Sözlükte, ‘besleme’ sözcüğünün anlamlarından biri “herhangi bir kuruluşu onun maddi yardımları dolayısı ile körü körüne destekleyen” olarak veriliyor. Bildiğim kadarı ile dünyanın başka bir dilinde buna karşılık gelecek bir sözcük yok.

Gazeteleri taradığınızda ilk kez 1954 yılında, Türkiye Köylü Partisi milletvekili Cezmi Türk tarafından kullanıldığını görürsünüz. Demokrat Parti iktidarının meclise getirdiği basın yasası, muhalefet tarafından sansürcülükle eleştiriliyor. Görüşmeler sırasında söz alan Cezmi Türk, DP yanlısı yayın yapan gazetelerden “besleme basın” diye söz ediyor. 

Tek parti döneminde Ulus ve Cumhuriyet’e aktarılan kamu kaynakları, DP iktidarında Zafer, Havadis, Yeni Asır gibi gazetelere çevrilmişti. DP’den sonra da bu gelenek bozulmadı, iktidara kim geldi ise ona yakın gazeteler özel olarak desteklendiler. Bugünkü durumu ise biliyorsunuz, bir yanda devlet destekli iktidar gazeteleri, diğer yanda belediye destekli muhalefet yayınları. “Beslemelik, Türk basının karakteri haline gelmiştir” desek çok da abartmış olmayız.

YABANCI FONLAR, YEREL HAVUZLAR

Ancak bugün, yeni olan bir şey var. Siyasi partiler tarafından beslenen basına, bir de “yabancılar” tarafından beslenenler eklendi. Özellikle son yirmi yıldır Türk basınına ABD ve Avrupa kaynaklı fonlar akıyor. Bunların arkasında Alman Vakıfları, ABD devlet kuruluşları ve Soros gibi global hayırseverler (!) var. 

Hepsi “şeffaf” olduğunu iddia etse de kimin kimi ne maksatla desteklediğine dair net bir bilgi edinmek neredeyse imkansız. Çünkü destek, çok farklı şekillerde gelebildiği gibi, destek mekanizmaları da çeşitlilik arz ediyor. En sevilen yöntem, yardımı doğrudan vermektense önce bir ana fon kurup oradan farklı projelere para aktarmak.

Bu “ana fonları” farklı kaynaklardan akan paranın belirli bir amaç için toplandığı yerel havuzlar olarak düşünebiliriz. Mesela, tüm dünyadaki “Açık Toplum” kuruluşları da bu tip havuzları temsil ediyor. Sadece Soros’un vakfından değil, AB ya da ABD bağlantılı başka kaynaklardan da fon sağlayan bu yerel havuzlar, demokrasi, şeffaflık, çokkültürlülük, insan hakları vb. temalar etrafında kuruluyor. Bu konularda sadece basın kuruluşlarına değil, irili ufaklı başka faaliyetlere de destek veriliyor. Böylece, kritik zamanlarda harekete geçecek yüzlerce küçük “sivil örgütçük” yaratılmış oluyor, üstelik tamamen ‘organik’ bir şekilde. “Kritik an” diye tabir ettiğimiz şeyin turuncu, pembe, mor “devrimler” olduğunu söylememize gerek yok sanırım. Beslemeler, “renkli devrimin” tetikleyicileri olarak işlev görüyor.

KAVALA’NIN BESLEMELERİ

Geçen hafta, solun en çapsız simalarından biri, Kavala davası sebebi ile açık bir itirafta bulundu. Daha doğrusu şecaat arz ederken sirkatin söyledi. Bu gazeteci kırmasının sözleri aynen şöyle: “Sosyalistler Kavala hakkında iki yüzlü. Para almak için defalarca adamın kapısına gittiler, çoğu da boş dönmezdi. Şimdi Kavala’dan bize ne diyorlar. Birgün’de çalışırken maaşlarımızı bir süre Kavala ödemiş gazetenin borçlarını kapamıştı.” O çevrelerin tanınmış bir ismi ise buna ek yaptı: “Sadece sosyalistler değil, beni en çok şaşırtanlar Alaton ailesinin ve Hrant Dink Vakfı’nın suskunluğu (İshak Ağabey Açık Toplum Vakfında Osman Abi ile candılar)”

Yazının bir anda leş gibi koktuğunun farkındayım. Ancak, bu alıntılar, Kavala’nın “besleme” işinde özel bir yeri olduğunu görmemiz açısından gerekliydi. Kendisini bağlantıları ve Türkiye’deki işleri itibarı ile bir “havuz” olarak niteleyebiliriz. İsmi üzerinden koparılan patırtıda bir zamanlar bu havuzdan “beslenmiş” olanların da önemli bir payı olsa gerek. Yalnız, anlaşılan o ki beslendiği çanağa ihanet edenler de var. 

Kavala’nın ise, bu işe pek şaşırdığını sanmıyorum. Çünkü “besleyen” tarafta olanlar şunu bilirler: İhanet hainlerin mesleğidir, itaat etmeleri için ya sürekli beslenmeleri ya da korkutulmaları gerekir. Satın aldığınız adamlar, siz güçten düştüğünüzde dönüp sizi ısırabilirler.


Gaffar Yakınca

Aydınlık