Başlık German Foreign Policy adlı strateji organının 12.9.1919 tarihli sayısından. Gördüğümde kendimi acı acı gülümsemekten alamadım, Almanya deyince Türkiye karşıtı faaliyetlerin odağı aklımıza gelir normalde, ancak daha fazlası söz konusu.

Dünyada iç karışıklıkların kışkırtıldığı, NATO destekli darbelerin yaşandığı hangi ülkenin sözde muhalifleri soluğu Almanya’da almıyor acaba?

Berlin onların ödeneklerini sağlar, krallar gibi karşılar, barış ödülleri verir, gerekirse hepsini baş tacı yapar, hatta vatandaşlığına geçirir; ama onun dış politikada “bölücülük” eksenindeki “zayıflatma” faaliyetlerinin bir parçası olma karşılığında.

Bunları 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminden sonra FETÖ’ye açılan kucaktan biliyoruz. Berlin’in neredeyse yarım asırdır, yasak dese de, PKK’ya destek ve sempatisini bilmeyen mi var? Atlantik’in Siyasal İslam tezlerini destekleyip laik Türkiye Cumhuriyeti’nin dibine dinamit koyacak dinci unsurların iktidara taşınmasında yine Almanya’nın desteği küçümsenmemelidir.

Haritada nereye baksanız “bölücülüğü” dış politikasının doktrini yapmış “Alman etkisi” gerçeğiyle karşılaşıyorsunuz. Venezuela’dan, Çin’e, eski Yugoslavya’dan Ukrayna’ya, Türkiye’den Büyük Britanya’ya kadar durum böyle.

Berlin büyük bir küstahlıkla anayasa ve federasyon tartışmasının yapıldığı “Yeni Türkiye” konferansında sadece PKK temsilcilerine ve FETÖ ajanlarına, TC düşmanlarına mı ev sahipliği yapıyor?

Geçtiğimiz haftalarda Hong Kong’lu aktivist Joshua Vong da Berlin’in davetlisiydi. Devlet adamıymış gibi bizzat Dışişleri Bakanı Maas tarafından kahramanlar gibi karşılanarak, onuruna göz kamaştırıcı bir resepsiyon verildi. Yapılan basın konferansında Vong’a “Çin’e Karşı Eylem Planı” ı açıklama olanağı sunuldu.

Almanya yakın zamanda Çin’e karşı bölücü faaliyetlerde bulunan “şiddetli ayaklanmalara” karıştıkları gerekçesiyle yargıdan kaçan Hong Kong’lu iki aktiviste sığınma hakkı vermişti. Çin küplere binse ne çare, Almanya’nın tek icraatı bu değil. Berlin on yıllardır ayrılıkçı Uygurların Almanya’daki derneklerini destekliyor. Desteklediklerinin arasında Temmuz 2009’da yaklaşık 200 kişinin hayatını kaybettiği pogrom benzeri isyanları hazırlamakla suçlananlar bulunuyor. German Foreign Policy’nin değerlendirmesine göre Federal Almanya dahil Batı, Çin devletini zayıflatmak için iki koldan, Tibet ve Sinciang’ın bölünmesi üzerinden hareket ediyor:

TİBET'İN BÖLÜNMESİ

Tibet’teki çatışmaları Federal Almanya ve Batılı güçler Çin’i zayıflatma fırsatı olarak değerlendiriyor. Tibetli din adamlarının bir kısmı geleneksel olarak Pekin ile işbirliği yapmak istese de, diğer bölümü Çin Halk Cumhuriyeti ile çatışma rotasını tercih ediyor. Talepleri Çin’den ayrılmaya kadar uzanıyor, Tibet Özerk Bölgesi’ne ek olarak diğer Çin eyaletlerinin bazı kısımlarını içeren bir “Büyük Tibet”talep ediliyor. 1980’lerden itibaren Tibet’in sürgündeki ruhani lideri Dalai Lamaetrafında bir Tibet lobisi ortaya çıktı ve Tibet lobisinin talepleri düzenli olarak Alman siyasetine dahil edildi. Birlik 90 / Yeşiller Partisive Hür Demokrat Parti FDP’ye yakın Friedrich Naumann Vakfı, Tibet konusunda aktif. Naumann Vakfı, Tibet lobisinin politik faaliyetlerini koordine edebileceği çeşitli uluslararası konferanslar düzenliyor. Bu konferanslardan birinde, 2008’de Pekin’deki Olimpiyat oyunlarından önce yapılan Olimpiyat meşalesi koşusunda Çin Halk Cumhuriyeti’nin imajına ciddi zarar veren uluslararası bir kampanya planlandığı biliniyor...

Eylül 2007’de Şansölye Angela Merkel’in Çin yönetimi ile ciddi ihtilaflar yaşayan Dalai Lama’yı başbakanlıkta kabul ederek Pekin’e meydan okuması...

En son Mayıs 2018’in ortalarında, kendini sürgünde kurulan Tibet’in devlet başkanı ilan eden Lobsang Sangay’ın, Federal Meclis Başkan Yardımcısı Claudia Rothbaşta olmak üzere üç Federal Meclis üyesi tarafından Berlin’de kabul edilmesi... Listenin devamı uzun.

SİNCİANG BÖLGESİ

Batı’nın Çin’i zayıflatmak için kullandığı ikinci kaldıraç, Çin’in Sinciang’la çatışması. Burada birbirine karışan iki ayrı ihtilaf söz konusu: Türk Uygurların yaşadığı Sinciang ÖzerkBölgesi’nde uzun süredir faaliyet gösteren Uygur ayrılıkçıları var; bunlar Sinciang’ın “Doğu Türkistan”olarak ayrılmasını ve hatta Orta Asya’nın diğer Türkçe konuşan bölgeleriyle birleşmesini istiyor. Orta Asya’da Büyük bir Türk İmparatorluğukurulmasını talep ediyorlar. Öteki tarafta, Sinciang’ın sosyal açıdan muhafazakâr kırsal alanında İslamcı kuvvetlerin, özellikle 1990’lardan bu yana yükselişe geçtiği gerçeği var. Uygurlu bu cihadistlerin terör saldırıları, geçtiğimiz on yıllar boyunca birçok can aldı. Uygur Cihatçıları Birliği Türk İslam Partisi, Suriye’nin İdlib kentinde El Kaide’den ayrılan Hayat Tahrir el Şamile birlikte savaşıyor...

Sürgündeki Uygur organizasyonları 1970’lerin sonlarından bu yana Sinciang’ın Çin’den ayrılması için faaliyetlerini Almanya’dan yürütüyor. Uygurlu aktivistlerin küresel eylemlerini planladıkları merkez Dünya Uygur Kongresi (World Uyghur Congress) Münih’te bulunuyor. Örgüt 2009 yılının Temmuz ayında, Sinciang’ın başkenti Urumçi’de, aralarında 134 Han Çinlisinin de bulunduğu en az 197 kişinin ölümüne yol açan Han Çin’e yapılan pogrom benzeri saldırıların hazırlanmasına katılmakla suçlanıyor. Organizasyonun başkanı Dolkun İsa’nın en sadık Alman destekçilerinden biri Yeşil Parti’den Margarete Bause. Federal Parlamento’da insan hakları grubunun insani yardım sözcüsü...

Almanların faaliyetleri tabii bu iki bölgeyle bitmiyor. Hong Kong’daki bölücü kışkırtmaların aktivistlerinin sürgündeki platformları Almanya. Başlıca bir yazı konusu...

Hedef Çin’in parçalanması

Berlin, Tibet ve Sinciang’lı ayrılıkçılar dışında, politik nedenlerle Çin hükümeti ile çatışan orta sınıftan isimleri destekliyor. Alman Dışişleri Bakanlığı, Ekim 2010’da Nobel BarışÖdülü’nün Çin muhalefet lideri Liu Şiaobo’yaverilmesi için açıkça lobi faaliyeti yapmış. Liu’nun özelliği ne mi? Liu, Çinli muhaliflerle ortak

“Sözleşme 08 “ (Charter 08) adlı bir siyasi program kaleme alıyor. Orada ne mi talep ediyor, sıkı durun: Çin Halk Cumhuriyeti’nin, tıpkı Federal Almanya’da olduğu gibi federal devlet modeline dönüştürülmesi ve Pekin’in 1949’dan bu yana uyguladığı millileştirme programlarının iptal edilmesi...

Sonuç

Olgular ne çok tanıdık, değil mi? Türkiye’yi bölecek, parçalayacak programlar dahilindeki Selahattin Demirtaş, Kemal Kılıçtaroğlu gibi muhalefet kanadından ve AKP cenahına kadar sayısız isimlerin soluğu neden Berlin’de aldığı daha iyi anlaşılmıştır sanırım. Türkiye aleyhine kullanabilecekleri Pamuk ve Şafak gibi sözde yazar çizerleri öne çıkarmaları, ödüllere boğmaları... Sivil toplum örgütleri üstünden Türkiye’nin iç içlerine müdahaleler... Saymakla bitmez, Almanların bölücülük karneleri kabarık. Halkları birbirine kışkırtmak da, alt kimlikleri yüceltip çoğunluk olan üst kimliği ezdirmekte, kaşınmayacak yaraları kaşımakta mahirler. Yakında dünyanın baş zabitliğinden, küresel bölücübaşılığa terfi edecekler.

Almanya bunu neden yapıyor?

ABD, Rusya ve Çin arasındaki küresel büyük güç yarışmasında yerini koruyabilmek hırsından. Yazının, “Almanya yüzünü Avrasya’ya döndü” diyen Avrasyacı dostlara Almanya’nın çıkar savunmasında “bölücülüğü” nasıl kullandığını düşündürmesi dileğiyle. ABD ile fark yok.


Gönül Kenter

Aydınlık