FÜSUN İKİKARDEŞ

Cesaret, hep ölümün, yalanın, kumpasın üstüne gitmektir ya... Hep gerçeğin peşinde koşmak olduğu kadar çıplak gerçeği görebilmeyi de istemez mi? Diğeri biraz “deli cesareti” gibi… Sevgili, saygılı, değerli Prof. Erol Manisalı hocamız bir cesaret örneği olarak yaşadı, ardında cesaret dersleri bırakarak veda etti.

Kendisiyle, Ulusal Kanal’ın ilk kuruluş yıllarında program yapma onuruna eriştim, tanıma fırsatı buldum. AB rüzgarının en sert estiği günlerde, bayrağımızın kırmızı beyaz renklerine bile sansür uygulanan, dağı taşı mavi beyaza boyamaya kalkışanların borusunun öttüğü yıllar…

Ulusal Kanal, 2000’lerin başında, denetime gelen bir görevlinin deyimiyle “soba borusundan  uzay aracı” yapılmışcasına derme çatma, eksikleri pek fazla olan bir kanaldı. Erol Manisalı, gösteriş, parlak spot lambaları, mükemmel ses düzeni vs. peşinde değildi. Derdini anlatacağı, bildiklerini ve gördüklerini paylaşacağı bir kanal bulmuştu ya onun için yeterliydi. Görev yaptığı İstanbul Üniversitesi’nde işlerini düzenler düzenlemez, tabi Ulusal’ın da kısıtlı olanakları elverdiği ortak bir zaman diliminde banttan kayıt için Deva Çıkmazı’na gelirdi. Bazen ses duyulmaz, bazen ışık yetersiz kalır, ne gam! Program mutlaka çekilirdi.

TAŞI GEDİĞİNE OTURTURDU

Haftalık programların konusu AB ile ilişkiler, Gümrük Birliği’nin Türkiye’nin başına ördüğü çoraplar olurdu. O ciddi, ağır konuşma tarzıyla bilgileri sıralar, taşı gediğine oturturdu. Her haftanın güncel konusu değişse de, söz döner dolaşır Türkiye’nin boğazına geçirilmiş “AB adaylığı“ aparatına gelir dayanırdı. Ekonomik dar boğaz, kıvrıla kıvrıla ilerler, Kıbrıs davasına bağlanır, KKTC ve Rauf Denktaş’ın mücadelesinden de payını alırdı. Her program bir ders niteliğindeydi, neredeyse söz ve görüntü havaya uçmasın diye söylediklerini not almak, yazılı hale getirmek isterdik.

Bu ciddiyetinin yanısıra muzip ve ince zekaya sahip bir ağabeyimizdi. Sohbet sırasında öyle benzetmeler, öyle taşlamalar yapardı ki, konunun ağırlığı olmasa kahkahaları koyvermek işten değildi. Bugün bazı TV kanallarında kahvehane sohbetleri tarzında el ense ilişkilere bizim kanalda yer yoktu elbette.

ÖRNEK TÜRK AYDINI

Turhan Özlü, o dönemde Ulusal Kanal Genel Müdürüydü. Özlü, o günlerde Manisalı’nın rolüne şu sözlerle dikkat çekti: “Kıbrıs davasınının, AB, Gümrük Birliği davalarının Türkiye’ye anlatılmasında çok büyük katkıları var. Ulusal Kanal’da uzun yıllar sayısız program yaptı. Türk aydınları için örnek oldu. O yıllarda AB’ye karşı çıkmak herkesin harcı değildi. Oysa o, bunlara karşı gürül gürül mücadele etti. Türkiye, o yıllarda Avrupa gemisine bağlanmış, meçhule doğru gidiyordu. Erol Manisalı, o gemiye binmedi ve örnek bir tavır aldı. Partimizin dostuydu. Sonraki Ergenekon süreçleri ve günümüze kadar da yanımızda bulunmayacak bir insan değildi kesinlikle. Ancak ağır hastalığı nedeniyle arka planda kaldı. Işıklar içinde uyusun…”

Erol ağabeyle son görüşmemiz, pandemiden hemen önce, bir gün Aydınlık’taki odamıza ziyaretinde oldu. Bir tür veda için gelmiş gibiydi. Yine muzip, yine zeka dolu bakışlarla hal hatır sordu, başarılar diledi. Bu toprakların yetiştirdiği örnek aydınlarımızdan biriyle daha vedalaştık, yolcu ettik. Anısı cesareti ve aklıyla ardından gelenlere ışık tutacak. Işıklar içinde yat Değerli Hocam.

Aydınlık