Tıpkı Sultan Alparslan ve Fatih Sultan Mehmet Han atasının sözünü yere düşürmeyen Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bizler de atalarımızın sözlerini yere düşürmemeli ve kemiklerini sızlatmamalıyız.

GÖKHAN TAŞ / Kemalpaşa Osmanlı Ocakları Başkanı

Atalarımızın bizlere armağan ve emanet ettiği bu toprakları korumak suretiyle onların kemiklerini sızlatmamak, biz Türk gençlerinin en temel vazifesidir

Şöyle 26 Ağustos 1071 tarihinden günümüze kısa bir yolculuk yapalım diyorum. Bildiğiniz üzere Malazgirt Zaferi’nden bahsediyorum. 26 Ağustos 1071’de ne olmuştu? Dilerseniz kısaca bir hatırlayalım: Selçuklu Sultanı Alparslan önderliğindeki 50 bin kişilik Türk ordusu ile İmparator 4. Romen Diyojen önderliğindeki 200 bin kişilik Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ordusu, Malazgirt Ovası’nda karşı karşıya geldi ve düşmanın sayı olarak üstün olmasına rağmen Sultan Alparslan önderliğindeki Türk ordusu bu muharebeyi kazandı ve bugün içinde yaşadığımız bu topraklar, kanlarıyla sulayan atalarımız tarafından bizlere yurt olarak armağan edildi. Sultan Alparslan, “Size öyle bir yurt aldım ki; sonsuza dek sizin olacaktır” sözünü söylerken, aslında kendisinden sonra gelecek nesillere ciddi bir sorumluluk ve misyon yüklemiştir. Korumadığınız ya da koruyamadığınız hiçbir şey sonsuza dek sizin olmaz.

ÇAĞ AÇAN KOMUTAN

Gelelim 29 Mayıs 1453 tarihine. Evet İstanbul’un fethinden bahsediyorum. Herkesin istediği kadim şehir İstanbul! İstanbul’un fethinden bahsedip, peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav)’nın övgüsüne mazhar olmuş büyük komutan Fatih Sultan Mehmet Han’dan bahsetmemek olmaz. Bilim, sanat, matematik, fizik, edebiyat ile ciddi olarak ilgilenen ve altı dil bilen bir komutandan bahsediyorum. “Ey konstantiniye! Ya sen beni alırsın, ya ben seni alırım” inanmışlığı ile “Konstantiniye”yi İstanbul yapan, atası Sultan Alparslan’ın bıraktığı mirası koruyan ve hatta üzerine koyarak kendisinden sonraki nesillere daha büyük bir miras bırakan, çağ açıp çağ kapatan büyük komutan.

Gelelim 18 Mart 1915 yılına, Çanakkale’ye. Emperyalistlerin, Osmanlı devletimizin çöküşünü fırsat bilip atalarımızın kanlarıyla sulayıp bize vatan yaptıkları bu toprakları elimizden almak istemeleri sonucunda, bu duruma razı olmayan Anafartalar Grup Komutanı ve Anafartalar kahramanı Albay Mustafa Kemal, bu savaşta kazandığı tecrübe ile daha sonraki süreçte arkadaşlarıyla birlikte Milli Mücadeleyi başlatmıştır. Zaferle sonuçlanan Çanakkale Deniz Savaşı, bugün hâlâ emperyalizm ile mücadele eden ve etmeye çalışan toplumlara umut olmaktadır. Bundan sonraki süreçte de umut olmaya devam edecektir.

MİLLETİN KENDİ KADERİNİ ELE ALIŞI

Gelelim Milli Mücadele dönemine. 19 Mayıs 1919 Samsun’da başlayan bu sancılı süreç 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetimizin kurulması ile sonuçlanmıştır. 19 Mayıs 1919 tarihi, Türk İstiklâl Harbi’nin fiilen başladığı tarihtir. Milletin kendi istiklâlini kurtarmak yönünde kendi azim ve kararını ortaya koyduğu bir tarihtir. Bu süreçte Kuvayı Milliye derlenip toparlanacak ve milletin egemenliğinin hakimiyeti sağlanana kadar mücadele edilecektir. Yunan ilerleyişinin durdurulamaması, Kuvayı Milliye güçlerinin merkezi otoriteden yoksun ve bölgesel oluşu nedeniyle, 12 Temmuz 1920 tarihinde Meclis’te alınan kararla birlikte Kuvayı Milliye gruplarının düzenli ordu çatısı altında toplanma kararı alınmış olup; düzenli ordu kurulmasının ilk meyvesi I. İnönü Zaferiyle alınmıştır.

1683 yılında başarısızlıkla sonuçlanan II. Viyana Kuşatması’ndan sonra psikolojik üstünlüğünü kaybetmek suretiyle geri çekilen ve savunma savaşı veren Türk ordusu, yüzyıllar sonra ilk kez 26 Ağustos 1922 tarihinde Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde taarruza geçmiş ve başarıyla sonuçlanan bu büyük zafer sonrası 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Ateşkes Antlaşması ile birlikte işgalci düşman birlikleri topraklarımızı terk etmiştir.

GÜNÜMÜZÜN SORUNLARI

Şimdi gelelim günümüze... Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak bugün hem içeride, hem dışarıda emperyalist güçler tarafından desteklenen terör örgütleri ile mücadelemizi devam ettiriyoruz. Diğer taraftan sınırlarımızda yine emperyalist güçler tarafından desteklenen terör devletleri kurulmak istenmesi sonucunda, ciddi anlamda bir mücadele veriyoruz. Dünya genelinde yaşanan ekonomik ve finansal sorunlar da ülkemize yansımış durumda. Son dönemlerde geçirdiğimiz çok sayıda seçim ve bununla birlikte belirsizliklerin getirdiği olumsuz piyasa koşulları da cabası.

Herkesin bildiği üzere, geçtiğimiz günlerde Yeni Zelanda’da menfur bir saldırı gerçekleşti. Bu vesile ile saldırıda hayatını kaybeden insanları rahmetle anıyorum. İslamafobik ve Türk düşmanı saldırganın silahı üzerindeki yazıları hatırlayalım: “Vienna 1683.” Osmanlı devletinin başarısızlıkla sonuçlanan ve Batılı devletler üzerindeki psikolojik üstünlüğünün yıkıldığı II. Viyana Kuşatması tarihi, “Antonio Bragadin” Magosa’da anlaşmaya ihanet ederek Türk esirleri şehit eden Venedikli komutan, “Skanderberg”, Osmanlı’ya karşı ayaklanan Arnavut lider İskenderbey, I. Murad’ı haince arkasından hançerleyerek şehit eden Sırp komutan Miloş Obilic’in ismi, “Turkofagos” Türk yiyici gibi yazılar bulunmaktaydı. Ayrıca bu saldırganın hazırladığı manifestoda ülkemize, “Konstantinopolis’e gelir, tüm camii ve minareleri yıkarız. Ayasofya minarelerden kurtulacak ve Konstantinapol hak edildiği gibi tekrar Hristiyan şehri olacak”, “Topraklarınızda huzur içinde yaşayabilirsiniz, size zarar gelmeyecek. Boğaz’ın doğu yakasında ama Boğaz’ın batı yakasında bir yerde yaşamayı denerseniz, Avrupa’ya gelirseniz sizi öldüreceğiz” gibi tehditler savrulmuş olup, ayrıca Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu saldırgan tarafından ölümle tehdit edilmiştir.

TÜRK TARİHİ BİR BÜTÜNDÜR

Günümüzde hâlâ toplumsal olarak incir çekirdeğini doldurmayacak sorunlar tartışılmakta ve bu sorunlar yüzünden ayrışmalar yaşanmaktadır. Özellikle ülkemizin en büyük sorunu olan konuya değinmek istiyorum: Bazı kesimler Türkiye Cumhuriyeti’nden öncesini kabul etmiyor, bazı kesimler ise Türkiye Cumhuriyeti’nden sonrasını... Bazı kesimler Mustafa Kemal Atatürk’ü kabul etmiyor, bazı kesimler padişahlarımızı ve diğer Türk büyüklerimizi. Ben ise bu düşüncelere sahip olan insanların düşüncelerini kabul etmiyorum. Türk tarihi bir bütündür. Türk tarihini bir bütün olarak kabul etmemek ya cahillikten, ya da hainlikten kaynaklanmaktadır.

Göktürk devletimiz döneminde, yanında sadece 40 çerisi ile koskoca Siganfu Sarayı’na dayanan Kür Şad ata ile sayıca çok çok üstün olan düşman ordusuna kafa tutan ve ezip geçen Sultan Alparslan aynı ruhu taşımaktadır. 26 Ağustos 1071’de bu toprakları bizlere armağan ve emanet eden Sultan Alparslan ile yüzlerce yıl sonra yine aynı gün olan 26 Ağustos’ta ne pahasına olursa olsun bu toprakları emperyalistlere yar etmeyen Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk aynı ruhu taşımaktadır.

Emperyalistlere karşı kazanılmış Çanakkale ruhu ile yine emperyalistlere karşı kazanılmış Afrin ruhunu birbirinden ayırmamak gerekir. Çanakkale zaferinin yıldönümünden önce hazır olmamıza rağmen “Afrin’e girmek için 18 Mart’ı bekleyin ve şanlı bayrağımızı oraya dikin” emri veren Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Mehmetçik yine atalarıyla aynı ruhu taşımaktadır. Askerlerimizin, Afrin cephesinde verdikleri pozlar ve çektirdikleri fotoğraflar, Çanakkale ruhunun yansıması ve Afrin’e hangi ruhla girildiğinin fotoğraf bulmuş halidir.

Bizler bu önemli tarihlere dikkat çekerken, emperyalist güçlerin de bu tarihleri ve yıldönümleri unutmadıklarını bilmenizi isterim. 1820 yılında isyanlarla Osmanlı devletimizin çöküş sürecini hızlandıranlar, 1920 yılında bu millete Sevr’i dayatmıştır. Sevr’in 100. yıldönümü olan 2020 yılında bizlere dayatacakları şeylere karşı uyanık ve birlik olmak zorundayız.

MİLLİ İTTİFAK ÇİZGİSİ

Yukarıda yazmış olduğum Yeni Zelanda saldırganının yayınladığı manifesto ve silahın üzerinde yazılan yazılardan, hâlâ topraklarımızda birilerinin gözü olduğunu anlayabiliriz. Bu saldırının münferit bir saldırı olmadığı ve arkasında farklı güçlerin olduğu, aslında bu saldırı ile tehdit edildiğimiz hepimizin malumudur. Bu bağlamda Cumhurbaşkanımızın “Türkiye ittifakı” mesajını dikkate alarak, milli duruş çizgisinde olduğunu iddia eden bütün parti ve sivil toplum kuruluşlarının Kuvayı Milliye ruhu ile asgari müşterekler ve ortak değerler çerçevesinde bir araya gelmeleri gerektiğini düşünmekteyim.

Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü ilkesiyle, bayrağımızın gölgesinde ve Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisinde buluşmamız gerektiğini düşünüyorum. Bugün hâlâ Mustafa Kemal Atatürk üzerinden masum gözükmek suretiyle, kirli siyaset yapanların ellerinden ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü almalıyız. Bu yüce şahsiyet üzerinden kirli siyaset yapmalarına izin vermemeliyiz. Türk dünyası olarak uyanık olmalı ve safları daha da sıklaştırmalıyız.

ATALARIMIZ BİZİM

Tıpkı Sultan Alparslan ve Fatih Sultan Mehmet Han atasının sözünü yere düşürmeyen Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bizler de atalarımızın sözlerini yere düşürmemeli ve kemiklerini sızlatmamalıyız. Atalarımızın bizlere armağan ve emanet ettiği bu toprakları korumak suretiyle onların kemiklerini sızlatmamak, biz Türk gençlerinin en temel vazifesidir.

Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Türk çocuğu, atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” sözüne istinaden, atalarımızı tanımalı ve büyük işler yapmak için çaba sarf etmeliyiz. Şanlı atalarımız ve şanlı tarihimizle gururlanmalı fakat rehavete kapılmamalıyız. Çok okumalı ve çok çalışmalıyız. Abdulhamid Han’ın “Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor” sözünü kulağımıza küpe edinmeli ve geçmişte yaptığımız hatalardan ders almalıyız. Sonuç olarak, Göktürk de bizim, Selçuklu da bizim, Osmanlı da bizim, Türkiye de bizim. Bumin Kağan da bizim, Selçuk Bey de bizim, Osman Bey de bizim, Fatih de bizim, Atatürk de bizim, Erdoğan da bizim.

Herkese esenlikler dilerim.