Eski BM Kalkınma Programı Müdürü Bartu Soral, yükselen kamucu eğilimlere işaret etti. Zenginliğin bir avuç elitin elinde toplandığı mevcut sistemin aşırılıklarının törpüleneceğini belirten Soral, kamunun üretimde, denetlemede, düzenlemede varlığının öneminin ortaya çıktığını kaydetti.

RECEP ERÇİN

Eski Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Program Müdürü, Kalkınma Ekonomisti Bartu Soral ile koronavirüs salgısı sonrası küresel ekonomide yaşananları konuştuk. Yükselen kamucu eğilimlere işaret eden Soral, "Kapitalizm bitti sonucuna varmıyorum. Ama ben; şirketlere, piyasaya tapınan, finansal işlemlerle dünyayı yöneten, zenginliğin bir avuç elitin elinde toplandığı mevcut sistemin bu aşırılıkları törpülenecektir, törpülenmek zorunda diyorum" ifadelerini kullandı.

Kalkınma Ekonomisti Soral'ın sorularımıza verdiği cevaplar şöyle oldu: 

  • Sizinle yaptığımız sohbette koronavirüsün dünya iktisadını değiştirdiğini ifade ettiniz. Okurlarımız için bunu biraz açar mısınız? 

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından en büyük kriz ile karşı karşıyayız. Size hemen bir iki veri vereyim. Goldman Sachs, ABD ekonomisinin ikinci çeyrekte yüzde 24 daralacağını tahmin ediyor. FED sorunun çözümü için sonsuz para basacağını duyurdu. Sonsuz para basmak ne demektir? Tuşa basıp, sonu, sınırı olmayan para basacağım diyor. Bu konuya döneceğim. Önce sorunuza bağlı kalıp, mevcut sistemin durumunu açmak istiyorum. 

GÖRÜNMEZ ELE NE OLDU?

Geçen gün New York Valisi, “Tıbbi malzeme üreten bütün özel şirketler kamulaştırılsın. Fiyatı normalde 70 sent olan maskeyi 7 dolara satıyorlar. Biz o fiyata almazsak diğer eyaletlere satıyorlar” dedi. Yani devlet fiyata ve piyasaya müdahale etsin dedi. Halbuki teoride, “görünmez el” piyasaları insanlığın çıkarını maksimize edecek biçimde çalıştıracaktı. Devlet müdahalesine gerek yoktu. Kamu hiçbir alanda olmayacak, şirketlere tapacak; onlar bizi ihya edecekti. En kaliteliyi, en ucuza üretecekler, halk kazanacaktı. Şimdi soralım New York Valisi'ne; “Ne oldu; kriz kapıyı çalınca görünmez el içeri mi kaçtı da 70 sentlik ürün 7 dolara çıktı”? 

Bu sadece korona döneminde mi böyleydi? Hayır. Yıllardır büyük şirketler monopol veya oligopol olarak, istediği fiyat ve çalışma koşullarını dayatıyordu. Ama kitleler işsiz kalma tehlikesi ve sistemin dışında çare aramanın yaratacağı daha da acı yüklerin korkusu ile kaderine razı biçimde yaşamlarını sürdürüyordu. Bu durumu sadece çalışanlar için düşünmeyin. Çok uluslu büyük şirketler, gelişmekte olan ülkelerde taşeronlaştırdıkları üreticilere benzer bir baskıyı uyguluyor. 

KAMUNUN ÜÇ ALANDAKİ DEĞERİ ORTAYA ÇIKTI

Şimdi bakınız; kapitalist piyasa rekabete dayanır değil mi? Güzel. Biz yıllarca dedik ki; devlet fabrikaları ile rekabette katılsın. Üretimde var olsun. Hem piyasadaki üretim kalitesini yukarı çeksin, hem piyasada oluşan monopol, oligopol veya arz talep dengesizlikleri sebebiyle oluşan aşırı fiyatlamayı dengelesin, hem de özel sektörün kurmadığı fabrikaları kursun. Çıktı bunu kapitalizmin göbeğindeki New York Valisi söyledi. Başka ne oldu? Her şey özelleştirilsin, sağlık da özele devredilsin diyenler, korona sıkıştırınca; “devlet nerede gelsin bizi kurtarsın” diye çığlık atmaya başladılar. İnsanlığın temel hakkı olan bedava ve kaliteli sağlık politikasının önemi iyot gibi açığa çıktı. Kamunun üretimde, denetlemede, düzenlemede güçlü bir biçimde varlığının değeri ortaya çıktı. 

FİNANSAL SİSTEM ÜRETİMDEN KOPTU

Ancak sorun sadece; “devlet yok olsun, yaşasın piyasa” tapınmasının dünyayı baskısı altına almasında değil. Bir diğer sorun da, 1990’larda hızlanan ve kontrolün tamamen kaybolduğu finansal işlemlerde. Bir örnekle anlatayım; 2017 yılında toplam dış ticaret hacmi 74 trilyon dolarken, yıllık döviz işlemleri toplamı 1.27 katrilyona ulaştı. Bunun 1.11 katrilyonu banka kredileri dışındaki finansal oyunlar için yapılan işlemler. Görüyor musunuz, finansal işlemler hacmi ile bütün dünyada üretilen ürün ticaretinin toplam hacmi arasında ne kadar fark var? Yaklaşık 20 kat. Bu finansal kazancı yöneten, üretimden kopuk elitler, 1990’dan beri politikaları yönlendiriyor, seçimleri bile etkiliyor. Dünyanın toplam varlıklarının yüzde 50’sinin 810 ailede toplandığı tahmin ediliyor. Bunun sonucu ne? Finansal işlemler üstünden ekonomiler büyüyor. Ancak bu büyüme toplumun büyük kesiminin alım gücünde reel bir artış sağlamıyor. Yani yaratılan gelir topluma adil biçimde dağılmıyor. Peki o zaman insanlar nasıl bu kadar tüketiyor? Cevap; hane halkı borçlarında, kredilerdeki artışlarda. Türkiye’de 2003 yılında hane halkı 100 liralık gelirin 5 lirasını borçluydu, bugün 55 lirasını borçlu. İşin daha çarpıcı tarafı biz bu alanda düşük borçluyuz. Gelişmiş ülkelerde hane halkı 100 liralık potansiyel gelirin 150200 lirasını şimdiden borçlanmış. Yani tüketim reel kazançlarda artışla değil, borçlanarak, banka kredileri vasıtası ile yapılıyor. Bu durum doğal olarak insanları geriyor, psikolojisini bozuyor. İnsanların eski döneme göre çok daha gergin olmasının sebebi bu çarpık sistem. 

TÜRKİYE İÇİN BİR FIRSAT

  • Peki koronavirüsten çıkan sonuç ne? 

Korona, halının altına süpürülen bütün bu sorunları ortaya çıkarttı. Bizim yapamadığımızı korona yaptı; herkese bu paradigmaları sorgulattı. Yanlış anlaşılmasın, yaşadığım tecrübeler benden naifliği tamamen aldı götürdü. Ben buradan “kapitalizm bitti” sonucuna varmıyorum. Ama ben; şirketlere, piyasaya tapınan, finansal işlemlerle dünyayı yöneten, zenginliğin bir avuç elitin elinde toplandığı mevcut sistemin bu aşırılıkları törpülenecektir, törpülenmek zorunda diyorum. Açıkçası küreselleşme yanlısı olan bu finansal elitlerle devleti yöneten özellikle bürokrasi ve siyaset arasında bir sürtüşme olduğunu düşünüyorum. Zira bu sistemin sürdürülebilirliği yok. O sürtüşme de açığa çıkıyor. Göreceksiniz ABD, koronadan en olumsuz etkilenen ülke olacak. Ve bundan çok daha önemlisi, Türkiye’de bu işi bir dengeye oturtmak için önümüze bir fırsat geldi diyorum. 

Bartu Soral ile söyleşimizin ikinci bölümü yarın yayınlacaktır.

Aydınlık