Muhalefete dönelim, CHP sözcüleri kriz kötü yönetiliyor dedi, hatta İnce “iyi yönetimkötü yönetim” kavramlarını kullandı.

Yanisi, damatla bu iş olmaz (burası doğru), neyle olur, finans yönetimine iyi yöneticiler gelmeli.

Küçük Kemal Dervişler gelecek ve finansal sorunları yapılandıracak.

Yanisi sömürge komiserlerine umut bağlamışlar.

Türkiye'nin sorunu finans, kur, merkez bankası, faiz sorunu mudur?

Yoksa çok köklü “yapısal” bir krizle mi başbaşayız.

Sıcak para, borç, ithalat, dolar haddini doldurdu, istediğin kadar doların ateşini düşür istediğin kadar borçları ertele, deniz bitti, ülke bitti, bu artık bir türbülans değil, uçak çakılıyor, sebep, milli kaynaklar peşkeş çekildi, çarçur edildi!

Milli bir seferberlik şart, Milli İktisat Kongresi şart, ithal ikamesi şart, milli yerli muadil ürünler şart, yerli kaynaklar, imkanlar şart, milletin topyekün ayağa kalkıp silkinmesi şart.

İhale, yağma, talan, imar, rantiye ekonomisinin sonuna geldik.

Kazanç kültürü değişecek.

Zihniyet değişecek.

Esnafımız, sanayicimiz hatta köylümüz değişecek.

Hiç değilse acil tüketim ihtiyaç mallarını üretecek KARMA EKONOMİ şart.

Yem Sanayinde durum nedir bilen yok, gübre sanayinin ne kadarı ithal girdi, bilen yok, hangi bankalar bizim bilen yok, milli bir demir çeliğe, alimünyuma petkime ihtiyacımız hayati önemde, ihtiyacı karşılamıyor, millileşmesi şart yeni ek üniteler şart, yoksa, o halde bir millet yok olacak.

ACİLEN DEVLETLEŞTİRİLMESİ ŞARTTIR

Dört,

Afrin'e giren Türk subayları zeytin ve meyve ağaçlarının büyük bir tarım becerisi bolluğu ve düzenini görünce küçük dillerini yuttular, Suriye bu kadar sıhhat dolu ağacı nasıl başardı diye.

Sebebi çok basit, Suriye petrol olarak en zayıf Arap ülkesi ama, Suriye fosfat zengini bir ülke.

Fosfat ve magnezyum'u Türkiye ithal ediyor, tek fosfat tesisimiz, Mazıdağı'nda, üretime başladı başlayacak, bilin bakalım bu tesisi kim işletiyor, şu milletin .mına koyan Cengiz Holding.

Bu holding çıkarttığı fosfatı köylüye ucuza satar mı, yoksa, ithal ikamesiyle tekel olup daha mı pahalıya satar?

Bu madenler artık stratejiktir ve acilen devletleştirilmesi şarttır.

TÜRKİYE İSTESE DE ARTIK, “MİLLİ BİR SEFERBERLİK” BAŞLATAMAZ

Beş,

Malazgirt kutlaması deyince aklına “buraya köşk yapalım” diyen bir zihniyetle nereye kadar?

Ya da kısa yoldan rahibi ve dört beş siyasi tutukluyu bırakıp biraz zaman kazanırsınız, galiba, eşek aynı eşek yular aynı yular, büyük ihtimal bu kısa yol denenecek.

Artık Türkiye istese de “milli bir seferberlik” başlatamaz, çünkü, medya ve siyasi kadroları kırk yılın neoliberal politikalarıyla büyüdü.

Kırk gazete kırk TV, medyanıza bakın, bunlar köklü milli sorunları örtmek perdelemek için oralara yerleştirildi, işleri güçleri, halkın gözünü boyamak.

Asayiş şubede hırsızlık, yankesicilik, tırnakçılık vs. gibi tantanacılık da vardır, hırsızlar yalandan aralarında kavga çıkartır, sizi de kavgaya karıştırırlar ve o sırada numaracı kavgacılar çaktırmadan sizi soyar.

Özal, Demirel, Tayyip, kırk yıldır “tantanacı” yazarlarını buldu, Ertuğrul Özkök'den Engin Ardıç'a yüzlerce yazar “tantanacı”lıkla maaşlarını alıyor.

Olmadık bomboş mevzular bulup Türkiye'yi kavga ettirdiler, inanç, başörtü, Suriye, kavga olurken ne oldu, devletin binlerce şirketi malı, arazisi, milyarlarca doları patronlarına gizlice peşkeş çekildi.

Bir iki üretim hatası dışında bu yüzlerce yazarın alayı RANTİYE yazarıdır, ülke soyulurken gündemi meşgul tutmakla görevlidirler.

Maden bilmez, kaynak bilmez, milli heyecan hiç bilmezler.

Şimdi bu MEDYA DÜZENİYLE milli bir seferberlik mümkün mü?

Milli kaynaklara dönmek yerli teşebbüs ve imkanların önünü açmak halka bir umut, şevk, coşku aşılamaları mümkün mü?

Boşuna uğraşmayın; ne bu medya düzeni ne Malazgirt deyince aklına “köşk”gelen bu siyasi düzenle MİLLİ BİR SEFERBERLİK bir ZİHNİYET DEĞİŞİMİ mümkün değildir.

NE TÜR FIRILDAKLAR DÖNÜYOR BİLEN YOK

Altı,

Bugün öğreniyoruz ki, dolar krizinin ilk günlerinde dolarlarını sağlama alanlar AKP'nin rantiye sınıfı. Olan bize olmuş. Üstüne Halk Bankası'nın gizemli şekilde gece yarısı soyulması. Ne tür fırıldaklar dönüyor bilen yok.

Bir de bugünlerde “aynı gemideyiz” lafı çıktı, şimdi bu “rantiye sınıfıyla” bizler aynı gemide miyiz?

Rantiye sınıfıyla aynı gemide değiliz, bir gemimiz var o da milli bir gemi, kaynakları talan edilen, üretimi stop eden, tarlası, köyü, atelyesi, fabrikaları boşalan ya da ithal ham madde girdileriyle yalandan nefes alan bu milli geminin yüzüne bakan yok.

Otuz yıldır bu milli geminin imkanlarını, tohumlarını, tarlalarını, katma değerini anlatıyoruz, yüzümüze bakan yok, ziraat konulu yüzlerce konferans verdim, üniversiteleri salon vermez, kitap fuarları bizi kabul etmez yasaklar.

Rantiye gemisinin bakanlıkları, gazeteleri bizi düşman, kafir belleyip adımızı anmaz, yetmez linç ederler.

Sırf özelleştirmelere karşı geldik diye sıcak para, borç parayı eleştirdik diye yemediğimiz dayak kalmadı, şimdi, “aynı gemideymişiz.”

Üstelik bir gemimiz falan da yok, kendi beceri ve inadımız ve kendi hayallerimizin coşkusuyla boyasız, küreksiz, yelkensiz ve gelecek ay karnımızı nasıl doyuracağımızı bilmediğimiz, gariban bir kayığımız var.

Rantiye gemisine ise kırk yıldır binmeyen mi var, yüzlerce liberal yazar, romancıları, sinemacıları… Bir zamanlar dizisi vardı: Aşk Gemisi. Zengin müşterileriyle Atlas Okyanusu'nda ülkeden ülkeye seyahat ediyor herkes herkesle aşk yaşıyordu.

Irak, Suriye savaşlarında Amerika'yla o ne aşklardı, AB'ye girerken yaşanan aşklar, Ergenekon operasyanlarında yaşadıkları aşklar, yüzlerce bölüm dizi kırk yıl sürdü, bitmedi.

Elif Şafak, Orhan Pamuk, Ahmet Altan, Hasan Cemal, Mehmet Barlas ve İslamcıları ve Fetöcüleri, kırk yıl bu gemide ne entrikalar çevirdi ne skandallar yaşadılar, aşk gemisine PKK'yı dahi aldılar, bizleri ve Türk Ordusunu hem ülkeden hem CHP'den, hem medyadan kazıyarak kovdular.

Gel zaman git zaman bu aşk gemisinin liberalleri sümüklü fetösü aşklarıyla ünlü çapkın kaptanla arayı bozmuş şimdi yeni müşteriler arıyor!

Bir de batan bir gemiyi anlatan ünlü “Poseidon Macerası” filmi vardır. Gemi batınca olaylar şöyle gelişir, gemidekiler geminin sulara dikine gömülmüş olduğunu anlarlar, ancak, su üstünde kalan kısmı neresi bilmezler?

Kazazedeler arasında iki ayrı görüş oluşur, bir kısım kazazede bir papazın peşinden gider, papaz dualarla peşine epey bir adam takıp başka yöne doğru gider, topluca boğulurlar.

Diğer kazazedeler bilimadamlarının peşinden gider, taktikleri şudur, her adım attıkça gemiye vururlar ve çıkan sesi ölçerler, çınlamanın yoğunluğuna göre yukarı doğru mu dibe mi doğru mu yol aldıklarını öğrenirler ve bu “ses”i takip edenler kurtulur.

Şimdi bu batan geminin kaportasına ben de elimle vuruyorum, milli kaynaklara, milli iktisata, karma ekonomiye, milli seferberliğe doğru bir ses geliyor mu?

Gelmiyor!

Peki bu aşk gemisinde kırk yıl sefa sürenler neden battıklarını biliyor mu?

Hayır!

Hayal kırıklığı yaşıyorlar mı?

Hayır!

İçlerinde acı çekmiş, sürülmüş, hakkı yenmiş, dövülmüş, parasız pulsuz beş parasız kalmış bir kişi var mı, yok, hepsi saray danışmanı.

Hepsi birinci mevki müşterisi… Hayatları dolar borsa yataklarında geçmiş. Sıcak para aşkına müslümanı müslümana kırdırmışlar. İçlerinden bu ülkeden bu memleketten “özür” dileyen tek kişi çıkmış mı, hayır!

Bu rantiye gemisi; her dönem yolunu, suyunu, dümenini bulanların gemisi.

Biraz düşünüp taşınsalar, birazcık Atatürk'ün kendi milli kaynaklarına devrim projeleriyle atılmasını, biraz uyanık, keskin görüşlü biraz nesneden, kaynaktan, fabrikadan, tarladan anlasalar, biraz sarayı, tarikatı eleştirecek gücü bulabilseler...

Biz de nihayet nedamet getirdiler deyip bu gemiye coşkuyla binerdik.

Dümeni her dönem başkalarının elinde bu rantiye gemisiyle işimiz olmaz.

Borçların bir kısmını yalvarıp erteleyecekler ne mi olacak, tutukladıklarını serbest bırakacaklar, tükürdüklerini yalayacaklar, tabii hepsi hukuki zeminde olacak ve eşek aynı eşek yular aynı yular.

Biz eşekler de eften püften din, inanç, Suriye, tarikat gibi yalandan dolandan birbirimizi gırtlaklayıp, gaz odalarının önünde sessiz bekleyişi sürdüreceğiz.

Arap turistlerle dalga geçiyorduk, bir miting yapamazlar, bir partileri yok, bir dilekçe hakları yok, demokratik hiç bir haktan haberleri yok, kralları karşısında sessizler vs. diye.

Çoktan araplara benzedik, başımızda kralımız, hangi siyasi hakkımız hangi siyasi partimiz hangi demokrasi ve hukuk düzeni?

ELİMİZDE TEK BİR SIĞINAK KALMIŞTIR: CUMHURİYETİN İLK YILLARI

Yedi,

Aklınıza tarihin en büyük işgallerini, savaşlarını getirin, dünya tarihinde, Fetö'nün Türkiye'den çaldığı para kadar büyük servetleri bir ülkeden kaçırmak ne Sezar'a ne Napalyon'a tarihte kimseye nasip olmadı.

Yüz iki yüz milyar dolar kadar büyük paralar ülke dışına kaçırıldı.

Aklınıza savaş tarihlerini getirin, tarihte hangi ordu Fetö operasyonlarıyla sil baştan tasfiye edilip yıkılan Türk ordusu kadar ağır ve utanç verici hezimet yaşadı?

Ve bunca yenilgi, utanca rağmen elimizde tek bir sığınak kalmıştır, o da Cumhuriyet'in ilk yılları.

Bunca acı trajik derse, yüz kızartıcı hezimetlere rağmen bu rantiye gemisinin cumhuriyet gibi demokrasi gibi bir direği var mıdır?

Tarihin en şatafatlı harcamaları, aşırılıktan, israftan kaçındıklarına dair bir küçük emare var mıdır?

Soralım, tek işi Atatürk'e küfretmek olan Engin Ardıç'ın otuz yıldır aldığı maaş ne kadardır, ki, maaşları AKP'li belediyelerce ödeniyor, yani halkın parasıyla.

Bu rantiye gemisine mi bineceğiz?

Anadolu'yu vatan ve devlet yapan Türk'ün bağımsız ruhu ortalıkta var mıdır?

Buldozer ve testere, kesmedik ağaç, dümdüz etmedikleri sahil kalmadı, İslamcılar yüzünden erkekler erkeğe kadınlar kadına, memleket artık memlekete benzemiyor, bu rantiye, yağma, talan gemisine mi bineceğiz?

Sadece kendi halkını esir alıp siyaseten boyun eğdirmiş bir dünya lideri, hala kaptan o ne dese kanun, ayet o...

Ve çıldırmış gibi sabah akşam ekranlardan bağırıyorlar; bu gemiye binmelisin çünkü bir milli savaş var ülkemize saldırıyorlar, diyorlar.

Doğru, ancak “rantiye” gemisiyle savaş verilmez, o gemi direğine önce milli iktisat bayrağını çekmeli.

Baş komutan da artık kravatı çıkartıp kamuflaj giymeli, mesela, Atatürk orman çiftliği ruhuna uygun, o sarayı terk edip sarayı sığır çiftliğine çevirmeli.

Ki, bu milli savaşa inanalım.

Ve Emine Erdoğan hanım da Rus çarları ve Fransız krallarını kıskandıran binbir gece masalları menülerini terk etsin.

Bizim gibi yağda yumurtaya yarım kaşık tereyağı ve makarnaya iki kaşık yoğurt bulunca sevindirik olup karnını doyursun, ki, bu savaşa gerçekten inanalım.

Onlar yiyecek onlar dolarla maaş alacak onlar satacak onlar istif edecek onlar tıkınacak onlar ihaleleri yağma talan edecek, biz de her dönem kovulmuş ve aç, bu rantiye gemisine bineceğiz!

Oh ne ala, milletin .ötünde don kalmamış, keyifleri; tarihin en zengin, en müsrif sultanı Abbasi halifesi Harun Reşid'de yok.

(Bu tarih de tuhaf benzerlikleriyle ne kadar şaşırtıyor insanı, meşhur Binbirgece masalları Harun Reşid dönemini anlatır. Harun Reşid de servetini ve sarayını devlet içinde yüksek makamlarla imtiyazlı, torpilli bir güç kurmuş Bermeki'lerle yedi, müslüman halk Bermekiler'in kayırılması karşısında isyan etti.)”