Mert Ünlü yazdı...
Ülkemizde, uzunca bir süredir belki de sistematik olarak
unutturulmaya çalışılan bir kurucu akıl sloganıydı Tam Bağımsızlık… Belki de
tekrar 15 Temmuz’da FETÖ’nün iç savaş adımı ile dış müdahaleye açık hale
getirmeye çalıştığı, konvansiyonel silahlar ile gerçekleştirdiği terör
eyleminden sonra yeniden önemi anlaşılmaya başladı.
Tam da uluslararası bir akıl ile, hatta Sevr imzacısı birçok
ülkenin, ülkemiz üzerindeki çıkarlarıyla örtüşen bir çizginin taşeronu olarak,
tam bağımsızlığa karşı 40 yıllık ihanet birikimini heyecan ile gerçekleştirmeye
çalıştı.
Anadolu’da Sevr’den sonra Türk bağımsızlığı ordu sayesinde
elde edildiği için, FETÖ’cular sahiplerinden aldığı akıl ile başarılı
olma ihtimali olan bir kanaldan gerçekleştirmişti bu terör eylemini. Hem
Kurtuluş Mücadelemiz hem de ardından kurulan Cumhuriyet Devrimleri gücünü
ordudan aldığı için ana hedef Türk Silahlı Kuvvetleriydi. Kumpaslar tam da
bundan dolayı organize edilmişti.
Emperyalizmin ana hedefinin o ülkede üretimi ve üretimde
alan sahibi olan bazı işbirlikçi unsurların aracılığıyla ülke kaynaklarını kontrol
altına almak olduğunu bilmekteyiz. Cumhuriyet devrimleri ile emperyalizmin
saldırılarına daha açık olan feodal üretim şekli ve sosyal yapısı, Türk
Modernleşmesi anlayışı ile dönüştürülmüş, modernleşmenin Osmanlı döneminden bu
yana öncüsü olan ordu yeni düzende daha da önem kazanmıştır. Emperyalizmin,
Türkiye özelinde orduyu dolaysız bir yöntem ile hedefe koyması tam da bundan
kaynaklanmaktadır. Özellikle Mustafa Kemal Atatürk sonrasında hem tek partili
hem çok partili yapıda, siyasetçi eli ile önce toplumsal yaşama yönelik
kazanımların tasfiyesi ve ekonomik siyasal alanda verilen tavizler fazlasıyla
belirgindir.
Özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrası, 1947 yılı
itibariyle denge politikasından uzaklaşılması, önemli savunma sanayi
kuruluşlarının kapatılması ve yerine emperyalistlerin eski teçhizat ve
araçlarının “yardım” adı altında dayatılması ve 1952’de NATO üyeliğinin
sağlıksız bir ortamda, Kore’ye asker gönderilerek gerçekleştirilmesi tam da “emperyalizmin
hedefi ordu” söylemini güçlendirmektedir. Tam Bağımsızlığın güvencesi olan
ordusu dönüştürülen bir ülkenin sosyal, ekonomik alanda teslim alınması bundan
sonrasında artık daha kolay olacaktı.
Belki de en başta değindiğim, dış destekli 15 Temmuz Kaos
girişimi bu birikim ve özellikle 12 Eylül Amerikancı darbesinin yarattığı atmosfer
ile emperyalizmin Türk Tam Bağımsızlığını hedef alan eylemini
gerçekleştirmesinin en somut ve güncel örneğidir. Daha da önemlisi, öncesinde
sendikal hareketi güçlü olan bir ülkede, 24 Ocak kararlarının uygulanabilmesi
için, Türk Üretim hayatını teslim alan işbirlikçi unsurların da başka bir
vazgeçilmeziydi 12 Eylül darbesi. Ha keza o firmaların isimleri, Fetö’nün içi
boş propaganda aracı Türkçe Olimpiyatlarında sponsorluk yarışları da
hafızalarda hala yerini diri bir şekilde korumaktadır.
Tam Bağımsızlığı hedef alan toplumun teslimiyeti boyutunda
ise siyasetçilerin ve popülist sorumsuzluklarının rolü fazlasıyla görünür ve
hissedilir bir olgudur. Yarım bırakılan ve 1938 sonrası etkisi sistematik
olarak yok edilmeye çalışılan devrimlerin ardından, uluslararası yönelimlerin
de etkisi ile 1946 yılında adım atılan çok partili düzen veya evrensel tanımı
ile temsili demokrasi ne yazık ki toplum algısında tam bağımsızlığa en ciddi
zararın verildiği dönemin başlangıcı olmuştur. Yakın geçmiş ve güncelde de Emperyalistlerin
düşünce kuruluşları veya angaje STK’ların algı katkıları demokratik yollar ile
başa gelen siyasetçileri devşirmesi, seçimler öncesinde yatırımını yapması veya
seçildikten sonra kontrollerinden çıkan yöneticileri farklı yöntemler ile
devirmeye çalışması hem ülkemiz hem de dünya genelinde fazlasıyla şahit
olduğumuz bir durumdur.
İçi boşalan temsili demokrasi kavramının yarattığı atmosfer
ile toplum kutuplaşır, iki seçenek içine sıkıştırılır. Güncel hali ile bir
özgürlük yanılsaması olan sandık ile tam bağımsızlığın vazgeçilmez bir unsuru
olan milli birlik kavramı, liyakatsiz, popülist ve devlet yönetme ciddiyet ve
ehliyetinden uzak siyasetçilerin söylemleri arasında zedelenmiş olur.
Olabildiğince kısa şekilde Tam Bağımsızlığın zedelendiği
günleri ve koşulları hatırlatmaya çalıştıktan sonra günümüze dair
değerlendirmelerimi paylaşmak isterim.
Tam Bağımsızlığımızın emperyalizm tarafından hedef
alınması çabalarının içeriden gelen son güncel hamlesi olan 15 Temmuz’un başarısızlığı, Tam Bağımsızlık kavramının daha da iyi
anlaşılmasının ateşleyicisi olmuştur. Bazı siyasilerin, darbe girişimi
üzerinden “kontrollü” yorumlarının yarattığı zafiyetlere rağmen milli birlik
yeterli düzeyde sağlanmış ve yine silahlı kuvvetlerin, güvenlik güçlerinin
büyük bir çoğunluğunun girişimin karşısında yer alması ile Türk Devletinin
Bağımsızlığı korunmuştur.
Bu noktada Tam Bağımsızlığı hedef alan bir taşeron olarak
FETÖ’yü salt inanç merkezli bir yapılanma olarak görmek hepimizi yanılgıya
sürüklemekten öteye götürmeyecektir. FETÖ Cumhuriyetin Kamuda Kalkınma
hamlelerinde gözü olan ve talan eden iç ve dış sermayenin, Cumhuriyet
değerlerini “özgürlük, demokrasi” gibi kavramlar ile hedef alan liberal
çetenin, devrimlerin yaratacağı toplumsal dönüşümlerden rahatsız olan kökü
dışarıda gericiliğin ve teali cemiyetlerinden tanıdığımız güdümlü etnik
bölücülüğün devlet mekanizmalarında ve toplumsal hayattaki eli ve koluydu.
Başka bir güncel tabir ile küreselcilerin ayakçısı bir organizmaydı. Bu kirli
ayakçıların kolları, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin millet ile birlikte yaptığı
savunma ile adil bir şekilde kesildi. Türkiye’de küreselciler henüz tam
anlamıyla kaybetmeseler bile FETÖ’nün ezilmesi ile hareketlerini kısıtlayacak
ölçüde geri plana düştüler. Etkileri hissedilir şekilde azaldı.
Bu durumun sonucunda, Türk Bağımsızlığının ana omurgası
Silahlı Kuvvetler önemli bir şekilde arındırılmış oldu.
Atlatılan bu büyük felaketin üç buçuk sene ardından Covid 19
gibi bir Küresel Salgına giren Türkiye Cumhuriyeti büyük bir şansa sahip
olmuştur. Türkiye’ye içerideki muhip siyasetçi ve gazetecileri ile “güçlendirilmiş
yerel yönetim” veya “özerk yerel yönetim” dayatmasında bulunan AB kendi
içindeki ayrışma ve dağılmaya hız katacak bir başarısızlık ile bu krizi
yönetememiştir. Yönetemediği gibi üye ülkelerin birbirlerine gönderilen
yardımlara el koyması ile bir birlik olamadıklarını göstermiştir.
Yine Türk Bağımsızlığının karşısında bir tehdit olan ve
içeride fonlar ile besleme bir kitle yaratan AB'cilik kaybetmiştir. Bu kitle 25
Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından siyasi bir boşluğa
düşen, hedefini gerçekleştirebilme kabiliyetini yitiren komünist partiler ile
aynı konumun 2020 yılında farklı bir örneği olmuştur. Bundan sonrasında Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığının bir diğer besleyicisi olan güçlü merkezi
devlet otoritesine dair yapacakları her söylem HÜKÜMSÜZDÜR.
Tam bağımsızlığın ülke içerisinde Kıta Avrupası kaynaklı
odak dışındaki bir diğer tehdidi de AngloSakson anlayışının içerideki
gönüllüleridir. Exeter ekolünün siyasetteki sivil temsilcilerinden aslında
gayet iyi tanıdığımız bu ekol son süreçte, Türk Bağımsızlığının bir diğer ana
omurgası olan milliyetçilik ve devletçiliğe yönelik söylem geliştirmekten
kendisini alıkoyamamaktadır. AKP’nin içinden ayrılıp partileşen bu ekol,
%65’inin kendisini milliyetçi olarak tanımladığı ve milliyetçiliğin her geçen
gün daha da güçlendiği bir toplumda özgürlük yanılsamasının tecellisi
seçimlerde aritmetikte dengede oynamalar yapmak dışında pek bir işleve sahip
olamayacaklardır. Son süreçte liberal ekonomik programlarının uygulandığı
ülkelerin, kendi yurttaşlarına hizmet veremeyen sağlık sistemlerinin çöküşünün
de varlığı bu zihniyetin temsilcilerinin, Türkiye’de Özal ve sonrasında denenmiş
alternatifinden çok büyük bir fark gösteremeyecek olması da kendileri adına bir
diğer talihsizliktir.
Tam bağımsızlığa tehdit olarak var olan bu grupları
sıraladıktan sonra önümüzde tarihsel akış içerisinde zedelenen ve hala dış
kaynaklı iç tehditlerin hedefinde olan Tam Bağımsızlığa zeval getirmeyip
yeniden güçlendirmenin yolu ne olabilir?
Aslında güncel tehditlerin ana çizgilerinin ortaklaştığı
noktanın liberalizm olduğu aşikardır. Aynı Covid 19 gibi küresel olan bu
virüsün aşısını başka bir yerlerde aramaya gerek yoktur. 100 yıl öncesinde
kurumsallaşmış Milli Mücadele’nin emperyalizme karşı verdiği savaşın sonrasında
kurulan Cumhuriyet değerleri hali hazırda bizleri beklemektedir. Bu kadar
tahribata rağmen Covid19 ile mücadelede bizlere Halkçılık ilkesinin somut bir
uygulaması olan kamuculuk ile sağlıkta diğer ülkelere göre başarılı olma
fırsatını sunmuştur. Bundan sonra dünya genelinde oluşması beklenen ekonomik
krizin tahribatının toplumda daha az hasar bırakmasını ve kriz sonrasına
kalkınma hamlesi ile çıkış yapmamızı sağlayacak yegâne seçenektir, kamuculuk. Keza
üretim alanındaki kaynaklarda gözü olan emperyalistlere ve yerli taşeronlarına
da verilebilecek en berrak cevaptır da aynı zamanda.
Gönül isterdi ki bu adımları muhalefet dillendirsin ancak
onlar daha dün mecliste, 23 Nisan oturumunda bile emperyalizmin ana programı
olan güçlendirilmiş yerel yönetim anlayışını dillendirerek emperyalizmin
özgürlük yanılsamasının temel dayanağı olan köhnemiş liberal demokrat
değerlerin arkasından ilerliyorlar.
Tam da bundan dolayı top iktidardadır. Tam Bağımsızlığın
güçlendirilmesinde en temel adım olan milli birlikteliğin güçlendirilmesi
önlerinde durmaktadır. Bu noktadan sonra partiler üstü cesur bir adım ile devletin
yeniden milleti ile güçlendirilmesi, tüm dünyada çöken liberal yönetim
anlayışının yerine güçlü merkezi yönetim anlayışı ile ülkemizin bir adım önde
olması sağlanacaktır.
Kurtuluş mücadelemizin başarısının ana üç destekleyici
unsuru olan, Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye kurumsal gerçeklikleri ile burada yine
yol gösterici olarak bizleri beklemektedir.
15 Temmuz sonrası Fethullahçı teröristlerden arınan ve
savunma sanayindeki milli hamleler ile teçhizat açısından bağımlılığını azaltan
“Harbiye” on yıl öncesine göre daha da arınmış bir durumdadır.
Covid19 ile birlikte her gün bilim kurulu verilerini ve
bilim kurulu üyelerinin açıklaması beklenirken bir yandan sağlıkta şiddete
karşı yasal düzenlemeler Tıbbiyenin önemini yeniden hatırlatmış oluyor.
Ve geriye kalıyor Mülkiye. O da bugün itibariyle iktidarın,
liyakatli, işinin uzmanı ve milli sorumluğa sahip, emperyalistler tarafından
devşirilemeyecek isimlerin yönetime ve bürokrasiye dahil edilmesi ile başlayabilir.
Bu üç başlıkta bütünleşen bir Türkiye aynı 15 Temmuz’da
başardığı birlikteliğin çok daha ötesine geçebilir bir altyapıya sahip
olacaktır. Pandemi öncesi emareleri belirginleşen ve bundan sonra daha
hissedilir olacak olan çok kutuplu dünyada yerini İkinci Dünya Savaşı
sonrasında aldığı ve ciddi sıkıntılar yaşamasına neden olan bloktaki konumuna
göre farklı ve güçlü bir aktör olabilecektir.
Yeter ki toplumun tüm kılcal damarlarında oksijen, su ve
ekmek gibi bir vazgeçilmez unsur olarak Tam Bağımsızlık benimsensin, “Ya
İstiklal Ya Ölüm” sözünün ruhu nesillerden nesillere daha güçlenerek aktarılabilsin.
İLK KURŞUN