Özgür Uyanık, Türkiye'deki ekonomik krizin nedenleri, tanzim kuyrukları ve Dolar ile Euro'nun yükselmesini fırsata çevirenler hakkında önemli tespitlerde bulundu.

İşte Özgür Uyanık'ın 'Kuyruk Acısı' başlıklı o yazısı:

Kuyruk her ülkede büyük nüfusları barındıran kent yaşamının bir parçası. Günlük işlerimizin çoğunu kuyruklarda bekleyerek çözüme ulaştırıyoruz. Dahası kuyruğu düzenle özdeşleştirmişiz. Hepimizi sıraya dizen bir düzen var. Her düzenin de kendine göre kuyrukları var. Mesela geçen yaz Türk Lirası yabancı paralar karşısında değer kaybettiğinde İstinye AVM’deki “markalar” önünde uzun kuyruklar oluşmuştu. 1000 dolara satılan çanta 700’e düşünce “vatandaş” fırsatı kaçırmamak için sıraya girmişti. 

“Fırsat düzeni” diyorlar buna; Krediler düşükken borç alır mülke yatırır, sonra mülk satar dövize çevirir, döviz artınca satar, arsaya eve yatırırsın. Böylece piyasa denilen ticaret yabancı para temelinde oluşur. İhtiyaç olmadığı halde, sırf talep olduğu için, binalar yapılmaya devam eder. Verimli tarım arazileri yapılaşmaya terkedilir. Kentlerde tarım alanları yok edildiği için sebzemeyve fiyatları artar. Bugün olduğu gibi ranttan para kazanmak varken insanlar üretime yönelmez. Üretimdeki düşüşün temelinde seçim sonrası dövizin artacağı beklentisi oluşur. “Üretici” bu beklentiyle elindeki dövizi üretim için gerekli ara malına yatırmaktansa elindeki stokları eritmeyi tercih eder.

Fırsat kuyruklarını dert edinmeyenler “yokluk kuyrukları”nı sorgulayabilirler mi? İşte en fazla böyle uzaktan dalga geçer gibi “domates, biber, patlıcan” şarkısını çalarsınız. O kuyruklara uzaktan bakıp gazel okursunuz. Çünkü oradaki insanı yıllarca küçümsemişsinizdir. Orada insanınız yoktur. Daha da kötüsü oradaki insanı göremezsiniz. Onun çaresizliğini sadece bir oy fırsatı olarak görürsünüz. 

Mecliste iktidardan sonra en çok sırayı işgal etmiş bir parti; geçen yıllar boyunca ekonomi politikalarına en ufak bir direniş göstermemiş, alternatif üretmemiş. Şimdi bu düzenin sonuçlarından yola çıkarak kendini mi aklayacak? Geçen yıllar boyunca onlarca belediyesinde aynı düzeni uygulamış bir partinin bugün halkın gözünde iktidardan farklı bir konumda olmasını gerektiren ne var? İktidarıyla, muhalefetiyle aynı düzenin taşıyıcısı değil misiniz?

Durdurulamayan enflasyon ve işini kaybeden yüzbinlerin sandığa etkisi mutlaka olacaktır. Fakat Türkiye’nin sorunları basit bir sandık aritmetiğiyle çözülebilir mi sanıyorsunuz? Bizi bu noktaya getiren şey milli bir ekonominin inşası için meseleyi kökünden ele alan politikalara sahip olmamamız değil mi? İktidar yıllarca işin kolayına kaçtı. Peki ya muhalefet onun karşısına hangi programla çıktı ve çıkıyor?

KEMAL DERVİŞ'LE BAŞLAYAN PROGRAMIN MEHMET ŞİMŞEK'LE GELDİĞİ NOKTA!

Hep sonucu konuşuyoruz: Enflasyon, işsizlik ve küçülmeye bütçe açığı eşlik ediyor. Türkiye’deki krizin temelinde üretimi artırmayan para girişleri, aşırı borç yükü ve 60 milyar dolara satılmış devlet teşekkülleri var. Zamanında atılmayan kalıcı adımlar sonradan atılsa da fayda etmiyor. Geçtiğimiz yaz döviz fırladığında Türkiye borç yapılandırmasına gitmeliydi. Onun yerine Cumhurbaşkanının ekonomi danışmanı Cemil Ertem uluslararası piyasalara bağlılık yemini ediyordu. Samimiyetlerini kanıtlamak için şeker fabrikalarını sattılar. Bu anlayışın sonucu geçen 6 ayda Türkiye çok daha büyük maliyetlerle borçlandı. Kamu ekonomisinin temelleri özelleştirmelerle dinamitlendiği için bugün ne yapsalar enflasyon düşmüyor. Üretim yok, tüketim yok ama enflasyon düşmüyor. İşte Türkiye’nin Dünya Bankası memuru Kemal Derviş’le programıyla başlayıp IMF başkanı Christine Lagarde’nin manevi oğlu Ali Babacan’la ilerlediği ve İngiliz vatandaşı Mehmet Şimşek’le vardığı yer burası. 

On yıldır Türkiye’nin “Arjantin tuzağı”na düşürüldüğünü söylüyoruz. Aynı şeyler 20 yıl önce Arjantin’de yaşandı. Tek çıkış yolunun borçları yeniden yapılandırmak –ki bu aslında bazı borçları ödemeyi reddetmekle mümkündür ve kaybedilen devlet teşekküllerini geri kazanmak olduğu görüldü.  Eğer bu yapılmazsa tam tersine yeni borç kaynağı aranacak demektir. 

"KUYRUKTAKİ VATANDAŞIN ACISINI PAYLAŞAMAYAN MUHALEFET..."

İşte gerçek seçim bu iki karar arasındadır. Açık olan şey muhalefetin Batının her türden ekonomik, politik ve jeopolitik programlarına baştan teslim olduğudur. Venezuela ve Uygur konusunda kurulan ittifak bunu göstermektedir. Muhalefetin, Batı programları ve sermayeyle gönülden ilişkiler kuran adaylar çıkarması önemli bir belirtidir. Kuyruktaki vatandaşın acısını paylaşamayan muhalefet, kuyruk acısıyla iktidara karşı gayrı milli her unsura sarılıyor.

Muğlak olan ise iktidarın yeridir. İktidar ekonomiden S 300’e, Suriye’den Ege’ye Batının olağanüstü baskısı altında duruyor. Venezuela’ya çok uzak olmasına karşın Türkiye bu konuda bile Atlantik ittifakının hedefi haline geldi. AB ve ABD’nin tavrından anlaşıldığı kadarıyla bu baskılar önümüzdeki dönem daha saldırgan bir hal alacak. 

İktidarın önünde muhalefete dönüşmek gibi bir seçenek yok. Muhalefet ise ancak milli bir yola girerse iktidara dönüşebilir. Her ikisi de kendi göbeğini kesmeli. Eğer bunu yapmazlarsa halk kendi göbeğini kendi kesmeyi bilir.