Liberalizmin tutunamadığı toprak: Rusya
“İnsanlığın bir üyesi gibi gözükmeyen, ama yine de dünyaya büyük dersler vermek için var olan uluslardan biriyiz. Kanımızda uygarlığa aykırı gelen bir şey var. Büyüyoruz, ama olgunlaşamıyoruz.”
Çadayev, Felsefi Mektuplar 1836
Putin, ‘Liberalizm hükümsüz hale geldi’ açıklamasıyla, liberal değerler üzerine kurulan Batı uygarlığının temellerinin sarsılmakta olduğunu dile getirmiştir. Dünyanın en seçkin aydınları, Batı’nın çökmekte olduğuna uzun zamandan beri dikkat çekmekteydi. Bu fikirlerin bu kez, bir devlet başkanı tarafından dillendirilmesinin anlamı ve önemiyse bambaşkadır.
Daha önemlisi, 1. Petro’nun radikal Batılılaşma reformlarıyla başlayan modern Rus devletinin tarihindeki ‘Avrupa’ya açılan pencere’ politikası göz önünde bulundurulduğunda, Putin’in açıklamasıyla bu ‘pencerenin kapanma’ olasılığının bir kez daha gündeme gelmesidir.
Kuşkusuz Putin’in liberalizmi hedef almasıyla, Rus düşünce tarihindeki köklü liberalizm ve Batı karşıtı geleneğin mirasını tartışmak kaçınılmazdır. Putin’in bu yalın cümlesinin arkasında, yüzyıllardır liberalizmi yadsıyan geleneğin çarpıcı etkisi vardır.
LİBERALİZMİ YADSIYAN RUS LİBERAL AYDINLAR
Dostoyevski, ‘Bir Yazarın Günlüğü’ köşesindeki ‘Paradokslarım’ başlıklı yazısında, Çarlık Rusya’sının baskıcı rejimine karşı anayasal demokratik hakları ve basın özgürlüğünü savunan Rus liberal muhaliflerin karakterini tartışır. Dostoyevski’ye göre Rus liberal aydının en sıra dışı özelliği, liberal idealler için mücadele eden bu aydınların Batı’ya gittiklerinde, Batı’nın siyasi yelpazesinde liberalizmden en uzak sosyalistlerle yan yana gelmeleridir.
Dostoyevski, Rusya’da en ılımlı fikirleri savunanların, liberalizmi yadsıyarak Avrupa’daki en radikal devrimci fikirlere yönelmelerini, Rus entelektüelinin paradoksu olarak tanımlarken; aslında Avrupa düşüncesinde uzlaşmaz gibi görünen çelişkileri kendi hayatlarında aşmaya çalışan, bu çelişkilerden beslenen Rus aydınının özgün ve sınırları yıkan güçlü karakterinin altını çizmişti.
Dostoyevski açısından bu Rus aydının en rafine temsilcisi, “Rusya’nın ilk ve tek dünya vatandaşı” dediği, Aleksandr Herzen’dir.
Herzen, Rus aydınının içinde bulunduğu sessizliği bozan ve arkasında derin düşünsel miras bırakan en seçkin düşünürlerin başında gelir. Eğitimli birçok Rus genci gibi Herzen de, 1825’de anayasal hakları, basın özgürlüğünü, köleliğin kaldırılmasını isteyen Dekabrist ayaklanmasını gerçekleştiren devrimcilerin anılarıyla büyüdü. Herzen, her zaman kendisini Dekabristlerin mirasçısı olarak görmüştü.
Herzen dönemindeki entelektüeller aynı kaynaklardan beslendi; SaintSimon’u okuyup Fransız sosyalizmini yakından takip etti, Alman felsefesini her Rus aydını gibi bütün benliğiyle sindirdi, Hegel’in etkisi olgunluk dönemi eserlerinde bile görülürken Feuerbach ile tanrıtanımazlığın sınırlarına dayandı.
Aydınlanma’ya derinden bağlı, özgürlükçü ve demokrasinin ilkelerini temel alan 1840’lı birçok aydın gibi Herzen de çok geçmeden kendisini I. Nikolay’ın baskıcı politikalarının hedefinde buldu.
RUS SOSYALİZMİNİN TEMELLERİ
Ülkesinde devletin despotik baskısından kaçan Herzen, o dönemin her devrimcisi gibi doğrudan Paris’e gitti. Herzen döneminin romantik bir devrimcisiydi, ideallerine sonuna kadar bağlıydı; ne var ki aynı zamanda keskin bir eleştirel zekaya sahipti. Aydınlanma’nın akılcılığı Paris’in romantik havasını dağıtmakta gecikmedi.
Herzen gittiği tiyatro sonrası, biraz da aristokrat havayla, toplumun yeni seçkini burjuvaziyi bayağı ve zevksiz buldu. “Her şeyi yiyen, ama yediği hiçbir şeyle doymayan”, “güzelliği yıkıp, bireyi silikleştiren” burjuvazi Herzen için örnek alınacak bir sınıf olmadığı gibi uygarlığın, ilerlemenin de önündeki en büyük engeldi.
Herzen 1847 tarihinde, “Burjuvazinin büyük bir geçmişi olmadığı gibi, büyük bir geleceği de olmayacaktır. O ancak, haklarının kabul edilmesi için savaşırken, bir yadsıma, bir geçiş, bir zıtlık ögesi (antitez) olarak, o an için iyi bir şeydi... Aristokrasinin kendi toplumsal inancı vardır; yurtseverlik dogmasının, yiğitlik geleneğinin ve onur makamının yerine, ekonomi politiğin yasalarını koyamazsınız. Feodalizmin zıddı olan bir inanç da vardır, sosyalizmdir. Burjuvazinin yeri bu iki inanç arasındadır” derken bu gözlemlerinde ne kadar haklı olduğunu bir yıl sonra görecekti. 1848 Devrimi burjuvazi tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştı.
“Batılı kokuşmuşluğun kıskacında”, “ahlaki çöküntünün kenarındayken Rusya’ya olan inancım kurtarıcım oldu” diye yazar Herzen. Bu yeni koşullarda Rusya’nın geleceğini bambaşka gözle okumaya çalışır. Böylelikle ‘Rus Sosyalizmi’ fikrini bu dönemde formülleştirmeye başlar.
Modernleşme Rusya’daki aydınları iki kampa bölmüştü. Bir tarafta eski gelenekleri savunan Petro’nun reformlarına karşı, Rusya’nın özgünlüğünü vurgulayan Slavcılar; diğer tarafta ise Avrupa’nın geçtiği evrimin takip edilmesini savunan liberal Batıcılardı. Herzen yaşadığı deneyimlerden sonra Avrupa’ya koşulsuz inanmayı sürdüremeyeceği gibi Slavcıların fikirleriyle yan yana gelemeyecek kadar da Aydınlanma’ya ve özgürlüğe bağlı bir devrimciydi.
Yeni bir çıkış yolu arayan Herzen, iki kamptaki fikirleri yeni bir zeminde, özgün ve parlak şekilde bir araya getirmeye çalışır. Rusya’nın Roma hukukunun dışında kaldığı, Ortodoks inancıyla Avrupa’nın ‘bulaşıcı’ yozlaşmasından uzak kaldığı tezlerinde Savcılara yaklaşan Herzen; özellikle Rus köy komününün ileride kurulacak yeni toplumun nüvelerini taşıdığı ve köy komününün kolektivizmini Batı’nın topluluk kültürünü parçalayan, burjuva bencilliğinin alternatifi olarak ele aldı. Herzen’e göre köy komününün doğaya yakınlığıyla sahip olduğu ‘sosyalizan’ kültüre, Avrupa yüzyıllar boyunca çabalayarak ulaşmayı amaçlamıştı.
Herzen’in dayandığı diğer fikir devrimci Çadayev’in ‘tarihsiz bir ülke Rusya’ tezidir. Köklü geleneklerin yokluğu (köy komünü hariç) ve Rus monarşisinin Avrupa krallık geleneğinin dışında kalmasıydı. Rusların geçmişlerinde sevecekleri hiçbir şey bulamamaktan dolayı toplumsal devrimin her şeyi yıktığında üzülecek hiçbir Rus da olmayacaktır. Rusya uçsuz bucaksız bir tarlaydı, ne ekileceğine geçmişin kamburu olmadan karar verebilirlerdi.
Avrupalı sosyalistleri ilk Hristiyanlara, Rusya’yı da Roma’yı yıkıp ama aynı zamanda daha ileri bir uygarlık kuran barbar kabilelerine benzetiyordu Herzen.
Herzen’e göre Rus Sosyalizmi, sadece yeni bir dünya kurmayacak, var olan Avrupa’yı da yıkarak ona yeni ve devrimci bir ruh üfleyecekti. Proudhon’a yazdığı mektupta: “Gerçek bir İskitli, bu eski dünya kendi kendisini yok ederken keyifle izliyorum ve sizin için içimde en ufak acıma duygusu bile yok” diyerek Asyalı kimliğini vurgulamıştı. Asıl kışkırtıcı olan İskitli imgesiyle Avrupa’nın yıkımı arasında kurulan bağdır.
Kuşkusuz bu yaklaşım sadece Rusya’da değil Avrupa’da da büyük yankı yarattı. Rusya’nın, köhnemiş, eski Avrupa’ya yeni, taze bir soluk vererek Avrupa’daki özgürlük, demokrasi inancını yeniden canlandırarak yepyeni bir uygarlığın kurulabileceği fikri, Belinski başta olmak üzere, radikal 1860 kuşağında ve belli ölçüde de Lenin’e kadar etkisini göstermiştir.
Herzen, Avrupa merkezli tarih anlayışını eleştirirken, kapitalizmin sömürücü ve eşitsizlik bedelini ödemek zorunda kalmadan, iradeci tarih anlayışıyla köy komünleri üzerinde yükselen Rusya’ya özgü sosyalizmin kurulacağı fikrine ulaşır.
Herzen’in, kapitalizmi aşarak sosyalizme ulaşma fikri daha sonra Çernişevski tarafından çok daha detaylı şekilde ele alınacaktır. Herzen’e göre tarihin akışı, zorunlu olarak Avrupa’nın yatağında akmak durumunda değildi, tarih çoklu seçenekleriyle vardı ve insanlar iradeleriyle bir seçeneği mümkün hale getirebilirlerdi.
Bu fikir Marx ve Engels’in de üzerinde önemle durduğu konu olmuş, özellikle Marx son dönem çalışmalarında “Doğu Sorunu”na eğilirken “Rus Sosyalizmi” üzerine Rusya’daki devrimcilerle mektuplaşmıştır. Avrupa’da Rus Sosyalizmi tezini destekleyen ve karşı çıkanların tartışmaları 3. Enternasyonal’e kadar canlı şekilde devam edecekti.
Aydınlık