Rusya’nın Suriye stratejisi usta bir satranç oyuncusunun önceden düşünülmüş hamlelerini andırıyor. Somutlaştırmak için sonlardan başlayalım ve Ağustos ayında Suriye’de yaşanan gelişmeleri anımsayalım. Bu tarihlerde Türkiye, Fırat’ın doğusunda ABD ile müşterek harekât merkezini kapsayan bir mutabakata vardığını açıklamıştı. Bu gelişmenin üzerinden çok geçmeden Rusya, bir yıldır Türkiye’den gelen talep doğrultusunda ertelettiği, rejimin İdlib operasyonuna izin vermişti. Rusya destekli Suriye güçleri kısa sürede İdlib’e doğru ilerlemiş ve bir TSK gözlem noktasını çevrelemişti. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan ani bir kararla Moskova’ya gidip Rusya Federasyonu Başkanı Putin ile görüşmüş ve operasyon dondurulmuştu. Gerilimin iki ülke arasında doğrudan çatışmaya dönüşmemesi için Rus askeri polisi devreye girmek durumunda kalmıştı. Yaz sıcağında sahada yaşanan olaylar, Suriye’de Rusya’nın olmadığı bir anlaşmanın kâğıt üzerinde kalacağını göstermesi bakımından önemliydi. Rus diplomasisi farklı aktörlerle olan diyaloğunun meyvesini almıştı.

Eylül ayında ise Ankara’da Astana üçlüsünün (Türkiye, Rusya, İran) liderleri bir araya geldi. Taraflar arasında yapılan görüşmelerden sonra gözler Fırat’ın doğusuna çevrilmişti. Zira, uzun zamandır Türkiye’nin bölgeye operasyonu konuşuluyor ama gerçeklemiyordu. Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna girmesi her şeyden önce Ankara’yı daha iki ay önce anlaştığı Vaşington’la karşı karşıya getirecekti. Nihayet tarihler 9 Ekim 2019’u gösterdiğinde Türkiye, Fırat’ın doğusunda Barış Pınarı Harekâtına başladığını dünyaya ilan etti. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, İdlib halledilmeden ve Rusya ikna edilmeden Fırat’ın doğusuna operasyonun başlamamasıydı. “İdlib halledildi mi” diye soracaksınız. Cevap nihai olarak hayır ama geçici olarak evet! Rusya, AnkaraVaşington mutabakatının sonrasında izin verdiği Suriye ordusunun İdlib operasyonunu, biraz ilerlemenin ardından Türkiye için yine dondurdu ve anlaşılan o ki Fırat’ın doğusunda operasyon için bu bölgede sükûnet garantisi verdi. Şam’dan gelen diplomatik açıklamaları bir kenara bırakıp, söylem değil eylem analizi yaptığımızda Barış Pınarı Harekâtı olurken Suriye’nin İdlib’e yüklenmemesinin sahada bu savı doğrulayan bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz.

Son yıllarda Suriye’de yaşananlara dikkatle bakınca sahada en kazançlının Rusya olduğu ortaya çıkıyor. Nedenini anlamak için Rusya’nın Suriye’de ne yaptığını ve adım adım işlediği stratejisini iyi kavramak gerekiyor. Rusya için Suriye, 1970’lerden beri Orta Doğu’da varlığını sürdürdüğü önemli bir müttefik ve Sovyetlerin çöküşünden sonra Arap coğrafyasında önemli ölçüde yitirdiği etkisinin Libya ile birlikte son temsilcisi idi. Suriye, 2011’de Kaddafi’nin devrilmesinden sonra Moskova için bu bölgede kalan son kale olmuştu. O tarihlerde Arap baharı rüzgârları sert esiyordu. Esad giderse Suriye gidecek, Suriye giderse sıra önce İran’a, sonra da Rusya’ya gelecekti. Dahası Rusya, Suriye’yi de kaybederse bir daha bölgeye dönemeyeceğini biliyordu. Bu nedenlerle, sonuna kadar Esad’ın arkasında durulacak ve diğer Arap liderlerin akıbetine uğramasına izin verilmeyecekti. Nitekim verilmedi! Rusya’nın temel motivasyonunda müttefikini terk etmeyeceği mesajı, Moskova’nın halen dünya gücü olduğu imajı ve Batı’nın tek taraflı yeni dünya düzeni tasarımının Arap coğrafyasında kolay tutmayacağı kaygısı başta geliyordu.

Lavrov’un dünya güç dengelerindeki değişimi özetleyen ve Batı’nın artık tek belirleyici olmadığı, zamanın ruhunu yansıtan sözleriyle Rusya “tarihin doğru tarafında yer alma” kararı almıştı. Tarih, yeniden doğuya doğru kayıyordu. Rusya, Suriye’de Çin ve İran cephesiyle birlikte ne pahasına olursa olsun direnecek, Suriye’de risk alarak günün sonunda kazanan tarafta olacaktı. Suriye iç savaşta harap oldu ama ülke coğrafyasının bir kısmında kontrolü kaybetse bile Esad düşmedi. Üstelik Rusya, Suriye üzerinden kendisini sadece arka bahçesinde değil, dünya politikasında da etkin bir aktör olarak yeniden konumlandırmayı başardı.

Rusya, Suriye iç savaşının dönüm noktalarından biri olan hava destekli aktif operasyonuna 30 Eylül 2015 tarihinde başlatmıştı. Buradaki siyasi amaçlar şu şekilde özetlenebilirdi:

  • Müttefik rejime can suyu vermek
  • Kendisine büyük tehdit gördüğü cihatçılarla sınırları dışında mücadele etmek
  • ABD’nin IŞİD’le mücadelesinde samimi olmadığını tam da Avrupa göçmen kriziyle boğuşurken dünya kamuoyuna göstermek
  • Suriye üzerinden ABD’ye karşı Ukrayna dâhil daha geniş çerçevede pazarlık payını genişletmek.

Rusya son derece başarılı bu hamleyle aynı zamanda stratejik enerji kartlarını da eline alıyordu: Bölge petrolü Akdeniz’e akacaksa ben buradayım diyordu ve Suriye’nin Batı’sında yer alan İsrail, Lübnan ve Kıbrıs açıkları dâhil Doğu Akdeniz gaz yataklarının yanı başını da tutmuş oluyordu. (Burada bir not düşmekte fayda var: Savaşın ilk yıllarından beri konuşulan ve komplo teorilerine konu olan, iç savaşın Katar gazının uluslararası pazarlara Suriye geçişli boru hattıyla ulaştırılması için çıkarıldığı tezi, gaz piyasaları gerçeklerine uzak bir yorum olarak bolca spekülasyon içeriyor. İranIrakSuriye boru hattı projesi ise savaşın tali sebepleri arasında gösterilebilir.)

Rusya’nın hava operasyonlarından sonra sahada çok şey değişti. Moskova Suriye’deki ana belirleyici aktör konumuna erişti. Bundan sonra farklı oyuncularla çok katmanlı bir oyun başladı. Bunların en önemlisi de ABD ile olan Suriye pazarlığıydı. Tam da burada jeopolitiğin temel kurallarından birini hatırlatmakta fayda var: Büyük devletler birbirlerinin düşmanı değil rakipleridir! Rekabet de bazen husumet bazen işbirliği içerir. Taktiksel olarak Rusya, Suriye üzerinde bazı kısıtlı dönemlerde ABD ile birlikte hareket etme görüntüsü verse de stratejik olarak iki devletin nihai hedefleri farklıdır: Rusya, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana ve ABD’den farklı olarak ulusal çıkarı için bölgede kurulacak bir Kürt devletine karşıdır. Şartlar olgunlaşınca Suriye’nin toprak bütünlüğünün temin edilmesi Moskova’nın ana hedefidir. Moskova, bu bağlamda ABD’nin elindeki PYD kartını baş müttefiki Esad’a yarayacak biçimde çeşitli yöntemlerle etkisizleştirmek istemektedir. Bu yöntemler arasında sopa ve havuç veya Rusçadaki ifadesiyle ‘kırbaç ve kek’ iç içedir. İlk yöntem düşünüldüğünde sahada PYD (PKK)’nın baş düşmanı olan Türkiye akla gelmektedir. Ankara’nın ABD’nin kara ordusu olarak addettiği PYD’yi hedef alması, Suriye o güçten uzak olduğundan, Rusya’nın işine gelmektedir. İkinci yöntemin uygulayıcısı olarak Şam yönetimi belirmektedir. PYD’nin hüküm sürdüğü alanları barışçıl yollardan rejime bırakması istenmektedir. Diplomasinin sonuç vermesi için zor gerekir ve Rusya için her iki yol da aynı stratejik hedefin farklı araçlarıdır: Suriye’de ABD etkisini kırmak ve ülkenin toprak bütünlüğü sağlamak.

Geçtiğimiz haftaki makalemizde şunu yazmıştık: “Rusya, önceki harekâtlarda hava sahasını açarak cevaz verdiği Türkiye’ye desteğini Barış Pınarı Harekâtı’nı BMGK’da kollayarak sürdürüyor. Yani Türkiye’ye ABD’nin kara ordusunu vurmaya devam et diyor. ABD ile iş tutan PYD’nin mümkün olduğunca burnunun sürtmesini istiyor. Suriye rejiminin İdlib’de kendisine tehlike oluşturan on binlerce HTŞ militanıyla uğraşmayı bırakıp Fırat’ın doğusunda ABD ile kapışması kolay olmadığından, TSK’nın bölgede PYD’yi hedef alması Şam’ın da işine geliyor… PYD büyük kayıplar yaşadıkça panikleyecek ve dağılma aşamasına geçecektir. En önemlisi ABD’ye duyduğu güven azalacak ve kopmalar meydana gelecektir. Bu gerçekleşirse düşman cephesinde bir yarık açılacaktır. Tam o sırada Suriye’nin eline fırsat geçebilir.”Eylül ayında ise Ankara’da Astana üçlüsünün (Türkiye, Rusya, İran) liderleri bir araya geldi. Taraflar arasında yapılan görüşmelerden sonra gözler Fırat’ın doğusuna çevrilmişti. Zira, uzun zamandır Türkiye’nin bölgeye operasyonu konuşuluyor ama gerçeklemiyordu. Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna girmesi her şeyden önce Ankara’yı daha iki ay önce anlaştığı Vaşington’la karşı karşıya getirecekti. Nihayet tarihler 9 Ekim 2019’u gösterdiğinde Türkiye, Fırat’ın doğusunda Barış Pınarı Harekâtına başladığını dünyaya ilan etti. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, İdlib halledilmeden ve Rusya ikna edilmeden Fırat’ın doğusuna operasyonun başlamamasıydı. “İdlib halledildi mi” diye soracaksınız. Cevap nihai olarak hayır ama geçici olarak evet! Rusya, AnkaraVaşington mutabakatının sonrasında izin verdiği Suriye ordusunun İdlib operasyonunu, biraz ilerlemenin ardından Türkiye için yine dondurdu ve anlaşılan o ki Fırat’ın doğusunda operasyon için bu bölgede sükûnet garantisi verdi. Şam’dan gelen diplomatik açıklamaları bir kenara bırakıp, söylem değil eylem analizi yaptığımızda Barış Pınarı Harekâtı olurken Suriye’nin İdlib’e yüklenmemesinin sahada bu savı doğrulayan bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz.

Son yıllarda Suriye’de yaşananlara dikkatle bakınca sahada en kazançlının Rusya olduğu ortaya çıkıyor. Nedenini anlamak için Rusya’nın Suriye’de ne yaptığını ve adım adım işlediği stratejisini iyi kavramak gerekiyor. Rusya için Suriye, 1970’lerden beri Orta Doğu’da varlığını sürdürdüğü önemli bir müttefik ve Sovyetlerin çöküşünden sonra Arap coğrafyasında önemli ölçüde yitirdiği etkisinin Libya ile birlikte son temsilcisi idi. Suriye, 2011’de Kaddafi’nin devrilmesinden sonra Moskova için bu bölgede kalan son kale olmuştu. O tarihlerde Arap baharı rüzgârları sert esiyordu. Esad giderse Suriye gidecek, Suriye giderse sıra önce İran’a, sonra da Rusya’ya gelecekti. Dahası Rusya, Suriye’yi de kaybederse bir daha bölgeye dönemeyeceğini biliyordu. Bu nedenlerle, sonuna kadar Esad’ın arkasında durulacak ve diğer Arap liderlerin akıbetine uğramasına izin verilmeyecekti. Nitekim verilmedi! Rusya’nın temel motivasyonunda müttefikini terk etmeyeceği mesajı, Moskova’nın halen dünya gücü olduğu imajı ve Batı’nın tek taraflı yeni dünya düzeni tasarımının Arap coğrafyasında kolay tutmayacağı kaygısı başta geliyordu.

Lavrov’un dünya güç dengelerindeki değişimi özetleyen ve Batı’nın artık tek belirleyici olmadığı, zamanın ruhunu yansıtan sözleriyle Rusya “tarihin doğru tarafında yer alma” kararı almıştı. Tarih, yeniden doğuya doğru kayıyordu. Rusya, Suriye’de Çin ve İran cephesiyle birlikte ne pahasına olursa olsun direnecek, Suriye’de risk alarak günün sonunda kazanan tarafta olacaktı. Suriye iç savaşta harap oldu ama ülke coğrafyasının bir kısmında kontrolü kaybetse bile Esad düşmedi. Üstelik Rusya, Suriye üzerinden kendisini sadece arka bahçesinde değil, dünya politikasında da etkin bir aktör olarak yeniden konumlandırmayı başardı.

Rusya, Suriye iç savaşının dönüm noktalarından biri olan hava destekli aktif operasyonuna 30 Eylül 2015 tarihinde başlatmıştı. Buradaki siyasi amaçlar şu şekilde özetlenebilirdi:

  • Müttefik rejime can suyu vermek
  • Kendisine büyük tehdit gördüğü cihatçılarla sınırları dışında mücadele etmek
  • ABD’nin IŞİD’le mücadelesinde samimi olmadığını tam da Avrupa göçmen kriziyle boğuşurken dünya kamuoyuna göstermek
  • Suriye üzerinden ABD’ye karşı Ukrayna dâhil daha geniş çerçevede pazarlık payını genişletmek.

Rusya son derece başarılı bu hamleyle aynı zamanda stratejik enerji kartlarını da eline alıyordu: Bölge petrolü Akdeniz’e akacaksa ben buradayım diyordu ve Suriye’nin Batı’sında yer alan İsrail, Lübnan ve Kıbrıs açıkları dâhil Doğu Akdeniz gaz yataklarının yanı başını da tutmuş oluyordu. (Burada bir not düşmekte fayda var: Savaşın ilk yıllarından beri konuşulan ve komplo teorilerine konu olan, iç savaşın Katar gazının uluslararası pazarlara Suriye geçişli boru hattıyla ulaştırılması için çıkarıldığı tezi, gaz piyasaları gerçeklerine uzak bir yorum olarak bolca spekülasyon içeriyor. İranIrakSuriye boru hattı projesi ise savaşın tali sebepleri arasında gösterilebilir.)

Rusya’nın hava operasyonlarından sonra sahada çok şey değişti. Moskova Suriye’deki ana belirleyici aktör konumuna erişti. Bundan sonra farklı oyuncularla çok katmanlı bir oyun başladı. Bunların en önemlisi de ABD ile olan Suriye pazarlığıydı. Tam da burada jeopolitiğin temel kurallarından birini hatırlatmakta fayda var: Büyük devletler birbirlerinin düşmanı değil rakipleridir! Rekabet de bazen husumet bazen işbirliği içerir. Taktiksel olarak Rusya, Suriye üzerinde bazı kısıtlı dönemlerde ABD ile birlikte hareket etme görüntüsü verse de stratejik olarak iki devletin nihai hedefleri farklıdır: Rusya, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana ve ABD’den farklı olarak ulusal çıkarı için bölgede kurulacak bir Kürt devletine karşıdır. Şartlar olgunlaşınca Suriye’nin toprak bütünlüğünün temin edilmesi Moskova’nın ana hedefidir. Moskova, bu bağlamda ABD’nin elindeki PYD kartını baş müttefiki Esad’a yarayacak biçimde çeşitli yöntemlerle etkisizleştirmek istemektedir. Bu yöntemler arasında sopa ve havuç veya Rusçadaki ifadesiyle ‘kırbaç ve kek’ iç içedir. İlk yöntem düşünüldüğünde sahada PYD (PKK)’nın baş düşmanı olan Türkiye akla gelmektedir. Ankara’nın ABD’nin kara ordusu olarak addettiği PYD’yi hedef alması, Suriye o güçten uzak olduğundan, Rusya’nın işine gelmektedir. İkinci yöntemin uygulayıcısı olarak Şam yönetimi belirmektedir. PYD’nin hüküm sürdüğü alanları barışçıl yollardan rejime bırakması istenmektedir. Diplomasinin sonuç vermesi için zor gerekir ve Rusya için her iki yol da aynı stratejik hedefin farklı araçlarıdır: Suriye’de ABD etkisini kırmak ve ülkenin toprak bütünlüğü sağlamak.

Geçtiğimiz haftaki makalemizde şunu yazmıştık: “Rusya, önceki harekâtlarda hava sahasını açarak cevaz verdiği Türkiye’ye desteğini Barış Pınarı Harekâtı’nı BMGK’da kollayarak sürdürüyor. Yani Türkiye’ye ABD’nin kara ordusunu vurmaya devam et diyor. ABD ile iş tutan PYD’nin mümkün olduğunca burnunun sürtmesini istiyor. Suriye rejiminin İdlib’de kendisine tehlike oluşturan on binlerce HTŞ militanıyla uğraşmayı bırakıp Fırat’ın doğusunda ABD ile kapışması kolay olmadığından, TSK’nın bölgede PYD’yi hedef alması Şam’ın da işine geliyor… PYD büyük kayıplar yaşadıkça panikleyecek ve dağılma aşamasına geçecektir. En önemlisi ABD’ye duyduğu güven azalacak ve kopmalar meydana gelecektir. Bu gerçekleşirse düşman cephesinde bir yarık açılacaktır. Tam o sırada Suriye’nin eline fırsat geçebilir.”

Nitekim son bir haftadaki gelişmelere baktığımızda sürecin aşağı yukarı bu şekilde işlediğini ve bahsedilen fırsatın Suriye’nin eline geçtiğini söyleyebiliriz. Türkiye, PYD’ye vurdukça Esad’ın eli güçlenmiş, ABD’nin ise zayıflamıştır. Kaybedenler arasında ayrıca ülkenin parçalanması için çabalayan İsrail ve necon lobiler bulunmaktadır. Bir yanda PYD içerisinde çatlak sesler çıkmaya başlarken, öte yanda PYD’nin bazı noktalarda rejimin şartlarına boyun eğerek teslim olması gündeme gelmiştir. Detaylarda boğulmadan ana resme baktığımızdaysa Suriye haritasındaki sarı bölgenin Türkiye ve rejim hilafına küçüldüğü ve Esad’ın beş yıl sonra Rakka önlerine kadar gelerek Fırat’ın doğusunda ilerlediği görülecektir.

Barış Pınarı harekatı başarıyla devam eder ve genel anlamda süreç Rusya’nın kurguladığı düzlemde ilerlerken, ABD yönetiminin panikle Türkiye’yi harekattan geri döndürmeye çalışan karşı hamleleri de ortaya çıkıyor. ABD’nin burada PKK’yı imhadan kurtarmayı amaçladığı, daha güney ve Irak’a yoğunlaşacağı anlaşılıyor. Sahada fırtına gibi eserek on yıllardır süren BOP planına meydan okuyan Türk ordusunu askeri yoldan durdurma imkanı olmayan ABD’nin elindeki tek kozun yaptırımlar olduğu anlaşılıyor. Yaptırım tasarısı Kongre gündemine getirilirken, ABD Başkan yardımcısı Pence başkanlığındaki heyet boşuna alelacele Ankara’ya gelmiyor. ABD’nin üç yıl boyunca Türkiye’yi Münbiç için oyalayıp sonra burayı NATO müttefiki Türkiye yerine Suriye’ye terk etmesi ise birçok şeyi açığa çıkarıyor. ABD çaresizlikle Suriye’nin kuzeyinden çekilirken, Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek ve PKK’yı kurtarmak amacı güdüyor.

Taraflar arasında yapılan görüşmeler neticesinde harekata 17 Ekim 2019 tarihi itibariyle beş gün süreyle ara verildiği açıklandı. İlginç olan bu beş günlük sürenin tam da 22 Ekim’deki PutinErdoğan görüşme gününde bitecek olması idi! Nasıl ki yazın ABD ile Fırat’ın doğusunda müşterek harekat merkezi ve sınırda ortak devriye mutabakatından hemen sonra Erdoğan Moskova’ya gittiyse benzer bir durum işte şimdi gözlemleniyor. İkili zirveden yine savaş uçağı alım görüntüleri izleyebiliriz ama asıl sonuçlar daha sonra sahada belli olacak. Bugün Suriye’de ana belirleyici konumda olan Rusya, zirvenin ardından sahayı gözlemleyecek ve sonrasında nihai kararı Moskova’da alacak.

Rusya yılların getirdiği yoğun çabayla temel stratejisi olan Suriye’nin toprak bütünlüğünü tesis etmede ilerleme kat etmişken yol kazası istemiyor. Farklı oyuncuların ellerindeki kartı tartıyor ve buna göre politika belirliyor. Putin’in Türkiye’ye Adana Mutabakatı vurgusu yapmasının sebebi de terör örgütünün yarattığı güvenlik tehlikesine karşın, söz konusu anlaşmanın Türkiye’ye Suriye sınırı içinde 5 kilometreye kadar operasyon yetkisi tanıması olduğu anlaşılıyor. Ankara’nın planladığı Tel Abyad ve Resulayn arasındaki güvenli bölgenin batı ve doğusunda yer alan Kobani ve Kamışlı gibi yerleşim birimleri de rejimin eline geçse bile bu sınırın içinde bulunuyor. Ancak Ankara’nın Adana Mutabakatını uygulaması için Şam ile diyalog gerekiyor. Rusya’nın burada arabuluculuğu soyunacağını kestirmek zor değil. Bununla birlikte, İdlib ve Türkiye destekli muhalefetin tuttuğu toprakların akıbetinin ne olacağı da masada tartışılacak. Türkiye’nin haklı kaygısı ise Suriye şemsiyesi altına girdiği takdirde PYD’nin ileride yaratabileceği olası tehditler. Türkiye açısından ana hedef bu açıdan, alan kontrolünden ziyade güney, doğu, batı demeden terör örgütünün yüksek öncelikli hedeflerinin olabildiğince imhası olmalı.

Yine, yeni bir test aşamasında olan TürkiyeRusya ilişkilerinde Suriye’nin geleceği açısından en hassas noktaya er ya da geç gelinecek. İkili ilişkilerde ya ilerleme sağlanacak ya da tıkanma yaşanacak. Jeopolitiğin demir yasaları ilişkilerde ilerleme olması için bir şartı dayatıyor: Ankara’nın Şam’la resmen barışması ve Rusya’nın PYD’ye fazla müsamaha göstermemesi. Bu kararın verilmesi hem Ankara ve Moskova’daki farklı güç yapılanmaları hem de ABD faktörü nedeniyle kesin değil ve ibre her iki tarafa da kayabilir. Kulaklara hoş gelen ve ABD ile Rusya arasında Türkiye’nin Suriye konumu için kullanılıp boş bir popülizm içeren ‘ne o, ne o’ söylemi yerine gerçekçi analizde işbirliği için ‘ya o, ya o’ tercihine hızla gittiğimiz bir noktadayız. Türkiye, ABD’nin ipi ile yola devam ederse geçmiş hatalarını tekrarlayacak. Rusya ile devam ederse çetrefilli bir diplomasi trafiği başlayacak.

Suriye’de kalıcı kazanım sağlamak için ulusal çıkar odaklı politikanın gözetmesi gereken bir olguyla sözü bitirelim: Anadolu’da kambersiz düğün, Suriye’de Rusya’sız anlaşma olmaz…

veryansintv