Yoz içeriklere ve yozlaşmaya karşı olanlara hemen ‘homofobik, ırkçı, gerici’ gibi etiketler takıp sansür politikası uyguluyorlar...

MURAT SOYDAN

İstismara istismar diyememek2

Haziran ayında Twitter hesabımdan bir seri paylaşmıştım ve orada BBC’nin görmediği haberlerin altını çizmiştim. Bu haberlerden biri Brezilya’da bir lezbiyen çiftin çocuklarına cinsiyet değişimi ameliyatı yapmak isterken çocuğu öldürmüş olmasıydı. Bir diğeri İngiltere’de bir okulda öğretmenin otistik çocuklara yanlış cinsiyette olduğunu telkin etmesiydi. Şimdi sözkonusu medyanın uyguladığı sansür, karalama ve itibarsızlaştırma politikasının üstünü örttüğü tehdide bir örnek daha vereyim:

ABD’de bulunan Housten Halk Kütüphanesi geçtiğimiz sene LGBT dernekleri ile işbirliği içinde bir uygulama başlattı. “Çocuklara cinsel eşitlik bilinci kazandırmak” adına trans bireyler kütüphanede çocuklara hikaye okuyacaktı.

Aileler buna tepki gösterdi ve kütüphane önünde eylem yapmaya başladılar. Bu tepkileri medya “Muhafazakarlar çocuklara öykü anlatanları protesto etti” dili ile vererek aileleri neredeyse gericilikle suçladı.

Aileler bu karalamaya karşı yılmadılar ve gösterilere devam ettiler. Peki sonra ne oldu? Bu etkinlikte çocuklara kitap okuyan translardan ikisinin çocuk istismarından hatta cinsel saldırıdan sabıkalı olduğu ortaya çıktı. Bu sabıkalılardan biri cinsiyet değiştirme ameliyatı öncesinde biri 5 yaşında olmak üzere dört çocuğa cinsel istismarda bulunmuştu.

Bu olayın ortaya çıkması ardından kütüphane yönetimi halktan özür diledi. Ancak kendisine “gerici, homofobik” denen, hem itibarsızlaştırılmaya hem de suçlanmaya çalışan araştırmacılar olmasaydı bu olay ortaya bile çıkmayacaktı. Çünkü kütüphane bu kişilerin kim olduğunu bile araştırmamıştı.

“LGBT bireyler de suç işleyebilir” demek, ya da “feministler de suç işleyebilir” demek nefret söylemi değildir. Aksine Housten Halk Kütüphanesi’nde yaşanan olay, tam tersi bir yaklaşımın, yani “LGBT bireyler suç işleyemez” yaklaşımının bir sonucudur.

Bugün kendisini insanlığın ulaştığı en son aşama, bir tür üstün insan, altın kuşak gibi sunan batı liberalizmi ve onun yerli hayranlarının algılaması gereken gerçek bu. Çünkü bugün istismara istismar diyemeyenler, yarın yabancı örneklerinde olduğu gibi cinayete cinayet diyemeyecek seviyeye de gelecekler. Kendilerinden olan suça suç diyemeyecek kadar şirazelerini kaybetmiş olanlar (biraz ağır olsa da) üstün insan olmadıklarını, suçtan münezzeh olmadıklarını kabul etmek durumundalar. Bunu kabul etmiyor oluşlar, yaptıkları şeyin suç ve suçu karartma olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dolayısıyla bugün biz yarın bir başkaları bu zihniyeti teşhir edecek. Bugün Avrupa’da, Amerika’da pek çok insan artık bu işin ulaştığı boyutu görerek yapılanları “liberal terör” olarak anıyor, bunu karartan medyayı da “terör bülteni” olarak görüyor.

Marksizm dediğimiz zaman akla ilk gelen terimlerden biri emperyalizmdir ve kültür emperyalizmi de bunun bir parçasıdır. Kaderin cilvesine bak ki bugün ülkemizde kültür emperyalizminden en çok etkilenenlerin içinde Marksizmi kendisine dünya görüşü olarak benimsemiş kişiler, kurumlar ve yayın kuruluşları da mevcut. Batı liberalizminin içine çektiği girdaptan kurtulurlar mı bilemem ancak suçu değil de suça suç diyenleri marjinalize etmeye çalışanların ne aklı selim insanlarda bir karşılığı ne de hakikatten bir payları mevcut.

Yazdığım ve Aydınlık Gazetesi’nde yayınlanan içerikleri değerlendirmek yerine çeşitli malzemelerle itibarsızlaştırma süreci yürütüp dolaylı sansür politikası uygulayanlar bilsin ki o çok güvendiğiniz kültürel iktidar sarsılıyor. Kendi çocuklarını yemeye başlayan Batı “medeniyeti” bizzat kendi çocukları tarafından hesaba çekiliyor. İnsanlar artık sizin itibarsızlaştırma kampanyalarınızdan etkilenmiyor. Biz değil, sizin istismarcıya istismar diyemeyişiniz, liberal dünya suç işliyor diyemeyişiniz giderek marjinalize oluyor. Yeni bir ifade ve bu yeni ifadeyle birlikte yeni bir ifade özgürlüğü geliyor. Yakın zaman sonra geri dönüşü olmayacak bu kutuplaşmada ben durduğum taraftan memnunum. Siz de memnunsanız siz sansüre ve itibarsızlaştırma çabasına biz ise konuşmaya ve sizi teşhir etmeye devam edelim.


Dipnotlar:

1) https://twitter.com/nowthisnews/status/1120829453452632065

2) https://pjmedia.com/parenting/houstonactivistsunmaskanotherchildsexoffenderatdragqueenstorytime/


İstismara istismar diyememek1

Çocuğunuz okul gezisi ile sanat galerisine gittiğinde ne görmesini beklersiniz? Muhtemelen üzerinde yıllar harcanmış ve adeta emeğin temsili hâline gelmiş bir heykel ya da renklerin kimyasını geometri ile birleştirmiş bir tablo geçer içinizden. Aklınıza en son gelecek şey ise altında hiçbir şey olmayan birinin çocuğunuzun karşısında pardüsesini açacağı olur.

Böyle bir şeyi aklı başında kimse beklemez, böyle bir şey olduğunda da bunu taciz olarak değerlendirir öyle değil mi? Mantık böyle diyor, ancak mantığı terk edeli uzun zaman olmuş bir kesim için, Türk Ceza Kanunu’na göre dahi resmi suç olan bu durum bir “sanat eseri” galerisinde, Estonya’da yaşandı.

Geçtiğimiz haftalarda Mare Tralla isimli, uzmanlığını Westminster Üniversitesi’nde tamamlamış ve kendisini “feminist aktivist” olarak tanımlayan bir “sanatçı” ilkokul çocuklarının getirildiği sanat galerisinde “sanat” adı altında bu iğreti edici görüntüyü teşhir etti. Görüntünün çocuklarda oluşturduğu etkiyi görmek için ise suratlarına bakmak yeterli...

Bir önceki yazımda Netflix’in çocuk sekmesinde bulunan çizgi dizideki bir sahneyi eleştirmiştim. İki küçük kız çocuğunun öpüştüğü sahnenin “pozitif ayrımcılık” değil, gelişim çağındaki çocuklara sunulmasının sakıncalı olduğu bir “propaganda” olduğunu söylemiştim. Hem Aydınlık Gazetesi hem de sosyal medya hesapları üzerinden kamuoyuna sunduğumuz gündeme büyük destek geldi.

Konuyu kişisel sosyal medya hesabında paylaşan Uzman Pedagog Doktor Sevil Yavuz da uyardığımız konu hakkında takipçilerinin görüşlerini aldı (Instagram: @pedagogsevilyavuz).

Bu görüşlerde de ebeveynler Netflix’in propaganda içerikli yayınını eleştirdi. Ancak ebeveynlerin ve pedagogların pozitif yorumlarına rağmen negatif yorum yapan sosyal medya kullanıcıları da oldu. Bu negatif yorumlarda başı çeken ise “Beğenmiyorsanız izlemeyin” söylemiydi. Bu garip söylem, üzerinde durulması gereken bir söylem.


Şöyle düşünün: Uyuşturucu zararlarını konu alan bir makale yazıyorsunuz ve birileri çıkıp “Beğenmiyorsan kullanma” diyor. Alt metninde “Sus! Niye yazıyorsun? Kullanmazsın olur biter!” mesajı barındıran böyle bir söylemi kim dile getirir? Ya uyuşturucuyu savunanlar, ya da bizzat uyuşturucuyu satanlar...

Kimseyi etiketlemek gibi bir niyetim olmadığı için “Beğenmiyorsan izleme” söylemi ile eleştiri sunduğunu sananlara iyimser yaklaşıp konuyu anlamadıklarını varsayıyorum. Ancak aynı iyimserlikle yaklaşamayacağım bir negatif tepki, yıllardır “basın kuruluşu” diye bildiğimiz OdaTv’den geldi.

Kişisel sosyal medya hesabımda iki sene öncesine ait paylaşımlarımı bağlamından kopararak derleyen “basın kuruluşu”, makaleyi yayınlayan Aydınlık Gazetesi'ni de hedefe koyarak bir itibarsızlaştırma kampanyası yürüttü ve üstü kapalı şekilde yeni makalelerimin gazetede yayınlanmasına sansür talep etti.

Esas haber değeri olan konu Netflix’in propagandacı yayın çizgisi iken böyle bir saldırı ile karşımıza çıkan OdaTv’nin bu yaptığı bir 'tesadüf' değil. Yukarıdaki “sanat segisine” geri dönelim.

Apaçık ortada olan bir fotoğrafın en güzel yanı ortada konuşacak bir şey bırakmaması. İlk yazımda akademilerdeki karşılığını verdiğim, bir önceki yazımda film/dizi sektöründeki karşılığını

verdiğim yozlaşmanın sanattaki karşılığına bir örnek. Nietzsche’nin “Uygarlık tarafından yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuz bir uygarlık çağında yaşıyoruz” sözlerini hatırlatan bu geldiğimiz noktada insanlığın uygarlık namına kazandığı ne varsa saldırı altında.

Bir kesim medyada uygarlığı hedef alan bu yoz saldırıya desteğini iki şekilde sunuyor: Yoz ve suç teşkil eden içerikleri “ifade özgürlüğü, pozitif ayrımcılık” gibi pozitif etiketlerle güzelleyerek.

Bu yoz içeriklere ve yozlaşmaya karşı olanlara “homofobik, ırkçı, gerici” gibi etiketler takıp sansür politikası uygulayarak. Hemen bir not ekleyeyim: Gerçekten ırkçı ve homofobik içerik üretenler mevcuttur ve sözkonusu medya organlarının bu etiketleri sansür amaçlı kullanması, ne homofobiyi ne de ırkçılığı meşrulaştırır. Burada bahsettiğim, böyle olmayan içerikleri veya yazarları bu etiketlerle sınıflayarak bir “mahalle baskısı” yaratanlar.

Bu yayın odakları bu yolla medyada tek sesli bir biat yapısı oluşturarak basını sessizleştirme çabası içerisindeler. “Irkçı, homofobik, gerici” şeklinde etiketlerle propagandalarına karşı çıkan içerikleri itibarsızlaştırmaya çalışanlar, bizzat suç teşkil eden içerikler hakkında ise sessizliğe bürünüyorlar.

Yukarıda teşhir ettiğim “sanat gösterimi” adı altında sunulan tacize liberal medya kuruluşlarından tek bir tepki gelmedi.

Oysa aynı galeride LGBT karşıtı bir gösterim yapılsaydı konu “homofobi” söylemiyle “gericilik” etiketiyle koro hâlinde tüm liberal medyada haberdi. Bu “LGBT karşıtı gösterileri” onaylamak değil, böyle bir gösteriyi ben de ötekileştirici bulurdum, buradaki kıyasın amacı ortada somut bir suç varken bunun neden gündem olmadığını sormak. Çocuk istismarı ve taciz yasal mı oldu? Sergi adı altında çocuk istismarı yapmak yasal mı oldu? Yine aynı kesimin dünya görüşünü benimseyenler “bugün homofobi ve ırkçılık temelli suçlar diğer suçlara oranla çok daha fazla, o yüzden haber sunumunda bunları besleyecek içerikleri sunmayarak pozitif ayrımcılık uyguluyoruz” diyorlar.

Sizin pozitif ayrımcılıktan anladığınız bir feministin ya da LGBT bireyinin işlediği suçu karartmak mı? Böyle yapmak yerine ortada bir suç varsa, ortada bir nefret söylemi varsa bunu kimin işlediğine bakılmaksızın bu suça ve nefret söylemine karşı olmak gerekmez mi?


Aydınlık