FETÖ'nün Ergenekon alçakça tertiplerine karşı haksızlığa isyan ederek hayatına son veren subaylar toplumun hafızasından silinmiyor. Onların onurlu duruşu, dava tarihine her ne kadar acı hatıra olarak geçse de; Türk subayının duruşunu sergilemesi açısından anlamlı! Şehitler 'Canımızı veririz, Türk milletinin üzerimize giydirdiği askerlik üniformasının onurunu çiğnetmeyiz!' mesajını vermiş oldular.
TERTİPLERİN DORUK YILI 2009
İlk başkaldırı 19 Ocak 2009 günü E. Jandarma Gazi Albay Abdülkerim Kırca (53)'dan geldi. 8 Şubat 2009 günü de Dnz. Kurmay Kd. Albay Berk Erden (50) intihar etti. Ardından 19 Aralık 2009'da Dnz.Yarbay Ali Tatar'ı (42) kaybettik. Hepsi de TSK'nın başarılı subaylarıydı. Gazi Albay Kırca, PKK terörüyle mücadele ederken aldığı kurşun sonucu felç olmuş ve tekerlekli sandalyeyle yaşamını sürdürüyordu. Gururluydu. Bir PKK itirafçısının iftiralarıyla hedef alındı. Denizci Yarbay Ali Tatar ise ikinci kez gözaltına alınmak istendiği sırada hayatına son verdi. Yine onun gibi denizci olan Albay Berk Erden de 'Komutanına suikast yapacak' ve eşine atılan 'yasak ilişki' iftirasıyla karşı karşıyaydı. Tek el silah sesi isyanın son halkası oldu!
PKK İLE MÜCADELEDE GAZİ OLDU, PKK İTİRAFÇISINA İFTİRA ATTIRDILAR!
1978 yılında Teğmen olarak TSK'ya katılan Jandarma E. Albay Abdülkerim Kırca, uzun yıllar asayiş görevlerinde çalıştı. Güneydoğu'da PKK'ya karşı verilen mücadelede aktif görev aldı. 10 Nisan 1998 tarihinde AntalyaSerik’te PKK’ya karşı düzenlenen bir operasyonda 12 PKK militanı etkisiz hâle getirilirken, Kırca bir kurşunun omuriliğine isabet etmesi sonucu ağır yaralanarak sakat kaldı. Bu tarihten itibaren hayatını tekerlekli sandalyeye bağlı olarak devam ettiren Kırca, malûlen emekliye ayrıldı. 12 Aralık 2004'te Çankaya Köşkü'nde düzenlenen törenle de dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in elinden "Devlet Övünç Madalyası"nı aldı.
İFTİRAYA DAYANAMADI
Kırca'nın ismi Ergenekon tertibine, Geneydoğu'da işlenen faili meçhul cinayetlere karıştığı iddiasıyla dahil edilmeye çalışıldı. PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan, Star gazetesine verdiği röportajda, Abdülkerim Kırca'nın emriyle cinayetlerin gerçekleştiğini söyledi. Bu haberleri diğer gazeteler de sayfalarına taşıdı ve Kırca hakkında linç kampanyası başlatıldı. Bunun üzerine 19 Ocak 2009 günü beylik tabancasını kafasına dayayarak tetiği çekti. Kırca'ya yönelik tertibin 11. dalganın gerçekleştiği 22 Ocak’tan önce yapılması anlamlıydı. Aynı yöntemle çok sayıda subay ve yurtsever insan gözaltına alınıp davaya dahil ediliyordu. İntihar büyük yankı yarattı. Yürekleri burktu.
'ONURSUZ ÜÇ BEŞ ÇAPULCU UTANSIN'
Ankara Kocatepe Camisi'nde yapılan cenazeye TSK üst düzey komutanlarla katıldı. İftiralar, 'yargısız infaz' olarak değerlendirildi. Kırca’nın eşi Meriç Kırca cenazede eşinin tabutuna sarılarak tepkisini, “Onursuz üç beş çapulcu utansın. Çok kahramanlar vardı, teki de oydu, onuruyla gitti benim kocam” sözleriyle dile getirdi.
'KAHRAMANLARI İNTİHAR EDEN BİR MİLLET AYAKTA KALAMAZ'
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 22 Ocak 2009 günü, Ergenekon yargılamasının 40. duruşmasında Kırca'nın şehadetine de değinerek şunları söyledi: “Kahramanları intihar eden bir millet ayakta kalamaz! Kahramanları intihar eden bir ordu savunma yeteneğini kaybeder! Kahramanları intihar eden bir ülkenin yargısı, başka bir devletin infaz memuru durumuna dönüşür. Türk yargısı şu anda ABD’nin infaz memuru durumuna düşmektedir. Türkiye Cumhuriyeti hukuku adeta esir alınmıştır! Abdülkerim Kırca’nın ölümden korkmadığı belli. Arkasından ağıt yakmıyoruz. Burada katledilen Cumhuriyettir! Boğulan, Türk milletidir, bağımsızlığıdır, devrimidir! Atatürk’ü boğduruyorsunuz! Türkiye’de ideolojik olarak öyle bir iklim yaratıldı ki, 'vatanseverlik suç, ihanete sapına kadar özgürlük! Etnik gruplara, parçalanmaya, mezheplere özgürlük!' Bu bozulacak, göreceksiniz! (...) Bir millet, bir devlet intihar etmektedir, Abdulkerim Kırca değil! Sessiz kalanlar, boyun eğenler Türk milli devletinin intiharına katkıda bulunuyorlar.”
‘OLAY YERİNE İLK GİDENDİM’
Balyoz davası mağdurlarından E. J. Kur. Albay Mustafa Önsel, Albay Kırca’yı yakından tanıyan bir subaydı. Onu geçen yıl kaleme aldığı bir yazıda şöyle anlattı: “Evi görev yaptığım yere çok yakındı. Olay yerine ilk gidenlerdenim. İnsan olan bütün kayıplardan etkilenir. Ancak Abdülkerim Kırca’nın intiharından bir başka etkilenmiş, bir başka üzülmüştüm. Bunda muhakkak onu öncesinde tanımamın da etkisi vardı. Komando kursunda hocalarımızdan biriydi Kırca. Ancak etkilenmemin sebebi sadece bu değildi elbette… Abdülkerim Kırca; Güneydoğu’da, yıllarca PKK ile kıyasıya mücadele etmişti. Onlarca çatışmaya girmiş, pek çok riski yüksek operasyon yapmış, birçok kez ölümün kıyısından geçmişti. Binbaşıyken de Antalya’ya, Toros dağlarına sızan PKK’ya operasyon yapması için Ankara’dan görevlendirilmişti. Burada girdiği bir çatışma sonucu, omuriliğine aldığı bir mermi yüzünden belden aşağısı felç olmuştu. 11 yıldır tekerlekli sandalyeye bağlı olarak yaşıyordu. Madalya sahibi bir kahramandı."
“Ben, o an için olaydan habersiz, Güvercinlikte bulunan Eşref Bitlis Kışlasındaki görev yerindeydim. Telefonum çaldı. Arayan, ağabeyim gibi sevdiğim, o da terörle mücadelenin sembol isimlerinden olan bir subaydı. Dolayısıyla Abdülkerim Kırca ile çok samimi idiler. Telefonda bana, 'Kerim Abi’nin intihar ettiğiyle ilgili bir şey duydum. Çok çabuk öğrenip bana bilgi verirsen sevinirim' dedi oldukça tedirgin bir sesle. Araştırdım, haber doğruydu ve çok yeni olmuştu. Hemen durumu kendisine iletip, süratle olay yerine hareket ettim. “Kırca’yı henüz kaldırmamışlardı, olay yeri ekibi ilk incelemelerini yapıyordu. Olayın geçtiği odaya oldukça gergin girdim. O, heybetinden bir şey kaybetmemiş şekilde, koca bir çınar gibi tertemiz kanının içerisinde öyle masum yatıyordu ki. Yüzünü tarif edemeyeceğim bir ışık kaplamıştı. Her şeye rağmen 'Neden yaptın bunu?' diye söylendim kendi kendime, 'Senin gibi bir adam, neden kıyar canına?' “Neler yaşadığını, neler çektiğini biliyordum. Çektikleri aklıma geldi. O görüntü ile duygular, düşünceler birbirine karıştı. 'Erkekler böyle durumlarda ağlar' dedim ve gözpınarlarıma dolan gözyaşlarımı bırakıverdim.”
Aydınlık