Karşıtlığa koşullanmış koşulsuz muhalifler hayatımızın her yerinde. Bu arkadaşları bir öğrencinin gözünden, hayatın içinde bir tartışmayla inceleyelim
Karşıtlığa koşullanmış koşulsuz “muhalifler” hayatımızın her yerinde. Gelin, bu arkadaşları bir öğrencinin gözünden, hayatın içinde bir tartışmayla inceleyelim.
Hikâyede anlatılan kişi ve olaylar tamamen hayal ürünüdür.
Eğitim Psikolojisi dersindeydik. Ders artık bitmeliydi ama bitmiyordu. Hoca koşullanmayı anlatıyordu. AA almak için koşullanmış “pek çalışkan” bazı arkadaşlar cevabını bildiği soruları hocaya sorarak dersi uzatıyor, sınıfı bayıyorlardı. Hoca da durumun farkındaydı ve sıkılmıştı. “Açılın kapılar şaha gidelim!” diye seslenecektim ki beklenen oldu. Hoca, kolunu ileriye atıp bileğini gömleğinden kurtararak saatine bakma hamlesi yaptı ve “Evet, çıkabilirsiniz.” diyerek bizi Hodor’lardan kurtardı.
Sınıf kapısının açılmasıyla bin atlı akıncılar gibi çocuk şenliğiyle dışarı çıktık. Saat yenice bir olmuştu. Bugün yemekhanede etli yemek vardı. Bu yüzden bizim sınıftan Emre’yle birlikte oyalanmadan yemekhaneye doğru yola koyulduk.
Hava 34 gündür garipti. Yağacak gibi göründüğü için her sabah evden ceketle çıkıyorduk. Gelin görün ki öğlen olunca bunaltıcı bir sıcakla karşılaşıyorduk. Ceket, mont gibi şeyleri elde taşımak hangimiz için eziyet değil ki?
Yemek sırası uzundu, hatta çok uzundu. Menüde etli yemeği gören gelmişti. Neyse, uzun bir bekleyişin ardından yemeğimizi aldık. Yemeği alıp yer bulana kadar yemekten alacağımız enerjiyi yaktık hatta borca girdik ama sonunda bir yere oturduk. Emre her zamanki gibi yemeğe oturur oturmaz telefonunu çıkardı. Bir yandan çorbayı kaşıklıyor, bir yandan Instagram’da hikâyelere bakıyordu. Mizah sayfalarına bayılır ve bana da sık sık video atar. Öyle vurdumduymaz bir arkadaş değildir; haber sayfalarını da takip eder.
Yemeği yedikten sonra tadı ağzımdan gitmesin diye su bile içmedim. Malum, öğrenciyiz, et bulmak kolay değil. Doygunluğun verdiği uzaklara dalma hissiyatıyla karışık etrafıma bakarken yükselen bir sesle irkildim:
“Arkadaşlar!”
Tüm yemekhane sesin geldiği yöne doğru döndük.
“Bildiğiniz gibi Diyarbakır’da annelerimiz teröre karşı evlatları için nöbet tutuyor. Buna sessiz kalamayız. Sizleri teröre karşı annelerimiz için alkışa davet ediyoruz.” diye kısa bir açıklama yapıldı. Kalabalık denebilecek bir gruptu. Bir de Türk bayrağı açmışlardı.
Normalde siyasetten hiç hoşlanmam ama çevremdeki herkes alkışlayınca ben de katıldım alkışa. Ayrıca bunu tam siyaset olarak görmüyordum, sonuçta herkesi ilgilendiren bir şeydi.
Alkışlar sönümlenirken Emre, “Oğlum ne alkışlıyorsun ya, şov bunlar. Alet olmasana.” dedi. Şaşırdım. “Ne şovu hacı, niye şov olsun ki?” dedim. Bu sorunun uzun bir tartışmanın ateşleyicisi olduğunu bilsem sorar mıydım? Ama oldu bir kere.
Oğlum saf mısın? Adamlar önce kayyum atadılar, millet tepki gösterince ağlayan anneleri piyasaya çıkardılar. Nasıl inanıyorsun bunlara? Bu açıklama yapanları da anlamıyorum. Atatürkçüyüz diye geçiniyorlar, AKP’nin ekmeğine yağ sürüyorlar.
Hacı iyi diyorsun da öyle ya da böyle bu kadınlar çocuğunu arıyor. Teröre karşı anneler için basit bir alkış sadece. Bunu niye bu kadar büyüttün ki?
O iş öyle değil işte. Sen bu hükümet teröre karşı bir şeye izin verirler mi sanıyorsun? Asıl terörü destekleyen bunlar değil mi? Yıllarca Çözüm Süreci diye her türlü imkânı verdiler, şimdi göstermelik işler yapıyorlar.
Tartışma uzamasın diye konuyu kapattım:
Valla hacı dediğim gibi, ben senin kadar anlamıyorum bu işlerden. Doğrudur.
Derken İbrahim geldi masaya. O da bizim sınıftan.
Afiyet olsun arkadaşlar. Nasılsınız?
Kısa bir selamlaşmanın ardından İbrahim gözleri parlayarak:
Gördünüz mü az önceki eylemi. Helal olsun adamlara. İyi oldu okuldan böyle bir şey yapmak. Görsün herkes bu teröristleri. O analara da helal olsun.
diye içini döktü adeta. Emre gerildi tabii.
Oğlum bari sen yapma. Sen de mi bunlar gibi düşünüyorsun? Nasıl alet oluyorsunuz bu şova ya?
Kapandı sandığımız tartışma böylelikle yeniden alevlendi.
İbrahim, “Ne şovu kardeşim. Milletin çocuğunu dağa kaçırmışlar. Terörist değil mi bunlar? Tabii ki anneleri destekleyeceğiz?”
Emre, “Bak, daha demin aynısını Semih’e anlattım. Asıl terörü destekleyen bunlar değil mi? Alamadıkları belediyeye terör bahanesiyle kayyum atadılar, sonra da bu kadınlar çıktı meydana? Daha önce neredeydiler?”
Sen kayyuma da mı karşısın? Yapma kardeşim. Sırf AKP yapıyor diye niye karşı olalım? Seçime girebilmeleri bile hataydı.
Heh, madem öyle niye seçime girdiler? Seçimden önce engelleselerdi.
Ben olsam engellerdim ama seçimden önce yanlış yapıldı diye şimdi yapılan doğrunun niye önüne geçelim? Yanlışlara bakarak doğrulara karşı çıkmamak gerekir.
Bugün bu annelerin yanında olmak şart. HDP’yi zarara uğratıyor mu, uğratıyor. E o zaman sorun ne? Bunu orada yapmayın şurada yapın, şöyle yapmayın böyle yapın diyerek milletin aklını bulandırmak HDP’yi kurtarma çabasından başka bir şey değil. Devlet müdahale ediyor, silahla çözülmez konuşalım diyorlar, devlet konuşuyor, devlet konuşmaz müdahale eder diyorlar. Nasıl terörle mücadele edecek bu devlet?
Ben de o konuda sana katılamıyorum. Sen bu adamların samimiyetine inanıyor musun? Daha düne kadar “megri megri” diye birlikte ağlıyorlardı. Şimdi ne zaman sıkışsa oy için dağ taş bombalıyor. Her gün terör bitti diyorlar. Madem terör bitti bu çocukları kim kaçırıyor?
Tartışma iyice alevlenmişti.
İbrahim, “Yapma kardeşim, sen takvim yırtmıyor musun? Hangi yılda yaşıyorsun? Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, hükümet değişiyor. Senin dediğin dönemde Abdullah Gül Cumhurbaşkanıydı, Ahmet Davutoğlu Başbakan olmak üzereydi. Şimdi adamlar istifa edip AKP’ye karşı parti kuruyorlar. Ayrıca hükümetle devleti birbirinden ayırmayı öğrenmek gerek. Hükümetler ne kadar güçlü olursa olsun devletten güçlü olamaz. Türkiye’nin yıllardır yıkılamayan bir devlet geleneği var. Bürokratı, hâkimi, savcısı, ordusu, vatandaşı, yasası… Bunlar da devlet. Her şeye komplo teorileriyle bakamazsın.”
Emre araya girecekti ki İbrahim “Bitireyim kardeşim.” diye susturdu ve devam etti:
“1725 Aralık sürecini hatırlarsın, birden hırsızlıklar, yolsuzluklar piyasaya çıktı. Yıllarca bu yolsuzluklara ortak olan FETÖ, kendisini sıyırarak hükümeti devirmeye kalktı.”
Emre dayanamayıp kesti. Küçük bir gülüşün ardından ciddileşerek: “Ya kanka dalga mı geçiyorsun ne devirmesi? FETÖ bu adamların ta kendisi. Yıllarca beraberlerdi. Sıkışınca FETÖ diye bir şey uydurdular, önlerine geleni FETÖ’cü diye hapse atıyorlar. Göstermelik kavga ediyorlar.”
İbrahim “Kardeşim dinlersen anlatacağım. O iş öyle değil. Evet, yıllarca beraberlerdi, FETÖ’ye alan açıldı, eğitimde, yargıda, orduda çok kritik yerlere yerleştiler…”
Emre araya girerek: “Yerleştirildiler.”
İbrahim: “Kardeşim bir dinle. Evet, hem yerleştiler hem yerleştirildiler. Sonuçta bu adamlar beraberlerdi. Orada hemfikiriz. Gel gör ki Türkiye bunlardan ibaret değil. Asıl sorun bu. Muhalefetin önemli bir kısmı olaylara bakarken kendisini özneden saymıyor. Gazeteci gibi şu oldu bu bitti diye bakıyor. ErgenekonBalyoz’da o kadar komutan içeri atıldığında binlerce insan Silivri’ye gitti, bizim liseden de giden arkadaşlar vardı. 29 Ekim, 19 Mayıs, en son Gezi. Çok büyük eylemler oldu o dönemde. Bu beraberlik sarsıldı ve yıkıldı. Şimdi o Atatürkçü subayların birçoğu görevine geri döndü, emekli olanlar da orduya katkısını sürdürüyor. Amerika bu dağılan beraberlik içinden bir dayanak seçip yola devam etmek istedi ve FETÖ’yü tercih etti. Çünkü FETÖ daha eğitimli, daha sistemli, daha organize, daha çekirdekten yetişmiş, daha az yıpranmış ve uluslararası yaygınlığı olan uzun yıllardır yatırım yaptığı bir araçtı. 1725 Aralık da patlayınca ortaklık bozuldu.”
Emre araya girdi, “İyi güzel anlatıyorsun da bu insanlar hâlâ ortak. FETÖ’cü dedikleri insanın kardeşi bakan. Hükümette FETÖ’yü övmemiş, fotoğraf çekinmemiş insan yok neredeyse. Ben zerre inanmıyorum ve güvenmiyorum bunlara. Olan gariban insanlara oldu. Binlerce suçsuz insan hapiste. ErgenekonBalyoz’da olduğu gibi.”
İbrahim: “Yapma Emre, nasıl bir tutuyorsun? Evet, bu insanlar dün beraberdi ama bugün isteseler de beraber olamazlar. Devir değişti. Hapistekilerin masum olduğunu nereden biliyorsun? Benim FETÖ’cü olduğunu bildiğim kaç tane öğretmenim, kaç tane polis komşum hapiste ve kesinlikle üzülmüyorum. Bunlar değil miydi soruları çalan, orduya kumpaslar kuran, Atatürk’e düşmanlık eden? Sırf AKP iktidarı döneminde yargı bunları hapse attı diye nasıl bunlara sahip çıkabiliyorsun? 15 Temmuz’da meclisi bombaladı, millete ateş açtı bu teröristler, daha ne suç işleyeceklerdi?”
Emre “Kardeşim her dediğini dinlerim ama bana 15 Temmuz darbeydi falan deme. Düpedüz tiyatroydu. Nereden tutsan elinde kalıyor. Milleti rahatça içeri atmak için, Başkanlık sistemini getirmek için bu tiyatroyu tezgahladılar. Ben kesinlikle inanmıyorum.”
İbrahim “Sen dinlemesen de ben anlatayım. Hatırlarsın, 24 Temmuz 2015’te terörle mücadele başladı. Önce herkes dağ taş bombalanıyor dedi. Ordu içindeki Fetullahçıların yanlış yönlendirmesi ve haber uçurmasından dolayı çokça böyle görüntü ortaya çıktı. Sonra bu adamlar görevden tek tek alındılar. Hatırlarsın, bombalar patladı bu ülkede, insanlar öldü.”
Emre araya girerek: “Onu da kendileri patlattı. Hepsi oy için. Olan insanlara oldu.”
İbrahim “Ya kardeşim, senin yönettiğin ülkede bomba patlasa bu senin ne işine yarar? Asıl o zaman itibar kaybedersin, insanlarının güvenliğini sağlayamıyor demezler mi?
Emre, “Demezler kardeşim, Erdoğan ne dese inanan bir kitle var. Dış mihraklar diye milleti kandırıyorlar.”
İbrahim “Ben devam edeyim.”
Bu arada yemekhane boşalıyordu, arkadaşlar birbirine karşı doluyorlardı. Siyasetten bu yüzden çok hoşlanmıyorum. Gereksiz tartışmalar. Neyse ki bizimkiler olabildiğince saygılı.
İbrahim, “Bu süreçte çokça polis görevinden alındı, soruşturma geçirdi, bir yandan da dağ taş bombalıyor dedikleri ordu önemli bir hendek operasyonu yürüttü. HDP’li belediyelerin kazdığı hendeklere teröristleri gömdü. Benim abim asker. 4 yıldır Diyarbakır’da görev yapıyor. Bu çatışmaların olduğu dönemde de oradaydı. Adamlar belediyenin iş makinesiyle yolları kazıp bomba döşemişler. O süreç bizim için nasıl geçti bilemezsin. Telefonları açmaya korktuk.
Derken bombalar sönümlendi. Yüksek Askeri Şura’da Fetullahçılar tasfiye edilecekti. O süreçte birçok gazete darbe hazırlığı diye yazdı.”
Emre, “Yazar tabii, zaten kendileri planlamıyorlar mı?”
İbrahim, “Kardeşim bir dinle. Halkın kahramanca sokağa çıkması çok önemli olmakla birlikte 15 Temmuz’u bastıran Türk ordusudur. Bir kere bunu bilelim. 15 Temmuz’dan sonra binlerce FETÖ’cü ordudan atıldı. Her şeyin en iyisini bilen sosyal medya ordu bitti dedi. Bitti dedikleri ordu tarihinin en büyük operasyonlarını yaptı. Hala da yapıyor. Denizdeki tatbikatları saymıyorum bile. Hatırla, o dönemde “Neden Suriye’deki teröre müdahale etmiyoruz?” diyenler Suriye’ye girince “Ne işimiz var Suriye bataklığında?” demeye başladılar. Yanlış mıyım?”
Emre, “Tamam, doğru ama o teröristlere yıllarca bu hükümet göz yummadı mı?”
İbrahim, “Anlaşamadığımız asıl nokta bu. Yıllarca şöyle yapmadılar mı? Bunlar değil miydi? Bak, sen bile geçmiş zaman ekiyle konuşuyorsun. Evet, yıllarca o kadar çok yanlış yaptılar ki. Biz de yıllarca o yanlışların karşısında durmadık mı? Durduk. Hâlâ da yanlışlar yapıyorlar ancak büyük hatalardan geri döndüler, biz döndürdük, Türkiye’nin sağlam temelleri döndürdü. Bunu neden görmezden geliyoruz? Elbette bir gece hükümet bir rüya görüp fikir değiştirmedi. Soruyorum sana, bugün çözüm sürecini başlattık dese hükümet ne olur?
Emre: “Bir dakika iktidarda kalamaz.”
İbrahim: “E o zaman?”
Emre: “Bak Suriye diyorsun, madem yanlışından döndü neden Esad’la anlaşmıyor. Bunun yüzünden milyonlarca Suriyeli Türkiye’de. Yarısı haklarımızı gasp ediyor yarısı sersefil. Onlara da yazık bize de yazık değil mi? Anlaş Esad’la gönder gitsin.”
İbrahim, “Kesinlikle katılıyorum. Esad’la anlaşmamak en büyük hata. Dediğim gibi, AKP’nin bir sürü yanlışı var. Kendi tabanı da biliyor, kendi tabanı da rahatsız. Annemlerin tarafı, dayımlar falan koyu Ak Partilidir. Daha geçen bayramda tartıştık. Eğitim sistemi, Suriyeliler dediğim zaman bir şey diyemiyorlar. Hükümet medyasından dolayı Esad’dan da hiç hazzetmiyorlar. Terörle mücadelede uzlaşıyoruz ama.
Emre, “Bilmiyorum, teröre ben de karşıyım elbette. Sadece, yapılan şeyler samimi gelmiyor bana maalesef.”
İbrahim, “Seni anlıyorum. Geçmişte yapılanlar, ülkeyi büyük zarara soktu. Hâlâ da zarara sokan yanlışlar yapılıyor. O gün hükümete teröre fırsat verdiği için nasıl kızdıysam bugün de terörün karşısına geçtikçe olumlu buluyorum. Öte yandan, doğru doğrudur, yanlış yanlıştır. Ne hükümetin doğrusunu takdir etmek ne de muhalefetin yanlışına yanlış demek bizi yandaş yapmaz.
Muhalefet yıllardır Erdoğan’ı merkeze koyuyor, o ne derse tersini söylüyor. Karşısında kim varsa sahip çıkıyor. Türkiye’deki AKP karşıtlığı nasıl oluştu? Çözüm süreci, FETÖ, Amerika’yla iş birliği, BOP Eşbaşkanlığı... Bugün ne kadar inkâr edilse de hükümet buralardan döndü. Türkiye’nin milli dinamikleri ve gelenekleri döndürdü. Girdiği yoldan istese de artık geri dönemez. Dünya değişiyor, Amerika artık at koşturamıyor.
Öte yandan muhalefete bakıyorum, Hükümet çözüm sürecini bıraktık diyor, muhalefet ben daha iyi yaparım diyor; hükümet Amerika’ya karşı çıkıyor, muhalefet başımızı belaya sokuyorlar diyor, hükümet terörle mücadele edelim diyor, muhalefet HDP’nin demokratik hakları var, 6 milyon oyu var diyor, hükümet FETÖ’nün kanallarını kapatıyor, muhalefet basın özgürlüğü diyor, FETÖ’cüler tutuklanıyor, ihraç ediliyor, muhalefet garibanlar diyor. Yani dün AKP ne yapıyorsa bugün aynısını muhalefet yapıyor. Öte yandan dün yapılsın dediğimiz çoğu şeyi bugün hükümet yapmak zorunda kaldı ve uyguluyor. Buna sevineceğimize neden kör düşmanlıkla karşısında duralım?
Emre çatalı boş tabldota gezdirerek gözü önünde dinliyordu, “Valla bilmiyorum kanka.”
İbrahim ekledi, bak daha yakın zamanda ormanlarımız yandı. Hükümetin zamanında müdahale edememesine hepimiz kızdık. Sorumluluğu bu, yapacak. Onlarca orman yandı. Herkes tepki gösterdi. Ne zamanki PKK yangınları sahiplendi birden muhalefet protesto etmeyi bıraktı. Bu körü körüne düşmanlık değil de nedir? Burada Atatürkçü görünen basının da payı büyük. İçlerinde çok sevdiğim yazarlar da var ama bu gazetelerin de samimiyetini sorguluyorum.
Yanlış anlama, biz niyet tavşanı değiliz. Acaba samimi mi, şöyle mi, böyle mi diye niyet okumaya çalışırsak Türkiye yerinde sayar. İyiye iyi, kötüye kötü demeyi bilmek gerek. İktidarın da muhalefetin de doğrularına ve yanlışlarına farklı tepki göstermemiz gerek. Zaten insanlar hükümeti ya da muhalefeti takım tutar gibi desteklediğinden bu halde değil miyiz?”
Emre, “Bak o konuda sana katılıyorum. Bazen bu durum bizi bile etkiliyor. Sağlıklı düşünemeyebiliyoruz.” dedi.
Anlaşılan oydu ki tartışmanın sonuna gelmiştik. Fırsat bu fırsat diyerek araya girdim: “Eveet arkadaşlar. İki lokma et yedik onu da boğazıma dizdiniz. Tartışmanız bittiyse PES’e gidelim, hadi.” dedim. Emre, “Valla kanka yarına ödev var, nasıl yapacağız bilmiyorum.” dedi. Okan, “Ben Call of Duty’ciyim ama size uyarım.” dedi. “E hadi o zaman.” dedim ve elimizde ceketlerle yeniden eziyet dolu bir yolculuğa koyulduk. Emre’nin diğer elinde tabii ki yine telefonu vardı. Benimse etin keyfini çıkardığım kürdanım.
Furkan Kaplan
TLB Genel Sekreteri
tgb.gen.tr