Bu hafta Tuna’yı konuşacağız. Annesi İpek Taşkın, babası Süleyman Taşkın ve resim öğretmeni Ebru Durgun ile... Tuna Taşkın otizmli. 15 yaşında. 7’nci sınıfa gidiyor, ayrıca bir rehabilitasyon merkezinde özel eğitim alıyor. Tuna aynı zamanda akrilik boyayla tuval üzerine çok güzel resim yapıyor. Şu ana kadar dört tane resim sergisi açmış. Tuna ve onun gibi olan çocuklarımızın mutlaka gün yüzüne çıkarılması gerekiyor. Bu çocuklar eğitimin öneminin canlı kanıtları durumundalar. Kamuoyunda görünür olmaları, keşfedilmeleri, tanınmaları gerekiyor. Onların topluma kazandırılması hem onlara hem de topluma iyi gelecek. Olumsuz algı, engelli yuvalarını mutsuz, huzursuz sığınaklara çeviriyor. Oysa onlar bunu hiç hak etmiyor.
Gelin, eğitimin Tuna’nın ve ailesinin ve hatta eğitmeninin hayatına neler kattığını kendilerinden dinleyelim.
ÜÇ YAŞINDA TEŞHİS KONDU
- Tuna’nın otizmli olduğunu kaç yaşında fark ettiniz?
4 İpek Taşkın: İki yaşında. Fiziksel hiçbir bozukluğu yoktu. Zaten otizmin ana tanımı sosyal gelişim bozukluğu. Çocuk sosyal hayata uyum sağlayamıyor. Konuşamıyor, göz teması da dahil hiçbir şekilde iletişim kuramıyor.
- Hemen teşhis konuldu mu?
4 İpek Taşkın: Hemen teşhis konulmadı. Önce işitme sorunu olup olmadığına bakmak istediler, işitme kaybında da benzer belirtiler görülüyor. İşitme ile ilgili orta dereceli sorunlar çıktı. İlk önce bununla ilgili eğitim aldık, sorun devam edince yapılan tetkikler sonucu yaklaşık bir yıl sonra otizm teşhisi konuldu. Teşhis konulduğunda üç yaşındaydı.
DOĞRU EĞİTİM
- Zihinsel engelli kategorisindeki birçok rahatsızlığın aksine otizmli kişiler doğru eğitim aldıklarında kendi yaşamlarını idame ettirebiliyor. Tuna’da bunu görebiliyor musunuz?
4 İpek Taşkın: Otizmin çok çeşidi var. Tuna’nınkine a tipik otizm deniyor. Doğru eğitim verildiği takdirde gelişim yolları açık. Tek ilacı eğitim. Bu konuda, gelişme potansiyeli açısından bakıldığında, diğer zihinsel engelli çocuklarımızdan daha şanslı denilebilir.
- Bahsettiğiniz eğitimi verecek kişi ya da kurumları bulabildiniz mi?
4 İpek Taşkın: Evet, bu konuda çok şanslıyız, doğru öğretmeni ve doğru kurumu bulduk. İyi kurum ve iyi öğretmen bu işin temeli. Yoksa bırakın gelişmeyi, çocuklarımız mevcut durumundan bile geriye düşebiliyor.
NE YAPABİLİRİM TELAŞI
- Tuna’nın otizmli olduğunu ilk duyduğunuzda ne hissettiniz?
4 İpek Taşkın: İlk duyduğumda neden benim çocuğum diye düşündüm. Çok üzüldüm. Fakat çok çabuk atlattım. Kabullenme süresi ne kadar uzarsa çocukların gelişimi de o kadar gecikiyor. Daha sonra işin en önemli yanı, ne yapabilirim telaşı başladı.
- Tuna’yı çevreniz nasıl karşıladı?
4 İpek Taşkın: Bu konuda da çok şanslıyım, Tuna’yı çevrem hiç yadırgamadı, hemen kabul ettiler. Yabancı ortamlarda, otobüste, minibüste filan yaptığı ufak tefek yaramazlıklara tepki gösterenler oluyordu. Ne biçim çocuk yetiştiriyorsunuz diye bana laf atanlar oluyordu, o kadar.
OKULDA DIŞLANMA
- Ailelerin engelli çocuğu olan özellikle zihinsel engelli çocuğu olan ailelerle komşuluk yapmak istemediklerine hatta çocuklarını aynı sınıfta okutmak istemediklerine dair araştırmalar yayınlandı ki bu konuda derneğe de birçok şikâyet geldi. Böyle bir ayrımcı tutumla siz de karşılaştınız mı?
4 İpek Taşkın: Evet. Daha çok da ana sınıfında yaşadık. Tuna okula ilk başladığında henüz otizm tanısı konulmamıştı. İşitme sorunu yaşıyor, konuşamıyordu. İlk bir aylık süre içinde öğretmeni hiçbir şey anlamadı. Tuna o günlerde TODEV’E (Türkiye Otistiklere Destek ve Eğitim Vakfı) başladı ve bir ay sonra öğretmenine bunu söyledik. Ortamda başka veliler de vardı. Öğretmen bunu duyunca bir şaşkınlık geçirdi ve o an oradaki veliler de oğlumu apar topar okuldan atmaya kalkıştı. Asıl üzüldüğümüz öğretmenlerin bize sahip çıkmaması oldu. Eğer öğretmenler Tuna’yı kabul etmiş olsalardı velilerin tepkisi kontrol altına alınabilirdi. Velilerin bu tutumu çocukları da etkiliyor ve onlar da bizim çocuklarımıza farklı davranmaya başlıyorlar.
- Geçtiğimiz aylarda Aksaray’da bir okulda da benzer bir olay yaşanmıştı.
4 Süleyman Taşkın: Orada bir velinin kullandığı söz çok üzücüydü: “Ya çocuğumuzu pencereden atarsa”. Bu çocuklar hiçbir şekilde karşıdaki kişilerle temas kuramıyorken onlara nasıl zarar verebilir? Küçücük çocukları çocuklarımıza düşman hâline getiren bir anlayışın içerisinde yaşıyoruz maalesef. Çocuklarımızı kendi çocuklarına canavar gibi gösteriyorlar.
- Engelli çocuğu olan ailelerle konuştuğumuzda daha çok kendi gibi olan ailelerle bir arada olmak istediklerini söylüyorlar. Çünkü diğerlerinin kendilerini kabul etmediğini belirtiyorlar.
4 İpek Taşkın: Biz toplum olarak o kadar gelişkin değiliz. Bu çocuğun durumunu anlayıp onu benimsemeleri için illaki önceden benzer biriyle temas etmiş olmaları lazım. Yoksa anlayamazlar, anlamıyorlar. O yüzden bir ortama girmeden önce bizim çocuklarımız gibi çocuklar var mı diye bakıyoruz.
Süleyman Taşkın: Öyle ortamlarda bazıları bize yaklaşıp kendi ailelerindeki, yakın çevrelerindeki benzer durumları paylaşıyorlar. Bu insanlardan çok yakınlık görüyoruz. Anlıyorlar çünkü. Eskiden böyle anlayışlı insanlar daha çoktu sanki. Şimdilerde pek kalmadı. İnsanın olmadığı yerde de insanlığı aramak nafile.
- Tuna’nın varlığı sosyal hayatınızı nasıl etkiledi?
4 Süleyman Taşkın: Belli bir dönem sosyal hayatımız olmadı. Ama şimdi tiyatroya, konsere, maça her yere Tuna’yla birlikte gidiyoruz. Gidebiliyoruz, çünkü Tuna sürekli gelişiyor.
- Süleyman Bey ben sizde gururlu bir baba hâli görüyorum. Alışılmadık bir şey bu. Çünkü diğer zihinsel engelli çocuğu olan babalar çocuklarından bahsederken daha kısık sesle konuşuyorlar, siz ise tam tersi. Bu gurur Tuna’nın başarısından mı kaynaklanıyor?
MUTLULUĞUN FORMÜLÜ
4 Süleyman Taşkın: Tuna’nın bir başarı öyküsü var. Çok güzel resim yapıyor. Sergiler açıyor fakat bizim için en büyük başarısı Tuna’nın bizimle oturabiliyor, minibüse, otobüse binebiliyor, sinemaya, tiyatroya, maça gidebiliyor olması. Bizim için Tuna’nın başarısı bunlar ve ben oğlumla gurur duyuyorum. Özellikle otizmli çocuğu olan babalar şunu bilmeliler, kaçmak çözüm değil, çözüm çocuğunuzun durumunu kabul edip ona göre yapılabilecekleri hayata geçirmek. Otizmli çocuklar iyi bir eğitimle hayatlarını sorunsuz yaşayabilecekleri gelişimi gösterebiliyorlar. Aileler bunu bilmeliler ve bunun gerektirdiği sorumluluktan kaçmamalılar. Çocuklarını iyi gözlemleyip yapmaya yetenekli oldukları ya da yapmaktan zevk aldıkları şeylerin üzerine gitmeliler. Çünkü çocuklarının tedavisi ya da mutluluğu orada. Biz Tuna’yı uzun zaman yüzmeye de götürdük, çünkü yüzmekten aldığı keyfi gördük.
- Engellilerin sanatla buluşması onların sosyal hayata katılmasına çok faydası oluyor. Tuna’nın hikayesi diğer ailelere örnek olabilir, onları teşvik edebilir...
4 Süleyman Taşkın: Aslında bu kadar çok koşturmamızın sebeplerinden biri de bu. Açtığımız sergileri çoğaltmak, duyurmak, toplumun ilgisini bu tarafa çekebilmek, otizmli çocuğu olan aileleri harekete geçirmek ve bu yönde çalışmalarını teşvik etmek.
4 İpek Taşkın: Bunun kendilerine de faydası var. Çocuklarımızı ne kadar iyi eğitirsek bizim sosyal hayatımıza da önemli katkı yapıyor.
AİLENİN GÖSTERDİĞİ ÖZEN
Ebru Durgun, ailesinin Tuna’ya özenini de anlattı: “Tuna ders gördüğü saatlerde evde çıt çıkmıyor. Evin bütün köşelerinde tam bir sessizlik hâkim. Tuna’nın dikkati çabuk dağılıyor ve aile bu duruma son derece hassas. Müthiş saygı gösteriyorlar. Malzeme tedariki konusunda çok özenliler. Onların gösterdiği bu özenin Tuna’nın gelişimine katkısı çok büyük.”
Ebru Durgun
İKİ TARAFLI BİR İHTİYAÇ
Ebru Durgun, Marmara Üniversitesi’nde resim eğitimi alıyor. Uzun süredir de resim dersi veriyor. İki yıldır Tuna’nın resim öğretmeni. Tuna’nın hayatına girmesi Ebru Durgun için de bir kazanım olmuş... “Tuna’yı tanıdıktan sonra hayatımdaki eksiklikleri fark ettim. Öncelikle hayatıma engelliler katıldı, en güzel tarafı bu. Bu sayede daha sabırlı, duyarlı, iletişim konusunda da daha bilinçli oldum diyebilirim. Onların bana, benim de onlara ihtiyacımın olduğunu görmek harika bir şey.”
Ebru Durgun, Tuna ile yaptıkları çalışmaları anlattı: “İlk derse başladığımızda çok çekingendi, hep İpek Hanım’ın arkasına saklanıyordu. Daha sonra birbirimize alıştık. Resim sanatı Tuna’ya öyle bir özgüven sağladı ki iletişimi çok gelişti. Artık ben gelince kapıyı o açıyor, selamlaşıyoruz, terliklerimi veriyor, boyalarını kendisi hazırlıyor. Şunu anladım ki ben Tuna’dan uzaklaştıkça Tuna daha fazla özgürleşiyor. Ben yanında olunca yanlış yapma korkusu, komut alma isteği oluyor. Önceleri ben gittiğimde bir şey yapmıyordu, fakat şimdi öyle bir hâle geldi ki kendi başına bırakıyorum ve biliyorum ki verdiğim dersi yapacak, yaptığında da gelip haber verecek. Daha önceleri haber vermiyordu. İki yıl içerisinde önemli bir gelişme gösterdi. İlk yaptığı resimle son yaptığı resim arasında çok ciddi bir fark var. Bilgiyi alamayan, kullanamayan birinin başaracağı iş değil bu. Tuna böyle bir eksikliği olmadığını ispatladı. Ayrıca onda müthiş bir disiplin ve görev aşkını da bu süre içerisinde apaçık gördüm.”
‘ARAMIZDA İYİ BİR BAĞ OLUŞTU’
Ebru Durgun, otizmli bir çocukla çalışma teklifini nasıl karşıladığını da anlattı:
“Öyle çok çekinilecek bir durum değildi aslında, çünkü daha önce hiperaktivite, disleksi sorunu yaşayan çocuklarla çalıştım, down sendromlu çocukları biliyordum ama otizmli bir çocukla hiç tanışmamıştım. Önceleri çok heyecanlıydım, zihnim telaş içerisindeydi. Tuna’nın konuşmadığını görünce açıkçası korktum, çünkü nasıl iletişim kuracağımı bilemedim. Zamanla aramızda çok iyi bir bağ oluştu. Birbirimize çok alıştık. Tuna konuşamasa da biz onunla konuşuyoruz. Geçen gün, iki yıl sonra ilk kez bana dokunarak ‘Ebru bitti’ dedi. Daha önce gelir ortaya söylerdi, bu kez doğrudan bana söyledi. Diğer çocuklarla Tuna’nın arasında hiçbir fark göremiyorum. Onun kendi akranı diğer çocuklardan daha geri olduğunu söyleyemem. Tuna artık herhangi bir şey yapmak istediği zaman benimle rahatlıkla iletişim kurabiliyor. Onunla rahatlıkla günlerce yaşayabilirim.”