. Raporda ısrarla tekrar edilen, yaşananlara neden olarak gösterilen ‘tektipleşme’, aslında milletleşme ve Cumhuriyetin laiklik anlayışıdır.”
İLSEVER’İN YAŞADIKLARI
‘İNÖNÜ ETKİLİ OLAMADI’
Dönemin Aydınlık gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Ferit İlsever DDK raporundaki 3 noktaya dikkat çekti. Sivas Katliamı’nın, Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu cinayetlerinin devamı olduğunu vurgulayan İlsever, “O dönem Amerika, ‘İlımlı İslam’ projesini harekete geçirmeye çalışıyordu. Bu projeyi yerleştirmek için laik, aydınlanmacı
birikim hedef alındı. Madımak’ta hayatını kaybedenlerin çoğu Alevi’ydi. Ama bu esas olarak bir aydın katliamıdır. Aydınlık’ın 19921993 yayınları bu ılımlı İslam çevrelerini çok rahatsız ediyordu. “Çünkü laik, özgürlükçü ve bağımsızlıkçı bir çizgi izledik” diye konuştu.
‘İNÖNÜ BİLE ETKİSİZ KALDI’
Aziz Nesin’in 2 Temmuz 1993 günü kendisini arayarak “Bizi yakmaya çalışıyorlar. Saldırıya hazırlık var. Etrafımızı kuşattılar” dediğini aktaran İlsever şöyle devam etti:
“O dönemin Başbakanı Tansu Çiller, Başbakan yardımcısı ise Erdal İnönü’ydü. Aziz Nesin’in telefonu üzerine hemen Erdal İnönü’yü aradım ve ‘Sivas’ta çok tehlikeli bir durum var’ dedim. O da ‘Merak etmeyin önlemini alıyoruz’ yanıtı verdi. Bir süre sonra
Aziz Nesin yine aradı; ‘Burada hiçbir tedbir yok’ dedi. Erdal İnönü’yü tekrar arayıp durumu ilettim, hiç tepki vermedi. Bu sosyal demokrasinin iktidara nasıl yapıştığını gösteriyordu. Sosyal demokrasi 1950’den beri Amerika’ya yardımcı oldu. Başbakan yardımcısının bile hiçbir etkisi yoktu.”
TERTİPÇİLERİN 4 HEDEFİ VARDI!
Olayların basit bir 'kışkırtma' sonucu çıkmadığına ilişkin 4 önemli saptama çok şeyi anlatıyor. 1930 Menemen hadisesine benzeyen olaylarda, gericiler şu simgeleri hedef aldılar:
1 Hedef Laik Cumhuriyet: Şeriatçı gruplar 'Şeriat istiyoruz', 'Müslüman Türkiye' ,'Putlar kırılsın' sloganları attı. Sivas Kongre binası önünde ise 'Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak' sloganları attılar. Güvenlik güçlerinin gözleri önünde benzin bidonlarıyla otele yöneldiler ve yaktılar. Oteli alevler sardığında gerici grup tekbir getirerek yananları alkışladı.
2 Hedef Mustafa Kemal Atatürk'tü: Gösteriler sırasında çelenkler, Kongre Müzesi önündeki Atatürk büstünün başında parçalandı. Büst yerinden sökülüp yerde sürüklendi. Askerler büstü kurtarıp sakladı.
3 Hedef Pir Sultan Abdal ve Alevilerdi: Pir Sultan Abdal şenliklerinin Sivas'a alınması, gericilerin tepkisini çekti. Dünyaca ünlü halk ozanı Pir Sultan Abdal'ın heykeli bunun bir sonucu olarak saldırıya uğradı ve yakıldı. (Aydınlık gazetesi ve İP, kampanya açarak heykelin yapılmasını sağladı.)
4 Hedef Vali nezdinde devletti: Gericilerin hedeflerinden birisi de, Atatürkçü etkinlikleriyle tanınan Vali Ahmet Karabilgin'di. Karabilgin göreve gelir gelmez, Kongre Müzesini kurmuş, büyük bir tören düzenlemişti. Emniyet ve MİT'ten yeterince bilgilendirilmeyen Vali etkisiz hale getirildi. Basiretsizliği de buna eklendi. Vali ilk ağızda olaylar için "Şeriatçılar saldırıyor" açıklamasını yaptı. Daha sonra ise "tahrik oldu" demeye başladı. Bugün de olaylar devletin üzerine atılıyor. Oysa ayaklanma Atatürk Cumhuriyeti'ni yani devleti hedef alıyordu.