YENİ yıl, doğal felaketler, salgınlar, devamlı hale gelen sokak hareketleri ve derinleşen devletlerarası çatışmalarla başladı.
Dünyanın dört bir yanından iç karartıcı haberler geliyor.
Sabah Avustralya’da yanan ormanların haberini alırken, öğlen Çin’de salgın alarmını öğreniyor ve gece ABD’nin Ortadoğu’daki yeni bir saldırısıyla yatağa giriyoruz.
Son olarak Elazığ’daki depremle can evimizden vurulduk.
FELAKETLERİ SIRADANLAŞTIRMAK
Felaket haberlerini bütün detaylarıyla ve anlık olarak sosyal medya ve medyadan öğreniyoruz.
Fotoğraflar, videolar, canlı bağlantılar ve yorumlar, değerlendirmeler.
Sonrasında değerlendirmeler üzerinden kavgalar, dövüşler ve bitmek bilmeyen bir sarmal... Sosyal medya, insanı niteliksiz bilgi bombardımanı altında duygusuzlaştıran, en büyük felaketleri dahi normalleştiren, tepki mekanizmalarını adeta iğdiş eden bir rol oynuyor.
Diğer yandan ABD’nin propaganda makinesi Hollywood, felaket ve kıyamet konulu filmleri başımızdan eksik etmiyor.
The Economist’ten, Le Monde Diplomatique’e ve Bild Gazetesi’ne değin Batı dünyasının önde gelen dergi ve gazeteleri "Felaket", "Kıyamet" başlıklı yorum ve haberlerle dolup taşıyor.
Tıpkı Nazi İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde olduğu gibi "Yıkım"ın yüceltildiği ve tezat oluştursa da diğer yandan normalleştirildiği bir süreç yaşanıyor.
KİMİN YIKIMI?
Ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal anlamda küresel ölçekte bir yıkım yaşandığı aşikar.
Fakat yaşanan gelişmeler insanlığın bir bütün halinde yıkımından çok, Sanayi Devrimi’nden bu yana değerlerini insanlığa dayatan Batı merkezli dünyanın yıkımıdır.
İşlemeyen finans sistemi Batı merkezlidir.
İnsanlığın en temel ihtiyaçlarına cevap vermekten aciz siyasi düzen Batı merkezlidir.
New York’ta, Paris’te veya Berlin’de yaşanan sanatsal açmazın Pekin’de, Delhi’de veya Kahire’de yaşandığını söyleyebilir miyiz?
Ortadoğu’da süren krizlerin altında, I.Dünya Savaşı sonrasında Batı’nın dayattığı siyasi düzenin işlevsizliği yatmaktadır.
Doğal felaketlerdeki artışı, kapitalist sistemin doğayı hiçe sayan uygulamalarına bağlayan bilim insanı sayısı azımsanmayacak sayıda.
Yıkılmakta olan insanlık değil Batı ve Batının dayattığı sistemler ve değerler silsilesidir.
"Felaket" güzellemelerinin altında Batı’nın sorumluluğundan kurtulma çabası yatıyor.
Böylesine büyük ve kudretli bir merkezin yıkımının dünyanın dört bir yanında hissedilmesi, gözü Batının ışıklarından başkasını görmeyen insanları umutsuzluğa itmesi olağandır.
Fakat diğer yandan Batının zayıflamasıyla eş zamanlı olarak çok kutuplu dünyanın doğumuna tanıklık etmekteyiz.
YENİ DÜNYA, YENİ İNSANI YARATABİLECEK Mİ?
Merkezden uzaklaşan, bağımsız pratikler ortaya koymaya çalışan ülkelerin sayısı artıyor.
Yükselmekte olan Yeni Dünya’nın liderliğine soyunan Pekin ve Moskova başta olmak üzere Asya başkentleri büyük bir sınavla karşı karşıyalar...
Asya, Batı’nın yıkıntıları ve yarattığı tahribatlara rağmen insanlığın taleplerine, özlemlerine cevap verebilecek ekonomik, siyasal ve kültürel bir düzen kurmaya muktedir mi?
Çin’in salgın hastalık karşısında verdiği mücadele, İran’ın ABD yaptırımlarına karşı sürdürmeye çalıştığı ekonomik düzen ve Rusya’nın Ortadoğu’da yeni bir nizam çabaları özünde bu soruya cevap arayışıdır.
İçinden geçtiğimiz dönemi sadece jeopolitik disiplinle, devletlerarası çelişkiler üzerinden açıklamak mümkün değil.
Atlantik merkezli sistemden uzaklaşan ülkelerde, Batı prototipinin dışında bir toplum yapısı yaratma içgüdüsü kuvvetlenmekte.
Dünyanın dört bir yanında yükselen sosyal dalgalanmaların altında, uluslararası bir komplodan çok Batı merkezli sistemin geri çekilişinin yarattığı boşluğu doldurma çabası yatıyor.
Elbette tarihin her döneminde olduğu gibi Batılı merkezler söz konusu sosyal dalgalanmaları kendi lehlerine manipüle etmeye çalışıyorlar. Fakat öz itibariyle yaşananlar, kırılan fay hatlarının etkilerinden ibaret.
Ekonomide, siyasette ve sanatta, Yeni İnsan’ın üzerinde şekilleneceği hareket alanları açılıyor.