TÜSİAD Ankara’da toplantı yaptı. Derneğin başkanı Erol Bilecik, yumuşak ses tonuna ve yüzünden düşmeyen gülümsemesine tümüyle zıtlık içinde, kaskatı bir konuşma yaptı.

Dünya analizi angaje olduğu ABD dünyasından ibaret olan, ekonomi analizi sözde serbest/küresel piyasanın emirleriyle bağlanmış, içinde toplumun yer almadığı siyaset anlayışı "demokratik açılım"a gömülmüş, dedikleri yapılmazsa ‘kıyamet beklensin’ tehditlerinin her yandan sızdığı bir konuşma... İdeolojik bakımdan katı olduğu gibi, zamanın gerisinde kalmış olması bakımından da kaskatı, donmuş bir konuşma.

Başkana göre ekonomimizin çıpaya ihtiyacı var; belli ki "demokrasi" için de çıpa gerekiyor. İstediği şey, çok sık söylediklerini hatırlattığı iki kelimelik bir şey: Yapısal Reformlar... ‘Ekonomi konuşsun, siyaset onun emrine girsin’ diyen yapısal reformların, toplumun diğer tüm unsurlarını dışlayan tarzıyla "tüm iktidar sermayeye" düsturu olduğunu, daha Kemal Derviş zamanında, 20 yıl önce öğrenmiştik. Yirmi yıldır yaşadığımız bunaltının sebebi olan bitip tükenmiş lime lime dökülmüş "yapısal reformlar" ezberinin, TÜSİAD başkanı tarafından adeta imanla hedef diye tekrarlanabilmesi insanı hayrete düşürüyor.

İstediği ikinci şey, yapısal reformlara mutlaka Demokratik Açılımlar’ın eşlik etmesi. Artık şifreli olmaktan çıkmış olan bu kapalı kutunun en süslüsü, çözüm süreci ve onun eşliğindeki Türksüz Anayasa idi. Yani Türkiye’ye hendek faciasını yaşatan çözüm süreci. Yani Türkiye’yi ulusal birlikten etniktoplum çıkmazına gömecek yenianayasa. Soros’un renkli devrim denemelerinde, Arap baharlarında, Libya ve Irak facialarında, Suriye iç savaşında ne menem bir iş olduğu büyük acılarla yaşanıp görülmüş kötülüklerin hiçbiri yaşanmamış gibi...

Bilecik konuşmasında içeride bunları isterken, ekonominin dış ilişkilerle çok sıkı bağları olduğu bilgeliğini dile getirerek, uluslararası pozisyon tercihini de dünyada değişen hiçbir şey yokmuş gibi bir kez daha dile getirdi. ABD’nin Türkiye’yi İran yaptırımlarından muaf tutmasını iyiye işaret sayıp ABD ile ilişkilerin sıkılaştırılmasını istedi. Amerikan tarzı yaşamın, özentilerimizin zirvesinde olduğu eski zamanlardaymışız gibi. ABD PKK/PYD kartıyla Türkiye’yi BOP unsuru haline getirme denemeleri yapmıyormuş, FETÖ organizasyonunda hiçbir rolü yokmuş, Türkiye’yi ileri karakol olarak kullanma stratejisiyle kendi güvenlik hesabında ateş hattında tutmuyormuş gibi. Dernek başkanı, yalnızca ABD ile sıkı ilişkiler kurulmasını değil, AB ile entegrasyon sürecinin hızlandırılmasını istediklerini de söyledi. AB’de Brexit sarsıntısı yokmuş gibi. AB, İspanya, İtalya, Yunanistan’da büyük iflasın zemini değilmiş gibi. AB, Avrupa’nın batısı ile doğusunda çifte standartların ve büyük hayal kırıklıklarının mekânı değilmiş gibi.

TÜSİAD ve daha başka kesimler, dünyada gerçekte küreselleşme olgusu değil küreselleştirme siyaseti uçuşurken, o niyeti/politikayı "kaçınılmaz olgu" sayıp/saydırıp, olup bitmiş gibi "yeni dünya düzeni" kutlamaları yapmışlardı. Yaşadık, gördük, öyle bir "olgu" yoktu. Küreselleştirme siyaseti de çöktü gitti. Tarihin sonu gelmedi; ulusal devletler bitmedi; piyasalarda iyilik hormonu yoktu; dünya neredeyse yeni bir dünya savaşının eşiğine bırakıldı.

Şimdi, 2008’den bu yana, dünya genelinde yeni bir olgusal durum var. Uluslararası düzen, Batı’nın batışında yeniden inşa oluyor. Gelin görün ki geçmişte olmayan küresellik olgusunu varmış sayanlar, şimdi olan yeni uluslararası düzen inşasını yok sayıyorlar.

Bu cenahta saatler durmuş. Sesleri boşluğa düşüyor.

Aydınlık