AyşegülRauf Biçer çifti, hafta başından beri HDP’nin Diyarbakır il binasının kapısında, “Oğlumuzu geri verin” diye kapıyı vuranlardan... Hiç durmadan tak tak tak! Ayşegül henüz 32 yaşında, üç çocuk annesi. Tek oğlu, 17 yaşındaki Mustafasına, 11 aydır PKK el koymuş. Ayşegül kanser hastası, zor ayakta duruyor ama dimdik, kararlı, cesur mu cesur. Oğlunun dağa giderken ilk durağı HDP’ydi, dönerken de burdan kurtarırım diye sabah 8, akşam 8, evlat nöbetinde.
AZMİNLE YENEBİLİRSİN
Geçmiş olsun, hastalığın ne zaman başladı?
Diş çektirdim, dişimin altında tümör varmış. Patlayınca yüzüme yayıldı, gözüme vurdu... Gözümdekini aldılar, aylarca hortumlar içinde yattım. Kafama yayılmaya başladı. Kafaya yayılınca müdahale edilemedi. Hangi doktora gittimse yüzde 1 bile yaşama şansı vermediler. Solda olduğu için riskliymiş. Ben korkmadım, hiç çekinmedim. Fakülte doktorlarına, “Korkuyorsanız ameliyat etmeye, yarayı siz açın ben temizleyeyim” dedim. Bana, “Çok cesaretlisin, azminle yenebilirsin” dediler. Ameliyatımı yapamadılar yine de. Azerbaycan’dan bir doktor gelmişti, paralı yapacaktı. Maddi durumumu izah ettim; “Bir arabamız var, satıp ne çıkarsa size verebilirim” dedim. Defalarca ameliyatlar geçirdim.
Hastalık durdu mu?
Dosyamı verdim. Azeri doktora “yaşama şansı olarak bana yüzde kaç verirsin?” diye sordum. “Yüzde 50 yüzde 50 ihtimalle seni ameliyat yaparım” dedi. Defalarca parça alındı, tahliller yapıldı, Ankara’ya, yurtdışına gönderdiler. İlaçlar aldım, para yetersiz geliyordu... Yine de moralimi fazla bozmadım, çocuklarıma karşı hastalığımı çok belli etmek istemiyordum.
SUR ZAMANLARIYDI ÇOK KÖTÜ GÜNLERDİ
Ne zaman? Mustafa gitmiş miydi?
2015’te, Mustafa yanımdaydı. O zamanlar Diyarbakır çok karışıktı, olaylar vardı. Sur zamanları, ama Bağlar da çok fenaydı. Mustafa’nın gidişine yakın çok kötüledim. Ameliyat oldum. Gitmesine yakın bir operasyon daha geçirdim ama kafamdaki kırk kancayla beraber bir günde ayağa kalkan bir insanım. Gerçekten çok azimliyim, cesaretliyim, dirençliyim. Hep mücadele ettim, ediyorum. Etmeye devam edeceğim. Yıkılmadım ayaktayım. O hastalığı yendiysem oğlumu da geri getirebilirim, diyorum.
Kızların da var değil mi?
İki kızım var, biri 13 yaşında, biri Ekim’de 9’a girecek. Onlar için ayakta durmaya çalışıyorum, onların yanında ağlamamaya çalışıyorum. Yalnız odalara girip ağlamak istiyorum. Ama onların da psikolojisi allak bullak. Sınıf birincisiyken sınıf sonuncusu olmaları ayrı bir dert. O derdi biz yaşadık, biz biliyoruz. Kimse yaşamasın.
ADALET NÖBETİNE KATILDI SONRA DEĞİŞTİ
Mustafa’nın dağa gitme niyeti var mıydı?
Son günlerde dinine yöneldiğini gördüm. Çok namazında niyazında bir insan olduğu halde, “Ben Diyarbakır’da Zerdüştüm, Dersim’de Ermeniyim” gibi sözler kullanmaya başladı. Eylül 2017’de Vicdan Adalet mitingi düzenledi bunlar. Gitmeye niyeti vardı. Babası “biz pazara gidiyoruz, mitinge falan gidersen seni vururum” dedi. “Biz açız, ekmeğimizin peşindeyiz, aklında olsun, sakın” dedi. Kafaya koymuş; gidecekti, gitti.
Okuyor muydu?
Lise 1’de sınıfta kaldı, “ben bir daha gitmeyeceğim” dedi. Açığa kaydettim, belki bir daha çabalar diye. Gitmeden bir hafta önce dekontunu da yatırmıştım, bir daha sınava girecek diye. Uğraştım, çabaladım; onu elimde tutmaya çalıştım. Vicdan Adalet mitinginde yakalanmış, iki üç gün nezarette kaldı. Ordan çıktı, sonrasında değişiklik olmaya başladı. Bir güç geldi ona, bana karşı gelmeye başladı, ergenlik çağıdır, konuşur, dedim. Babasıyla yüzgöz olsun istemiyordum. Babasına, ters bir kelime söyler, öbürü onu incitir diye evden çıkmamaya başladım. İkisini evde yalnız bırakmamaya çalıştım. Sonra bu çocuk böyle değişince korkuyorum, ama dışarı çıkmadığı için de umutluyum... Meğerse en büyük şey, telefonun içindeymiş. Gittikten sonra mesajlarını görmeye başladım. İnstagram, facebook, edevletine kadar bana bırakmış gitmiş. Lazım olur diye bırakmış. Hiçbirini kapatmadım, belki ordan bir şey yazar diye umutluyum, bekliyorum.
YA BEN ÇILDIRIYORUM YA BU GERÇEK
Başka bir notu var mıydı?
Yoktu. 11 ay geçti, ömrümdem ömür götürdü, alışamıyorum. Çocuğumun hayalini görüyorum evin içinde. Sesini duyuyorum. Ya ben çıldırıyorum, ya bu bir gerçek.
Bugün de bir sorun oldu galiba...
Bunlardan biri bugün arkamda durmuş, “niye oturuyorsun” dedi. Ben de ‘Tülbentlidir, belki acıma saygı duyar” diye, ‘Evlat nöbetindeyiz, evlatlarımızı bekliyoruz” dedim. Bana dedi ki, “Yalan atıyorsun, kendi elinle göndermişsin.” O güne ait bir sürü hastane kağıdım var, gittiğim yerler belli, evde olmadığım belli. Çocuğumun gidişi benim için büyük bir çöküş zaten. Biri gelip diyor ki “size para verilmiş”, biri diyor ki “size makarna mı verildi”... Sosyal medya hesaplarından hakaret edenler oluyor.
Ama daha fazla da destek mesajı var. Ortalığı ayağa kaldırdınız. Kepenkleri kapattı HDP...
Destek mesajlarını da hakaretleri de görüyorum. Bunlar hakkında suç duyurusunda bulundum. Kabul etmiyorum hakaretleri. Biz anayız yüreğimiz yanıyor. Bizi anlamalarını bekliyoruz. Bizim gibi yanık yürekli anneler varsa bize destek çıksınlar, sesimizi daha da yükseltebiliriz, diyorum. Ben her şeye rağmen burada oturuyorum. Eşime de güvenerek buraya geldim. Eşim de yanımda olmasa bu kadar yapamazdım.
CESARETİ DE TERBİYEYİ DE ANNEMİZ VERDİ
Sen de ne kadar cesur bir kadınsın, akıllısın. Ne kadar okudun?
Ben cesurum. Ama ilkokulu tam bitirmedim bile.
Kitap gazete okuyor musun?
Okuyorum, internetten de herşeyi okuyoruz, artık öğreniyoruz. Bizim bu disiplinimiz, bu saygı duruşumuz hep annemizden gelen bir şey. Annemiz çok çocuklarının üzerinde duran bir insan. Evin içinde konuşma tarzına bile dikkat eden bir anneydi. Eskiden öyle bir şey olmadığı halde annem bizi çok okutmak istedi. Çabaları yetersiz geldi, maddi imkanlar çok yoktu, kitaplar ücretliydi. Bugün bizdeki de ondan aldığımız terbiyedir.
OĞLUM EN BÜYÜK HAKARETİ YAPTI
Ailenizde Kürtçülük, biz Kürtüz onlar Türk gibi ayrımcılıklar var mıydı?
Hiç yoktu hiç! Bizim sicilde, bizim soyağacında ya karakolda ya dağa çıkan hiç kimse yok!
Bununla övünüyor musun?
Övünüyorum! Oğlum bunu bize yaparak en büyük haksızlığı, en büyük hakareti yaptı.
Tehdit alıyor musunuz?
Telefonumdan tehdit almadım. Sadece bir gün hastaneden geliyordum, kolumda serum vardı. Ramazana bir hafta kala. Bir kadın, buralarda hiç görmedim. Başında tülbent vardı, bana dedi ki, “Oğlunun peşini bırakacaksın, HDP’ye bir daha laf atmayacaksın” dedi. Ben dedim ki “Mücadeleme devam edeceğim. Elimden geleni ardıma koymayacağım, siz de koymayın”.
HDP ARACI PARTİDİR
Baba Rauf Biçer de kendilerine yönelik tehdit ve hakaretlere yanıt vermeye çalışıyor. Bir yandan evlat acısı bir yandan HDPPKK cephesinden gelen yalan yanlış iddialar, onu canından bezdiriyor. Her şeye rağmen umutla, şevkle evlat nöbetinde koşturup duruyor. Bir karısına, bir çocuklarına göz kulak olurken, bir yandan da nöbettekilere, destek için gelen konuklara adeta ev sahibi gibi. Basına derdini anlatmak da işleri arasında.
Anlatıyor: “Ben oğlum ilk gittiğinde sosyal medyada duyurdum, analar bize destek olsun diye ama hiç destek bulamadım. Şimdi çok şükür millet cesaret aldı geliyor. Biz de herkesten destek bekliyoruz. Bir milletvekili diyor ki ‘HDP bir aracı parti değil'. Ben de diyorum ki: Ben ilkokul mezunu bile değilim, hatta diplomamı dışardan almışım. Ben bugün o milletvekillerine soruyorum: Dağ kadrosunda olan bir kişi gelip de şehre bu çocukları götüremez. Çünkü bu çocuklar aylar önce aşılanıyor. Aylar önce HDP binasına geliyorlar. Çocuklara ders veriyorlar. ‘Siz kahraman olacaksınız, siz şehit olacaksınız, siz ölümsüz olacaksınız' diye beyinlerini yıkıyorlar. Çocukları buradan hazıra seriyorlar. Bunlara bir yardım olmasa, dağdaki kadronun gelip de bu çocukları götürme şansı yoktur! Çünkü bu binaya devlet müdahale etmiyor. Etmediği için rahatça girip çıkıyorlar. Yani bu HDP aracı bir partidir. Yüzlerce çocuğu kaldırıyor. Burası olmasa PKK yok olur! Devlet el uzatsın, devlet burada olsun. Gün içinde yüzlerce çocuk, yaşları tutmuyor ama girip çıkıyorlar. Ellerinde Kürdistan bayrakları, biz burda ağlarken karşımızda gülüyorlar.”
BİZ BÜTÜNÜZ BİRE BİRİZ
Rauf’un derdi derya olmuş, “Bizim hayatımız hayat değil. Yediğimiz ekmekten zevk almıyoruz” diyor. Ya Kürtçülük? HDP bu kadar insanı Kürtsünüz diyerek nasıl kandırdı? Rauf Biçer tarihi hatırlatıyor: “Ben Kürtüm ama şerefli bir Kürtüm. Benim dedeler Çanakkale’de 9 şehit vermiş. Türkü, Lazı, Kürtü birlikteyiz. Benim iki kız kardeşim Türkle evli. Kürt olmasa Türk olmaz. Türk olmasa Kürt olmaz. Biz bütünüz, bire biriz. Çünkü beraber savaştık, beraber bu memleketi kurduk. Bu neyin ayrımı? Yıllarca bu toprakta büyüdüm. Hizbullah dönemi de 90’lı yıllarda da bir gün devlet kapımı çalmamış. Bir gün beni alıp nezarete atmamış. Zarar gelmişse benim Kürt kardeşimden gelmiş. Benim sicilimi araştırın, altın gibidir. Karıncayı görünce ayağımı kaldırırım. Okula giderken Kürt müsün Türk müsün diye soran olmadı. Sadece Antalya’dayken “Kürtçe konuşma” diyorlardı. Biraz zoruma gidiyordu, ama aldırmıyordum. Ama ben eminim ki terör örgütü olmasaydı bu kelimeler bana denmezdi. Kürtlüğüme kimse karışmazdı.”