Atatürk, 2 Aralık 1923’te Tercümanı Hakikat gazetesine verdiği demeçte şöyle demişti: 'Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu kazanmak için çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık...'
Cumhuriyet aslında 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM ile fiilen kurulmuş oldu. 29 Ekim 1923 günü de ismi ilan edildi. Bunun böyle olduğunu Mustafa Kemal Paşa, 1520 Ekim 1927 tarihinde CHP Kongresi’nde yaptığı tarihi konuşmada ayrıntısıyla anlatır.
Cumhuriyet’in ilanı, TBMM’nin nisan ayında yeni seçime gitmesi, 24 Temmuz günü Lozan Antlaşması, 6 Ekim 1923 günü Türk Ordusu’nun İstanbul’a girmesi ve şehrin işgalcilerden kurtulması, 13 Ekim günü Ankara’nın başkent ilan edilmesi, devletin şeklinin Cumhuriyet olacağı tartışmaları, muhaliflerin ayak oyunları ve bunun sonucu hükümet kriziyle ortaya çıkan bir gelişmeydi. Kaçınılmaz duraktı.
Çünkü ondan önceki bütün süreçler aşılmıştı. En önemlisi de Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşmıştı. Onu yapan halkın yönetimi tescillenecekti. Olan buydu!
Anayasa değişikliği tasarısı Meclis’e geldiğinde 158 vekilin oy birliğiyle kabul edildi. Bunun da perde arkası var. Bunu da Atatürk’ün Özel Kalem Müdürü ve daha sonra Genel Sekreteri olan Hasan Rıza Soyak anılarında şöyle aktarır:
“1923 senesinin Temmuz ayındaydı. Büyük Millet Meclisi ikinci devre seçiminin arkası yeni alınmıştı. Atatürk, Halk Fırkası’nın kuruluşunu tamamlamakla meşguldü, Lozan Muahedesi de o günlerde ya imza edilmiş yahut imza edilmek üzereydi.
Bir gün Çankaya Köşkü’nden, Ankara İstasyonu’ndaki Hususi Kalem binasına gelen Kalem Müdürü rahmetli Hayati Bey, beni Paşa’nın (Atatürk) istediğini söyledi; sebebini sordum, ‘Bilmiyorum.’ dedi.
Gönderilen bir otomobille Köşk’e çıktım. Yanımda arkadaşım Bolu Mebusu ve Atatürk'ün eski yaveri rahmetli Cevat Abbas (Gürer) da vardı.
O sıralarda bir bağ evi olan eski Köşk’ün genişletilmesine karar verilmişti. Bu maksatla evin arkasındaki kayaların bir kısmı atılıyor, yapılacak ilâve için müsait yer açılıyordu.
Atatürk benim geldiğimi görünce, yanında bulunan sayın eşi Lâtife Hanımefendi’yle, Cevat Abbas, Siirt Mebusu Mahmut Beylere ve şimdi kimler olduğunu hatırlayamadığım daha bir iki misafirine: ‘İsterseniz bahçeye çıkıp kayaların nasıl atıldığını görelim. Biraz hava da almış oluruz.’ dedi ve arkasından ilâve etti: ‘Hadi siz buyurun, ben de geliyorum...’
Onlar salondan çıktıktan sonra yanıma yaklaştı, yelek cebinden birkaç küçük kâğıt parçası çıkarıp bana uzattı; bu kâğıtlar o zaman daima kullandığı bir not defterinden koparılmış yapraklardı.
‘Bunları müsvedde halinde tebyiz edeceksin... Yazılar biraz karışıktır, dikkat et. Okuyamadığın yahut anlayamadığın yer olursa beni buraya çağırır sorarsın... Bir ‘Sepkü rapt’ noksanına rastlarsan düzeltmeye mezunsun... Bunları şimdilik yalnız sen ve ben bileceğiz. Amirlerine dahi bahsetmeye lüzum yoktur.’ buyurdu.
Bana çalışmak için kendi masasını gösterdi, bahçeye çıktı.
HEYECAN YARATAN NOTLAR
“O çıkıp gittikten sonra kâğıtları okumaya başladım. Daha ilk satırlarda büyük bir heyecana kapıldım. Bunlar, o zaman mevcut olan 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun bazı maddelerini tadil mahiyetindeydi. Evvelâ 1. Madde’ye ‘Türkiye Devletinin Hükümet şekli Cumhuriyettir’ cümlesi ilâve edilmişti. Ondan sonra aşağıdaki maddeler sıralanmıştı:
Türkiye Devleti BMM tarafından idare olunur. Meclis, Hükümetin ayrıldığı idare şubelerini İcra Vekilleri vasıtasıyla idare eder.
Türkiye Cumhurreisi BMM umumî heyeti tarafından ve kendi azası arasından bir seçim devresi için intihap olunur. Riyaset vazifesi, yeni Cumhurreisinin intihabına kadar devam eder. Tekrar intihap olunmak caizdir.
Türkiye Cumhurreisi Devletin reisidir. Bu sıfatla lüzum gördükçe, Meclise ve Vekiller Heyetine reislik eder.
Başvekil, Cumhurreisi tarafından ve Meclisin azası meyanından intihap olunur. Diğer Vekiller, Başvekil tarafından ve yine Meclis azası arasından intihap olunduktan sonra hepsi birden Cumhurreisi tarafından Meclisin tasvibine arz olunur. Meclis içtima halinde değilse tasvip keyfiyeti Meclisin içtimaına talik olunur.
‘ŞİMDİLİK ÜÇÜMÜZÜN ARASINDA KALSIN’
“Notlar bu maddelerden ibaretti. Görüldüğü gibi bunlar arasında dil ve dine ait bir kayıt mevcut değildi. Çok küçük harflerle ve epeyce karışık yazılmış olan bu yazıları tebyiz ederken, kendisi bir iki defa salona gelerek yazdıklarımı kontrol etti; iş bitince de yazdıklarımı aldı, cebine koydu ve kendi notlarını yırtıp attı.
Bundan sonra, bir gün daha çalıştı; o zamanki Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile eski ‘Osmanlı Kanunu Esasi’sinin siyasî, idarî, teşri'î, malî ve kazaî hükümlerini yeni duruma uygun şekle sokarak tam bir Anayasa Tasarısı vücuda getirdi ve:
‘Şimdi bunu al Adliye Vekili Seyit Beye götür. Yarına kadar okusun; Halk Hâkimiyeti ve Cumhuriyet mefhumlarıyla, umumi hukuk kaideleri bakımından tetkik etsin, mütalâalarını bildirsin. Meselenin şimdilik üçümüzün arasında kalmasını arzu ettiğimi de söylersin.’ emrini verdi.
Seyit Bey’i evinde ziyaret ettim. Atatürk’ün ricalarını bildirerek tasarıyı verdim. Ertesi gün, yine evinde buluştuk. ‘Pek mükemmel, esaslarda tamamen mutabıkım. Yalnız birkaç talî noktada emirlerine uyarak mütalâalarımı not ettim.’ dedi.
Tasarıyı aldım, Köşk’e çıkıp Atatürk'e takdim ettim.
O günden Cumhuriyet’in ilân edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen 3 4 ay içinde bir daha ben, doğrudan doğruya kendisinin bundan bahsettiğini işitmedim.
Yalnız, Viyana'da çıkan Neu Freie Presse gazetesinin bir muhabirine verdiği beyanatı arasında, ‘Yeni Türkiye Devletinin Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:
‘Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir. İcra kudreti, teşri selâhiyeti, milletin tek hakikî temsilcisi olan BMM’de tecelli ve temerküz etmiştir.’ Bu iki maddeyi bir kelime ile hulâsa etmek kabildir: CUMHURİYET.’ demişti.
Bu beyanat, gerek memleket bilhassa İstanbul gazetelerinde ve gerek yabancı basında türlü tefsirlere yol açmış, ‘Cumhuriyet şekline geçmek üzere bulunduğumuz’ yolunda neşriyat yapılmıştı.
Bir de sulhun takarrür etmesi üzerine, tabiatiyle, değişmiş olan şartlara daha uygun, bir Teşkilãtı Esasiye (Anayasa) projesi hazırlamak üzere Halk Fırkasınca ilmî selâhiyeti haiz mebuslardan mürekkep bir komisyon kurulmuş ve istasyonda Hususî Kalem binasının üst katındaki salonda çalışmaya başlamıştı, Komisyon üyeleri arasında Diyarbakır mebusu Ziya Gökalp da vardı.
Atatürk ara sıra bu komisyonun müzakerelerine katılıyor, gazeteler, bunu haber verirken komisyonda Cumhuriyet şekli üzerinde durulduğunu da ilâve ediyorlardı. İcra Vekilleri Heyeti Reisi Ali Fethi Bey (Okyar) de bir konuşmasında gazetecilerin soruları üzerine Anayasanın bazı maddelerinin tadile muhtaç olduğunu ifade eylemiştir.
Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki; bir işin sırası gelinceye kadar, kendisini tutmasını pek iyi bilen Büyük Adam, geçen müddet zarfında, bir taraftan düşündüğünü tatbik etmek için münasip fırsat zuhuruna intizar etmiş, diğer yandan fikirleri yoklamak ve hazırlamakla meşgul olmaktan da geri durmamıştı.” (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C.1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1973, s.181183.)
MAZHAR BEY’E YAZDIRILAN NOT
Burada hatırlatmamız gereken önemli bir husus da Atatürk’ün daha Erzurum’da iken eski Vali Mazhar Müfit Kansu’ya “Yaz, vakti zamanı gelince Cumhuriyet ilan edilecek.” şeklinde tarihi notudur.
Aslında 29 Ekim günü, Paşa’nın o sözünün 4 yıl sonra olaylarla hayata geçmesi idi.
Şunu da hazırlatalım, Cumhuriyet öyle bir gecede oldubittiyle ilan edilmedi. Aylar öncesinde tartışılarak ortam buna hazırlandı. Fikirler söylendi, alındı… Ayrıca Cumhuriyet bizde ilk kez ilan edilen bir sistem de değildi. Dünyanın birçok ülkesinde cumhuriyet vardı: Fransa, ABD, Çin, Rusya, Portekiz, Azerbaycan ve Buhara…
2 Aralık 1923, Tercümanı Hakikat gazetesi Başyazarı Hüseyin Şükrü Bey’e demeç:
“Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu kazanmak için çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lazım olanı yapmaya hazırız. Cumhuriyet fikir serbestisi taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız bize karşı olanların insaflı olması lazımdır.” (ATABE, C.16, s.172.)