Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan gibi ABD siyasetlerine göbekten bağlı isimlerin, yönetim kademelerinden uzaklaştırılmalarının ardından, her alanda olduğu gibi, dış politikada da yeni sürecin adımları atıldı. Sorunların üst seviyede olduğu Mısır’la bile görüşmeler başladı. Fakat sıra bir türlü Suriye’ye gelmedi. Türkiye kaybederken başkaları kazandı. Manzaraya bakalım:
ABD, Suriye’nin üçte birini işgal etti.
PKK, Suriye’nin kuzeyindeki alanların yanında Rakka ve Deyrizor gibi büyük Arap kentlerinin yönetimini ABD desteğiyle eline aldı. PKK’nın günlük 420 bin dolar petrol gelirinin olduğu hesaplanıyor.
Ülkemizin kaynakları, enerjisi, üretimi büyük hasar gördü. İhracat yaptığımız 11 ülkeye mal gönderemez olduk. Suriye üzerinden ayda ortalama 9 bin TIR’la ihraç malı taşıyorduk şimdi ABD TIR’larla PKK’ya silah taşıyor.
5 bini aşkın Mehmetçik Suriye’nin kuzeyinde. Askeri harcamalar en üst seviyede.
Türkiye’deki 5 milyona yakın sığınmacı üzerinden kışkırtmanın yapılmadığı gün yok. Barutun üzerine ateşle koşan siyasetçiler var. Milyonlarca insan ‘istila ve işgal’ gibi gerçek dışı ifadeleri doğru zannediyor.
İdlib teröristlerin toplanma merkezi oldu. Sınırımızın dibinde.
IŞİD benzeri örgütler Türk Ordusu’na saldırının pususunda.
Çok sayıda madde daha eklenebilir…
Suriye yönetimi geri dönüş için af çıkarmışken, Suriye ordusu PKK’ya operasyonlarını artırmışken, Şam kapısındaki diplomasi kuyruğu büyüyorken Ankara daha ne bekliyor?
Türk milleti, İsrail’le normalleşen bir yönetimin, Suriye’yi bölecek ‘yerel yönetim’ çalışmalarına, üstelik ekonomik zorlukların katlanarak büyüdüğü bir süreçte sessiz kalır mı? Kalmaz!
Taş elde ağırlaşır. Ak Parti kaldırdığı taşı ayağına düşürmek üzere. Yavaşça yerine koyma seçeneği de var. Suriye'yle ilişkileri başlatan Türkiye hem sınırını güvenlik altına alır hem de ekonomik sorunlarını hafifletir.