26 Eylül 2013

 


 

 

A Dava Süreçlerinde Yaşamını Yitirenler:

‘Türkler, KEMALİZM’i terkedip Ilımlı İslamı benimsemelidir.

Ilımlı İslam, KEMALİZM’i silmeye yönelik bir KARŞI DEVRİM’dir.

Bu devrimin karşısındaki tek güç, TÜRK ORDUSU ile ULUSALCI AYDINLAR’dır ve TASFİYE EDİLMELERİ gerekir.”
 
Graham Füller; CIA Eski Yöneticisi, ABD Dışişleri Bakanlığı görevlisi
 
 
1Kaşif KOZİNOĞLU
 
 

 
 
ODA TV operasyonuyla 11 Mart 2011’de gözaltına alınan ve 8 ay hakim karşısına çıkarılmayı bekleyen MİT Orta Asya Ülkeleri Daire Başkan Vekili Kaşif Kozinoğlu‘nun 12 Kasım 2011’de Silivri yerleşkesindeki ani ölümü, Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşanan ölüme sürükleniş hikayelerinin yalnızca birisiydi. Kozinoğlu’nun ölüm raporunda akut kalp krizi (akut miyokard infarktüsü) yazıyordu. Ancak Kozinoğlu’nun ölümünün gerçek nedeni olan ve akut kalp krizi sonrası gelişen ritm bozukluğuna ilk müdahalenin yaşadığı ortamda, yani koğuşta veya revirde yapılması gerekiyordu. Tabii ki yapılmadı, yapılamadı. Silivri Devlet Hastanesine götürüldüğünde çoktan ölmüştü. Kozinoğlu’nu kalp krizine sürükleyen olaydayaşadığı psikolojik stres tetikleyici rol oynadı. Deniz Feneri davasında 3 ay tutukluluk süresinin peşin cezaya dönüşeceği gerekçesiyle verilen tahliye kararı Kozinoğlu’nun içinde olduğu dava sürecinde hiç düşünülmedi. Hakim karşısına çıkmadan tam sekiz ay bekletildi. Böylesi uzun bir süre bir insanın kendisini savunamamasının yarattığı psikolojik travmanın da rol oynadığı etmenlerle ölüm çıkageldi. Türkiye’de adaletin terazisi Deniz Feneri gibi davalarda ayrı Ergenekon, Balyoz ve ODA TV gibi davalarda ayrı terazilerde tartıyordu.
 
 
 
2 Kuddusi OKKIR
 
 

 
 
Ergenekon operasyonunun ilk dalgasında Ümraniye’de bulunduğu ileri sürülen bombalarla ilgili olarak Savcı Zekeriya Öz’ün talimatıyla 20 Haziran 2007′de tutuklanan Kuddusi Okkır’a yapılan en ciddi suçlama Ergenekon Terör Örgütü’nün kasası olduğu iddiasıydı. Bayrampaşa Cezaevinde 10 gün tutuklu kaldıktan sonra Tekirdağ F Tipi Cezaevine nakledilen Okkır, Cezaevine girerken oldukça sağlıklıydı.
 
Ancak kısa süre sonra sağlığı hızla bozulmaya başladı. İştahsızlık, halsizlik, hızlı kilo kaybı dikkat çekici boyutlardaydı. Avukatı ve eşinin Okkır’ın sağlığının hızla bozulması nedeniyle mahkemeye yaptığı tahliye talepleri delilleri karartacağı gerekçesiyle art arda reddedildi. Okkır, Nisan 2008′de ağır depresyon tanısıyla Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edildi. Burada kendisine zatürre ve böbrek yetmezliği tanısı da kondu. Daha sonra Bayrampaşa Devlet Hastanesi, Haseki Devlet Hastanesi ve Yeditepe Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Bölümlerinde dolaştırıldı.
 
Son olarak Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümünde yapılan tetkikler sonucu akciğer kanseri, çoklu beyin ve kemik metastazı tanısı kondu. Sabriye Okkır, eşinin hastalığıyla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Savcılığına sunduğu son raporda“kanserin bütün vücudunu sardığı ve hastalığın terminal (son) döneme geldiği” belirtilmişti. Nöbetçi mahkeme Kuddusi Okkır’ı Cezaevinde ölenler listesine eklememek için 1 Temmuz 2008′de tahliye etti. Beş gün sonra Okkır Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde hayatını kaybetti. Dava, Okkır ve ailesi açısından bu trajik ölümle sonuçlanmış oldu. Kuddusi Okkır’ın hastalığındaki ihmaller hem kanser teşhisinin atlanması daha doğrusu görmezden gelinmesi hem de hastalığın hızla yayılmasına yol açan zemin oluşturulmasıydı. Eşinin hekim örgütlerinden destek, yardım talepleri dahil çırpınışları çaresizliğe dönüşmüştü. Ergenekon’un kasası olduğu iddia edilen Kuddusi Okkır’ın cenazesinin Edirne Belediyesinin yardımıyla kaldırılması ve ödenemediği için biriken Bağ Kur prim borçları somut hiçbir dayanağı olmayan iddianameye verilen yanıttı adeta.
 
Silivri’de 5 Ağustos 2013’te müebbet hapis cezalarının yağmur gibi yağdırıldığı karar duruşmasına uzun süre alınmayan Sabriye Okkır, “Devlet eşimin ölümünün hesabını bana vermedi. Buna karşın sanıklar arasında Kuddusi Okkır olmadığına göre dinleyiciler arasında benim olma hakkım var. Ya onu mezardan çıkarıp getirip koysunlar oraya ya da beni alsınlar. Ben de bileyim bu adam ne için öldürüldü, neydi suçu, kimlerle ne yapmıştı. Bunu bilmek benim herkesten çok hakkım. Tam 2 saattir mahkeme görevlisiyle, jandarma komutanıyla mücadele veriyorum.” diye isyan ediyordu
 
 
 
3 İlhan SELÇUK
 

 
 
Türk basınının duayeni İlhan Selçuk, 21 Mart 2008′de gece yarısı evine yapılan bir baskınla Ergenekon Silahlı Terör Örgütü’nün üst düzey yöneticisi olduğu iddiasıyla gözaltına alındığında 83 yaşındaydı. Oysa ki 12 Mart faşizminin karanlığında Ziverbey köşkündeki işkenceli sorgular sırasında sadece 45 yaşındaydı. Kırklı yaşların dinçliğiyle seksenli yaşların hastalıklı bünyesi arasında çok fark olsa da aydınlanma bilgesi İlhan Selçuk’un manevi direnci hiç değişmedi. Yaşamı boyunca hiç eğilip bükülmediği gibi yine dimdik durdu. İlhan Selçuk emniyet ve savcılıkta süren soruşturmanın ardından 23 Mart gecesi serbest bırakıldı. Dengede bir kalp hastalığı olan ve olağan hayatın gereklerini yapabilen dahası yaşıtı insanlardan çok daha fazla bedensel aktivite gösterebilen Selçuk’un sağlığı bu örseleyici sürecin ardından hızla bozuldu. Bir hafta sonra yapılan anjioda 3 damarının birden tıkalı olduğu saptandı, hayati tehlike nedeniyle ileri yaşına rağmen altı saat süren operasyonda dört damarına bypass ve mitral kapak onarımı yapıldı. Uzun süre yoğun bakımda kaldı, operasyondan sonra yaklaşık 1 ay hastanede tedavisi sürdü. Hastanede savunmasını kendi elleriyle hazırlarken gözlerinde eski mücadele ışıltıları az da olsa canlanmıştı. Dostları bu ışıltıya kanarak iyileştiğini dahi düşündüler. Ama Selçuk’un travması ağırdı.
 
Yeniden rahatsızlanan Selçuk, 14 Ağustos 2009′da yoğun bakıma alındı. Aylarca kaldığı hastanede beyin damarlarında tıkanıklık, böbrek yetmezliği ve ardından çoklu organ yetmezliği gelişti. 21 Haziran 2010′da İlhan Selçuk’u yitirdik. Kendisine isnat edilen terör örgütü yöneticiliği suçuyla ilgili savunmasını dahi sunamamıştı. Ölümüyle, dava davacılar adına sonuçlandırılmış oldu.
 
 
 
4 Prof. Dr. Uçkun GERAY


 
 
İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi emekli öğretim üyesi, hocaların hocası, İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi Prof. Dr. Uçkun Geray, Ergenekon soruşturması kapsamında Konya merkezli operasyonda 23 Temmuz 2008′de İstanbul’da gözaltına alındı. Buradan, önce Konya Emniyet Müdürlüğü’nde sorgulanmak üzere gece yarısı Konya’ya ertesi gün de Adana Cumhuriyet Savcılığındaki sorgusu için Adana’ya karayoluyla nakledildi. Gözaltı süreci Geray için oldukça hırpalayıcı ve yorucu olması yanında avukatının ısrarına rağmen tansiyon ilaçları verilmemişti. Adana’daki sorgusunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilerek salıverildi.
 
Orman Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı da olan Geray, orman ve çevre hayatının lider isimlerindendi. Uzmanı olduğu “Orman İktisadı, Av ve Yaban Hayatı” alanında yurt içi ve yurt dışında yüzlerce konferansa katılarak bildiriler sundu. 2B Yasası’na karşı Türkiye çapında yürüttüğü mücadele ile tanınıyordu. Üreticiliği, enerjisi ve mesleğine tutkuyla bağlılığıyla meslektaşları arasında takdir edilen Geray, Ömerli Beldesi başta olmak üzere orman talanına karşı yurt çapında yürütülen mücadelede ön saflarda yerini almıştı.
 

Geray’ın yirmi yılı aşkın süredir koroner kalp hastalığı ve hipertansiyon rahatsızlığı vardı. Gözaltından 12 yıl önce koroner bypass ameliyatı olmuştu. Bu süreçte yüksek tansiyonunu kontrol edilemedi.
 Tıpkı İlhan Selçuk gibi salıverildikten kısa bir süre sonra tetikleyici etkenlerle aort damarında yırtılma oldu ve acil olarak büyük bir ameliyata alındı. Ameliyattan sağ çıkabildi ama böbrek damarlarında ortaya çıkan hasar nedeniyle böbrek yetmezliğine girdi. Kalan kısa ömründe artık diyalize bağımlı hale gelmişti. Birkaç ay sonra genel durumu daha da bozuldu, kalp zarı iltihabı (perikardit) tanısıyla yatırıldığı hastanede birkaç gün yoğun bakım ünitesinde tedavi gördü ve 30 Ocak 2009′da 70 yaşında hayatını kaybetti. Geray’ın yakınları devletin bu ihmaller silsilesini dava etti. Dava sonucu sadece bir hekim ceza aldı. Uçkun Geray’ın ölüme sürükleniş süreci devletin ihmalleri yönüyle kapatılsa da vicdanlarda yol açtığı yaraların kapanması olanaksız.
 
 
 
5 Engin AYDIN

 
 
Engin Aydın, İsmet İnönü’nün CHP Genel Başkanı olduğu dönemde CHP gençlik kollarında siyasete başlamış; 12 Eylül darbesindeCHP’nin kapatılması üzerine Necdet Calp ile birlikte Halkçı Parti’nin kuruluşunda görev almış bir hukukçuydu. 12 Eylül cuntası tarafından veto edilenler arasındaydı. SHP DYP Koalisyon Hükümeti döneminde Adalet Bakanlığı ve Başbakanlık danışmanlığı görevini yürüten Aydın, Ergenekon soruşturmasının 10. dalgasında 7 Ocak 2009′da gözaltına alındı ve ardından tutuklandı. Ancak avukatlarının tutukluğa yaptığı itiraz üzerine 11 gün sonra tahliye edildi. Engin Aydın’ın silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 7.5 yıldan 15 yıla kadar hapsi isteniyordu. İddianameye göre örgüt toplantısı olduğu ileri sürülen ve herkesin gözü önünde düzenlenen içkili Kent Otel yemeklerini Engin Aydın organize ediyordu. Engin Aydın tahliye edildikten kısa bir süre sonra akciğer kanseri tanısı aldı ve sancılı bir tedavi sürecine girdi. Başlangıçta hastalığında iyiye gidiş oldu. Dava sürecinde maruz kaldığı travmanın yanı sıra yoğun kemoterapilerle vücudu bir hayli hırpalandı. Tutuklanmasından iki yıl sonra 5 Şubat 2011′de geçirdiği kalp krizi nedeniyle 73 yaşında hayatını kaybetti. Engin Aydın’da ölen diğer sanıklar gibi Ergenekon Terör Örgütü zanlısı olarak hayata veda etti.
 
 
 
6Yarbay Ali TATAR


 

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda görev yapan biri emekli, iki amirale yönelik suikast iddialarına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan Ali Tatar, 7 Aralık 2009′da sevk edildiği mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.Avukatlarının yaptığı itiraz üzerine mahkeme Ali Tatar’ı serbest bıraktı. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Süleyman Pehlivan’ın itirazı üzerine Ali Tatar hakkında 18 Aralık Cuma günü yeniden yakalama kararı çıkartıldı. Görevliler Ali Tatar’ı gözaltına almak için Beylerbeyi’ndeki askeri lojmana gitti. Kendisini gözaltına almaya gelen görevlileri gören Ali Tatar ‘Bir dakika bekler misiniz? Hemen geliyorum’ diyerek banyoya geçti ve orada tabancası ile intihar etti. Ali Tatar’ın cenazesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı komuta kademesinin saf tutması somut hiçbir dayanağı olmayan iddianameye verilen yanıttı adeta.
 
Ali Tatar’ın intiharı yandaş medyada ve cemaat medyasında kendisine karşı yürütülen psikolojik savaşı durdurmadı. Tatar’ın intiharıyla bile tatmin olamayan bu kalemler bunun bir intihar olmadığını Ergenekon çetesiyle işbirliği halindeki aile bireylerinin Ali Tatar’ı öldürdüğü gibi ipe sapa gelmez iftiraları gazete ve televizyonlarından saçmayı sürdüler. Ali Tatar’ın ailesi bir yandan kayıplarına ağlarken bir yandan da bu iftiralara maruz kalmanın acısını yaşadı. Oysa Ali Tatar’ın sorunu sadece ölümü bireysel özgürlüğünün kısıtlanmasına tercih etmekten ibaretti.
 
 
 

SÜRECEK

 

Hazırlayan: Dr. Mehmet Altınok –Tıp Kurumu Başkanı
                  Dr. Ali Rıza Üçer – Tıp Kurumu Genel Sekreteri
 

İLK KURŞUN