Türkiye garip bir ülke halini aldı. Her kavramın içinin boşaltılmasını kendisine “görev” kabul etmiş bir anlayış her yere ve her şeye müdahale eder halde. En çok etkilenen kurum da Türk Silahlı Kuvvetleri. Ergenekon ve Balyoz’la başlayan bu süreç elbette çok daha büyük bir planın en önemli ayağıydı. Hedef: Türkiye’yi savunmasız hale getirmek ve emperyalizmin önünde diz çöktürmekti. Başardılar mı? Çok büyük yol kat ettiklerini kabul etmemiz gerekir. Elbette Türk’ün olduğu yerde mutlaka umut da vardır ancak yapılan her yanlış tercih, yarınlarda ödenecek bedelleri de yükseltir.
İşte son yıllarda sürekli çıkarılan “bedelli askerliğin” bedeli de bugün için kişi başı 15 bin TL olarak görülebilir ama aslında ödenecek bedel çok daha ağırdır. İşin maddi yanı bir yana Türk milletinin “manevi” kaybını tahmin etmek bile mümkün değil. Zira halen Mehmetçiklerin “vatan savaşı” verdiği bir dönemden bahsediyoruz. Afrin’de teröre ağır darbe vuran Mehmetçiklerin, yurtiçinde bulunan terör gruplarını etkisiz hale getirmek için canını ortaya koyan evlatlarımızın “mücadelesini” düşündüğümüzde bedelli askerlik, “vatan savaşında” cepheleri “içten” zayıflatmak demektir. Çünkü savaş, silahların silahlarla mücadelesi değildir. Savaş: İradenin iradeyle mücadelesidir. Kullanılan silahların tamamı ikincil öneme haizdir. İrade yoksa koca tankların demir yığınından hiçbir farkı yoktur. İrade yoksa depolarınız bombalarla dolu olsa bile onlar sadece boşluk dolduran nesnelerdir.
Peki çıkarılan “bedelli askerliğin” Türk milletine verdiği mesaj nedir? Bence çok açık: “Zenginimiz bedel verir askerimiz fakirdendir!” İşte bu nokta çok ama çok tehlikeli. Vatan savunması söz konusu olduğunda boypos, zenginlikfakirlik, güzellikçirkinlik söz konusu edilemez! Vatan; üzerinde yaşattığı her evlattan “fedakârlık” ister. Toprak; besleyip hayat verdiği her evladının ilgisini ve sevgisini bekler. Aksi her durumda toprak küser, vatan küser! Ve ne zaman küskünlük girse vatanla evlatlarının arasına bilin ki felaketler de kapıdadır!
Dünyanın her yerinde ve her zamanda kural aynıdır: “Birleşmiş bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!” Milletin birliğini ve desteğini kazanamayanlar da hiçbir topluma liderlik yapamaz. Atatürk’ün Samsun’a çıkarken söyledikleri tam da milletin birliğine dairdir: 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığım vakit, benim elimde maddi hiçbir maddi kuvvet yoktu. Yalnız milletimin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran, manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu kuvvete ve Türk milletine dayanarak işe başladım.”
Yani yenilmemek için ya da kaybedileni kazanmak için “milletin birliğini” sağlamak gibi bir zorunluluk vardır. Peki Mehmetçik canı pahasına mücadele ederken “getir 15 bini al tezkereyi” demek anlamlı mıdır? Elbette şimdiden “zaten ordu profesyonelleşti”, “bu kadar askere ihtiyaç yok”, “zaten silah tutmayı bile öğrenemeyecekler” diyenler olacaktır. Ben de onlara “asker ocağının anlamını bilmiyorsunuz” diyeceğim. Zira askerlik demek sadece silah kullanmayı öğrenmek değildir. Askerlik aynı zamanda milletin kucaklaşması, Doğuyla Batının, horonla halayın, Erzurum’la İzmir’in kaynaşmasıdır. Sabırdır asker ocağı! Birbirinden öğrenmektir. Öğrendikçe sevmektir. Türkiye’yi 81 iliyle ve 80 milyonuyla beraber yüreğine sokmaktır. Yoksa birkaç ayda askerlik sanatının öğrenilmeyeceğini ben de biliyorum. Ama asker ocağının Türk’ün vatanıyla, toprağıyla ve milletiyle kucaklaşma yeri olduğunu da biliyorum.
Bu yüzden Türkiye’nin tarihini, coğrafyasını ve kültürünü hala anlamamış görünenlere bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Anadolu’da var olmanın ilk koşulu “güçlü olmaktır.” Milletleri güçlü kılansa “birleşmek ve bir arada kalmak için irade koymaktır.” Milletin iradesi kırılırsa devlet varlığını sürdüremez!
Büyük Atatürk zaten bunları söylemiştir. Bir kez daha hatırlayalım: “Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşması ile mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak aynı esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.”
Koray Gürbüz