Netflix’te yayınlanan Aşk 101 dizisi, lise öğrencisi olan beş 'aykırı' gencin hikâyesini anlatıyor. Bu yapımda toplumsallaşma, üretkenlik, bilim, saygı, kamu mallarına sahip çıkma, eğitim, aile gibi değerlere başkaldırma 'farklılık' olarak sunuluyor

Teori Dergisi Youtube Kanalı geçen hafta Netflix’te yayınlanan Aşk 101 dizisini inceleyen “Aşk 101 Ne Anlatıyor” isimli bir canlı yayın gerçekleştirdi. Yayında derginin Genel Yayın Yönetmeni Kuntay Gücüm, Yazı İşleri Müdürü Cemil Gözel ve USMER Genel Koordinatörü eğitimci Dr. Duygu Yeniay Üsküplü hem dizinin hem de genel olarak Netflix’in ideolojik çizgisinin eleştirisini yaptılar. Bu yayını Youtube’da Teori Dergisi sayfasında mutlaka izlemenizi öneririm.

Dizide 90’ların sonunda lise öğrencisi olan beş “aykırı” gencin hikâyesi anlatılıyor. Bizler de o yıllarda lise öğrencisi olduğumuz için kendi yaşadıklarımızla da kıyaslama şansına sahip olduk.

DİZİNİN ANA MESAJLARI

Bugünlerde yeni yayınlanan ikinci sezon için ayrıca değerlendirmede bulunacağız. Dizinin ilk sezonunda ise öne çıkan mesajlar şöyle:


  • Bütün aileler berbat
  • Anneler anlayışsız, babalar duygusuz
  • Bütün öğretmenler demode ve kötü
  • Okullar anlamsız
  • İnsan denen canlı “boktan”
  • Çikolatalı süt kötü, bira şahane
  • Düzenli ev sıkıcı, dağınık bohem evi iyi
  • Doğrunun ölçüsü sensin
  • Önemli olan anı yaşamak

Bu mesajlar dört lise öğrencisi tarafından veriliyor. Gençlerden birisi şiddet eğilimli. Sokakta yürürken herhangi birine, basketbol maçı yaparken hakeme ya da sınıfta önünde duran bir arkadaşına nedensiz şiddet uygulayabiliyor.

Diğer genç, öğrencilere kumar oynatıyor. Ödev ticareti yapıyor. Okulun güvenlik görevlisi ve kantincisini de kendi saadet zincirinin üyesi yapabiliyor. Dahası, sahte belgelerle kantinde gıda denetimi yapılmamış ürünlerin satışını sağlıyor.

Bir diğer genç öğretmeniyle sınıfta basılıyor. O, güzelliğini farklı erkek öğrencileri birbirine düşürmek için kullanabiliyor. Kilo alma kaygısıyla yemek yemiyor ama elinden bira şişesi de düşmüyor.

Dördüncü “kahraman” alkolik. Hem evinde hem de okulda durmadan içki tüketiyor. Ayakta pek duramıyor. Alkolikliğine dünyayı umursamaz bir “bilgelik” de eşlik ediyor. Ara ara intiharı da düşünmüyor değil.

Bu dört öğrenci daha birinci bölümde bilgi yarışmasını sabote ediyor. Hatta okulda yangın çıkmasına neden oluyorlar. Dünyaya “meydan okuyan” arkadaşlıkları da disiplin kurulunun kararını beklerken başlıyor.


ÖZÜR DİLEMEYİ MİNNET ETMEK ZANNEDEN İLKELLİK

Hepsinin ciddi ailevi sorunları var. Üstelik başta okulun müdürü olmak üzere bütün öğretmen kadrosu da “demode” ve anlayışsız. Yalnızlar çünkü onlar dışındaki bütün öğrenciler “sıradan”. Dizi bu nedenle izleyiciden anlayış bekliyor. Elbette konu yalnızca lise dönemindeki aşırılıkları hoş görme ile sınırlı kalsaydı bu mümkün olabilirdi. Ancak mesele basit bir empatinin çok ötesinde.

Dizi boyunca bu karakterler ekran başındaki gençlere örnek olarak sunuluyor. Onların “farklı” olmalarından ötürü dışlandığı fikri yerleştiriliyor: “Sıradan olma, farklı olma cesareti göster”. Okul yönetiminin gözdesi, sevgi dolu, saf ve parlak bir “inek” olarak tasvir edilen bir öğrenci zamanla “özgürleşiyor” ve beşinci üye olarak bu gruba katılıyor.

Dizinin son bölümünde beşli “özgür grup” okulun büyük bir özenle inşa edilen laboratuvarını yerle bir ediyor. Mikroskoplar, beherler, renkli kimyasallar, camlar, çerçeveler süper ağır çekim eşliğinde havalarda uçuyor. Dizinin en estetik sahnesinin bir bilim merkezinin yok edildiği sahne olması ayrıca dikkat çekici. Disiplin kurulu bu öğrencileri atmak yerine onlardan bayrak töreninde özür dilemelerini istiyor. Törende kürsüye çıkan öğrenciler elbette özür dilemek yerine mikrofondan “…….. laboratuvarını” diye haykırmayı tercih ediyorlar. Bütün öğrencilerin alkışlarıyla karşılanan bu “eylem”, öğrencilerin içindeki “özgürlük duygusunun” da açığa çıkmasına vesile oluyor.  

Dizinin oyuncuların birisi, dizi hakkında konuştuğu bir programda özür konusu açıldığında şunları söylüyor: “Ben haklı veya haksız özür dilemem abi. Dilemem, birine minnet etmeye gerek duymuyorum yani. Hatalıysam da hata yapmışımdır. Özür dilemem, niye dileyim ki? Anlayış beklerim. Ben bir gencim, 26 yaşındayım. Bir problem yok. Bir küçüğüme karşı olsa yine özür dilemem. Niye dileyeyim ki?”

Böylece dizinin çok takip edilen fenomen oyuncusu, dizinin vermek istediği kültürü, gerçek hayata da taşıyor. Herkes onu anlamalı, ne yaparsa yapsın sorumlu olmamalı. Dünya onun için yaratılmış ve herkes bunu bilerek davranmalı. Bu ilkel tavır, yapıp ettiklerinin sorumluluğunu almayan insan tipi daha da yüceltilmiş oluyor. Zaten dizi boyunca bu erdemsizlik saniye saniye kutsanıyor.

'FARKLILIK' DEDİKLERİ SIRADANLIK

Toplumsallaşmayı, çalışkanlığı, üretkenliği, bilimi, başkalarına saygı duymayı, kamunun ortak mallarına sahip çıkmayı, eğitimi, aileyi yani yalnızca Türk toplumunun değil insanlığın tarih boyunca geliştirdiği bütün değerleri harcayan ve bunlara “başkaldırmayı”, “farklılık” olarak kakalayan bir yapım.

Farklılık, 18 yaşından küçük ve alkollü gençlerin araba kullanması. Trafikte tehlikeye attıkları insanlarla ilgili sorumluluk hissetmelerine gerek yok. Önemli olan onların “anı yaşaması”. Toplum? Toplum önemli değil. Sen “biriciksin, eşsizsin”. Herkes de bunu anlamalı.

Farklılık, fiziksel kuvvetinle insanları sindirmek.

Farklılık, bahçede, sırada, bilgi yarışmasında, bulabildiğin her yerde, hatta öğretmeninin karşısında ayakta duramayacak kadar içki içmek.

Farklılık, teşhircilik.

Farklılık, kumar oynatmak, organize suç örgütü kurmak, insanların ne idüğü belirsiz gıdaları tüketmesini sağlamak. Böylece küpünü doldurmak.

Farklılık, sürekli aynı kıyafeti giyen öğretmenlerini aşağılamak.

Farklılık, laboratuvarı yıkmak. Belki de orada bilim insanı olma yolunda ilk tecrübelerini yaşayacak öğrencileri bu olanaktan yoksun bırakmak.

Eskiden farklılık “kendin olmak, anı yaşamak” gibi postmodern saçmalıklarda aranmazdı. Bizimle aynı sıralarda okuyan çok sayıda farklı arkadaşımızın bugün insanlığa bilimde, kültürde, sanatta akla gelebilecek her alanda katkılar sunduğunu görüyoruz. Peki Netflix’in “farklılarını” izleyince gelecek açısından bir umuda kapılıyor musunuz?

Üstelik bu yıkıcı tavra, üstü epey örtük siyasal anlamlar da yükleniyor. Onlar sözüm ona “sistem dışı” tasvir ediliyorlar. Fakat gerçekte, sistemin bütün marazlarını bünyelerinde taşıyorlar. Bu halleriyle “farklı” denilerek özendirilen karakterler aslında en sistem içi unsurlar. Onların herhangi bir sitemi yıkmaları mümkün değil. Kendisini kendi içine kapatan ve gittikçe yalnızlaşan, üretmeyen ve üretmedikçe yozlaşan insan, sadece kendisini yıkabilir. Hem zaten, sistemin artık bir numaralı ideolojik aygıtı haline gelen, kâr etmek gibi temel güdüleri olan Netflix şirketi, neden sistemi yıkmak istesin ki? Bu kültürden sadece başta alkol, uyuşturucu ve cinsellik olmak üzere her şeyi daha çok tüketen, yalnız, karamsar ve geleceksiz bir kitle çıkar. 

ABD emperyalizmi ve genel olarak Batı medeniyeti çökerken, kültür planında da çürüyor. Çürüyen kültürlerini hâlâ çok güçlü olan kitle iletişim araçlarıyla özellikle Doğu toplumlarına dayatmaya devam ediyorlar. İzleyici hedef kitlesi olarak özellikle lise kuşağının belirlenmiş olması da dikkat çekici. Netflix ve benzerleriyle yasal zeminde mücadele yürütülebilir. Ancak onlarla ideolojik mücadeleyi büyütmek ve alternatiflerini geliştirmek giderek yakıcı bir görev haline geliyor. Bu, neredeyse uyuşturucuyla mücadele kadar önemli. Yoksa zombileşmiş kuşaklarla karşı karşıya kalabiliriz.


Utku Reyhan

Aydınlık