Uzun süredir siyasi ve toplumsal kriz içinde olan İngiltere’de Theresa May, üç yıl önce ülkeyi düzlüğe çıkaracak, tartışmaları sonlandıracak siyasi figür olarak vitrine çıkarılmıştı. İngiliz muhafazakârlarının coşku dolu günlerini yeniden canlandırmak istercesine May, yeni ‘Demir Leydi’ imajıyla kamuoyunda parlatıldı. Merkez medya May’i, Margaret Thatcher ile özdeştirdi. Kıyafetinden ‘asil’ duruşuna May’de sert, taviz vermez muhafazakar miti yeniden yaratılmaya çalışıldı.

Ne var ki alacakaranlık kuşağına dönen Brexit tartışmaları May’in ‘çelik’ gibi sinirlerini alt üst etti, geçtiğimiz hafta göz yaşları içinde istifa edeceğini açıkladı. Sistemin sürekli demir irade imgesiyle sunmasından dolayı, May’in göz yaşları, dansları kadar tuhaf karşılandı. İngiliz emperyalizminin kahramanlık miti, kötü bir komediyle sonlanmış oldu.

Seçim kampanyasında ‘Alternatif Yok’ sloganıyla iktidara gelen Thatcher, uyguladığı neoliberal politikalarla İngiliz halkının kazanılmış haklarına savaş açarken, dışarıda da İngiltere’nin geleneksel emperyalist politikasını aynı sertlikle devam ettirmişti.

Gelinen noktada İngiliz emperyalizmi, içeriden yükselen radikal muhalefetin itirazlarıyla sarsılmaktadır. Özellikle 2015’te Corbyn’in İngiliz İşçi Partisi’nin liderliğine gelmesiyle ‘başka alternatif var’ sözü, bugün gür biçimde dillendirilmektedir.

May’in göz yaşları sadece çeyrek asırlık neoliberalizmin yaklaşan ölümüne değil, İngiliz kapitalizminin de ölümcül krizine işaret etmektedir.

İNGİLTERE'DE BİR JAKOBEN

Yüzyıllardır devam ettiği ileri sürülen ‘kadim’ gelenekleri ve yazılı olmayan ‘yüce’ yasalarıyla kendi toplumunu kutsayan İngiltere, tarihini her zaman radikallikten uzak, ölçülü ve sağduyulu yönleriyle anlatmıştır. Bu zarif tarih anlatısındaki tek kusur, ‘barbarlığın aşılamadığı kötü hatıralar’ İngiliz İç Savaşı ve Devrim’iyle birlikte soylu krallarını idama yollayan ‘cani diktatör’ Cromwell’in imgesidir.

Corbyn’in İsçi Partisi’nin liderliğine gelmesiyle İngiliz sağduyusunun altındaki nefret dizginlenemez biçimde ortaya çıktı. Partinin eski lideri, başbakanlığı döneminde ellerini Irak halkının kanıyla kirleten Tony Blair, Corbyn’in seçilmemesi için tüm İngiltere’ye çağrı yaptı. Basında, İngiliz istihbaratında ve orduda Corbyn’in seçilmesinin ‘ulusal güvenlik tehdidi’ olarak görüldüğü yazıldı. Filistin davasındaki tavrından dolayı onu ‘Yahudi düşmanı’ diye linç etmeye çalıştılar.

‘Aşırı solcu’ Corbyn, kraliçe önünde diz çökmeyi reddederek muhafazakârların bilinçaltındaki en derin korkuyu tetiklemişti, onu Jakobenizm’in hortlayan canavarı olarak görüp hedef aldılar. Hedef gösterme o derece somutlaştı ki, en son sosyal medyaya düşen videoda, atış talimatı yapan İngiliz askerleri, Corbyn’in fotoğrafına hedef alıp ateş ediyordu.

İngiliz sağduyusu, Corbyn ile hassas dengesini kaybederek vahşileşmesine rağmen, onun vahşetini uygulayacak demir yumruklar kendi göz yaşlarını dahi silememektedir.

Yüzyıllardır krallıkla parlamentonun birlikteliği üzerine kurulu siyasi yönetimi konusunda uzlaşı içinde olan liberal ve muhafazakar partilerin yönettiği İngiltere’de, Corbyn’in şanlı İngiliz tarihinde hangi ‘kötü anıları’ canlandırdığını hatırlamak önemlidir. Çünkü İngiliz muhafazakârlığının ‘kadim’ geleneği kadar canlı İngiliz devrimci geleneği de Corbyn’in şahsında yeniden toprağın yüzeyine çıkmaya başlamıştır.

Reklamdan sonra devam ediyor 

CORBYN VE DEVRİMCİ GELENEK

İngiliz İç Savaşı’nın ortasında 1647 yılının Aralık ayında, güney Londra’nın Putney kasabasındaki St. Mary’s Kilisesi’nde İngiliz tarihinin en can alıcı tartışması yapılır. Bir anlamda modern İngiltere’nin nasıl bir yol izleyeceği bu tartışma sonucunda belirlenmiştir. Devrimci ‘Yeni Model Ordu’nun iki lideri Cromwell ve damadı Ireton ile kendilerini Eşitlikçiler (Levellers) olarak tanımlayan muhalif subay ve erlerin sözcüsü Albay Rainsborough arasındaki tartışmada devrimin kaderi belirlenir.

Devrimi, en alttaki yoksul ‘özgür doğmuş İngiliz halkını’ kapsayacak şekilde ilerletmek isteyen Rasinborough, tartışmayı özel mülkiyetin meşruluğunun sınırına kadar getirmişti. Eşitlikçiler’in başta vergi reformu ve oy hakkı talepleri olmak üzere, demokratik taleplerini temellendirirken başvurdukları fikirler, Cromwell ve Ireton’u endişelendirmişti. Bu fikirler, krala karşı mülkiyetlerini koruma altına almaya çalışan, kralın parlamentoyla arasındaki uzlaşmayı parlamentodan yana yeniden kurmaya çabalayan bu kesim için oldukça tehlikeliydi.

Aşağıdan gelen radikal dalgaya karşı, Cromwell, devrimi destekleyen mülkiyet sahibi sınıfları kaybetmemek için ordudaki Eşitlikçiler’i tasfiye etmişti. Ordudaki en coşkulu kesimin tasfiyesiyle halkın devrime olan desteği hızla geri çekilmişti. Devrimdeki halk desteğinin azalmasıyla sıkışan

Cromwell, hemen krallıkla uzlaşmak isteyen mülk sahibi sınıfın ılımlılığının ihanete varmaması için, cumhuriyetin korucusu sıfatıyla iktidara el koymuştu. ‘At hırsızlarıyla’ dolu parlamentoya atıyla giren Cromwell, böylece devrimin sınırlarını trajik biçimde çizmişti.

İngiliz Devrimi’nin radikal kanadı tasfiye edilse de, Rainsborough’un sözcülüğünde Eşitlikçiler’in dile getirdiği fikirler o denli güçlüdür ki, Hobbes ve Locke gibi filozoflar başta olmak üzere, tüm İngiliz siyaset felsefesi bu radikal demokratların tezlerine meydan okumak için yazılmıştır.

Neoliberalizmle giderek artan toplumsal eşitsizlik, İngiltere’de yüzyıllardır kutsanan özel mülkiyetin dokunulmazlığını yeniden tartışmaya açmıştır. İngiliz emperyalizmi bugün Corbyn’e baktığında, Albay Rainsborough’un sesini duymaktadır. Bütün ‘ulusal güvenlik’ alarmı tarihten gelen bu güçlü sesin yankısından kaynaklanmaktadır.

Fransız Devrimi de dahil, Kıta Avrupa’sındaki demokratik devrimlerin, başat tartışma konusu temeli siyasi hak ve ödevler olmuştu. İngiltere’de ise 1640 Devrimi’nden 1832 Çartist işçi ayaklanmasına kadar tartışmanın merkezinde her zaman doğrudan mülkiyet ilişkileri yer almıştır. Sadece Londra’daki gayrimenkullerin büyük kısmının, 17. yüzyılın ortalarından bugüne bir avuç ailenin mülkiyetinde değişmeden kaldığı düşünülürse, yükselecek kavganın Batı medeniyetinin temeli olan özel mülkiyetin sınırına kadar dayanması beklenebilir.

Bu tarihsel nedenlerden dolayı İngiltere’de yükselen sol muhalefet, Kıta Avrupası’ndaki sol partilerin ‘kültürel’ vurgularından ziyade ekonomik gerçekleri dile getirmektedir. Corbyn’in solun gerçek gündemini, sınıfsal çatışmaları dile getirmesi, Avrupa’daki geleneksel sol partileri etkileyeme başlamıştır.

Batı kapitalist ülkelerde merkez hızla dağılırken, bu sarsıntıyı en şiddetli biçimde görece istikrarlı olan İngiltere’nin yaşaması önemlidir. İngiliz siyasal sistemi dünya savaşından bu yana olmadığı kadar savunmasızdır. Şüphesiz Corbyn ve radikal hareketleri önlemek için popülist partiler öne sürülmektedir. Özel mülkiyetin kutsallığını koruyamayan köklü, eski partiler yerini birkaç aylık popülist partilere bırakmaktadır. May’in göz yaşlarıyla dağılan muhafazakârların yerine sistem, popülist Brexit Partisi’yle Corbyn’in önünü ne ölçüde kesebilir, bunu Corbyn önderliğindeki İngiliz halkının kararlılığı ve sınıf bilinci belirleyecek.

Bizim gibi ezilen dünyada yer alan ülkeler açısında Corbyn’in önemiyse, şimdiden İngiliz emperyalizminin ‘sol kolunu’ işlevsiz hale getirmesidir.


Aydınlık