Polisiye yazarı Ahmet Ümit, sadece iktidarı eleştirmekle muhalefet yapılmayacağını, doğru icraatların desteklenmesi gerektiğini söyleyerek ekledi: Bu ülke ne sadece iktidarın, ne de muhalefetin. Hepimiz aynı gemideyiz. Eğer sen geminin altını delmeye çalışırsan hepimiz batarız. Türkiye yoksa, biz yokuz
Türkiye’nin en çok okunan polisiye yazarlarından Ahmet Ümit, GÜNAYDIN’a çok özel açıklamalarda bulundu. Sadece iktidarı eleştirmekle muhalefet yapılamayacağına dikkat çeken Ümit, “Muhalefet nesnel bir bakış açısıyla yapılmalıdır” diye de ekledi…
‘Bir Ses Böler Geceyi’ adlı ilk romanınız çıkalı 24 yıl olmuş. İlk günkü heyecanı taşıyor musunuz?
O günden bu yana 25 kitabım oldu. Yazarlıktaki mesleki deformasyon, amatör ruhu kaybetmektir. Ne ün, ne kazandığı paradır bir yazarı mutlu eden. Mutlu eden en önemli şey, yazarken yaşadığı mutluluktur. Ben ilk günkü heyecanımı bu yüzden kaybetmedim. İyi bir yazar olmanın en önemli göstergesi, öldükten sonra eserlerinin okunuyor olabilmesidir.
YAZAR POLİTİK GÖRÜŞÜNÜ YANSITMAMALI
Sizce polisiyeyi diğer edebiyat türlerinden ayıran en önemli özellik nedir?
Gizemli suçu anlatmasıdır. İyi polisiye yazanlar akıllı insanlardır. Dostoyevski ve Shakespeare gibi dünyanın en iyi iki yazarı da suçu anlatır. Suçtan yola çıkarak insanı anlatırlar. Suç insan psikolojisini ortaya koyabilmek için en iyi yöntemdir. Aslında çok zordur çünkü iyi romanın tüm özelliklerini taşımak zorundadır. Güzel bir dil, sağlam karakterler, en iyi şekilde kurgulanmış güzel bir hikaye gerekir iyi bir roman için. İyi polisiyeler de iyi romanlardır bu yüzden.
Meslek yaşamınıza 25 kitabı sığdırmayı nasıl başardınız?
14 yaşından itibaren politikanın içindeydim. 25 yaşında Moskova’dayken politikanın hayata bakış açımı daralttığını fark ettim ve yazar olmaya karar verdim. Ve bir yazar eğer politik görüşlerinden, dini inançlarından, cinsiyetinden bağımsız olarak insanı anlatmıyorsa, başarılı olamaz. Dünya görüşümü insanların gözüne sokmadan, benim bakış açım doğrudur demeden yapıyorum bunu. İyi yazarlar politik görüşlerini eserlerine yansıtmaz; Dostoyevski, Charles Dickens ve Balzac gibi. Benim okur kitlemin en az üçte biri muhafazakar okuyucudur. Beni milliyetçi de okuyor, solcu da. Okurlarıma insanı anlatmak ve empati duygusunu oluşturmak için yazıyorum. Ülkemizin içinde bulunduğu sorunları, birbirimizi olduğumuz gibi kabul ederek ve ‘Bu ülke bizim, ülkemizin gelişmesi ve büyümesi hepimizin yararına olur’ duygusuyla hareket ederek aşabileceğimize inanıyorum. Birbirimizi ayrıştırarak hiçbir yere varamayız. Eğer birleşirsek ve birbirimize empati kurarak yaklaşırsak güçlü bir ülke oluruz ve kimse bizi bölemez.
SİYASETE FUTBOL GİBİ BAKILMAMALI
‘Yeter ki iktidara gelmesinler, isterse ülke batsın’ mantığıyla hareket eden de bir kesim var. Bu bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Asla doğru bulmuyorum. Bu ülke ne sadece iktidarın, ne de muhalefetin. Zamanı geldiğinde iktidar ve muhalefet yer değiştirir ama ülke kalır. Türkiye yoksa biz de yokuz. Hepimiz aynı gemideyiz. Eğer sen geminin altını delmeye çalışırsan, hepimiz batarız. Ne iktidar kalır, ne de muhalefet. Sadece iktidarı eleştirmekle muhalefet yapılmaz. Muhalefet, nesnel bir bakış açısıyla yapılmalı. İktidarın eksik bulunan uygulamalarına karşı eleştiri yapılmalı ama doğru yaptığı icraatler de desteklenmeli. Ama iktidar da muhalefeti dinlemeli, diyalog yollarını açık tutmalı. Siyasette diyaloğun çok önemli olduğuna inanıyorum. Eğer birbirimizin istek, talep ve eleştirilerini dinlersek, birçok sorunumuzu çözeriz. Önyargılarımızdan ve ideolojik aidiyetimizden arınarak birbirimizi dinlemeliyiz, anlamalıyız. Siyasete futbol gibi bakılmamalı. Futbolda bile diğer takımlara ihtiyacınız var. Siyasette de ne kadar farklı görüş olursa, o kadar renkli bir ülke oluruz. Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu neden bu kadar güçlüydü? Çünkü çok renkli bir toplumsal yapıları vardı. Tüm kültürel kimlikler, Osmanlı’nın çatısı altında özgürce yaşıyordu. Osmanlı’nın bu yanını sürdürmemiz, daha güçlü bir ülke olmamız için gerekli. Köklerimizden gelen bu çok renkli yapıyı, kültürel çoğulculuğumuzu devam ettirmeliyiz.
Dünyanın gidişatını ve bölgemizde yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Osmanlı’nın yıkılma süreciyle birlikte yaşadığımız her şey aslında emperyalist devletlerin paylaşım savaşıdır. Eskiden toprakları paylaşıyorlardı, şimdi enerji kaynaklarını paylaşıyorlar. İngilizler, 1. Dünya Savaşı sırasında petrolü ele geçirmek istiyordu ve bu enerji alanı da Osmanlı’nın elindeydi. Bugün de enerji ve güç paylaşımı devam ediyor emperyalist devletler arasında. Bu paylaşımın bulunduğu alan da bizim bölgemizde ne yazık ki. Bir yandan Amerika, bir yandan Rusya, diğer yandan Avrupa kendi çıkarları için ne planlıyorlarsa onu hayata geçirmek istiyor.
BİRLİK OLURSAK BİZİ BÖLEMEZLER
Batı özgürlük veya insan hakları gibi değerlerin savunuculuğunu yapıyormuş gibi görünüyor ama asıl mesele başka…
Öyle tabii. Eğer demokrasiye veya özgürlüğe çok önem verselerdi, Mısır’da darbeci Sisi’yi desteklemezlerdi. Bütün devletler gibi onlar da kendi güç alanlarını korumak istiyorlar. Önemli olan emperyalist ülkelere karşı ilkeli ve dik durmaktır ama bunun için ülkedeki bütün renkler, bütün sesler, bütün eğilimler özgür olmalı. Bir ülkeyi güçlü kılan temel unsur özgürlüktür. Vatandaşlarının özgürce sahip çıktıkları bir ülke, her zaman ayakta kalır. Yani Türkiye olarak birlik ve beraberlik içinde olursak, emperyalist güçler bize hiçbir şekilde zarar veremez. Bunun için de ön yargılarımızdan arınarak birbirimizi kucaklamalıyız. Ülkece yekpare olursak ne okyanus ötesinden, ne çölün gerisinden gelip Türkiye’yi bölmeye güçleri yetmez.
TÜRKİYE’YE KARŞI ÖNYARGILARI ROMANLARIMLA KIRMAYA ÇALIŞIYORUM
Siz bir romanı ne kadar zamanda yazıyorsunuz?
En az iki yılımı alıyor. Oturduğunuz yerden ilham gelmiyor. Çok detaylı araştırma yapıyorum her romanım için. Örneğin, ‘İttihat ve Terakki’ romanımı yazmak için Paris’ten Yunanistan’a kadar İttihat ve Terakki’nin bulunduğu tüm coğrafyayı gezdim. Halkımızın kitaplarıma bu kadar ilgi göstermesinin nedeni, kendi kültürümüzü anlatmam. Okuyucu benim kitabımı okurken sadece bir cinayeti çözmüyor. İstanbul’u, Mevlana’yı, Fatih Sultan Mehmet’i öğreniyor. Yani kendi kültürümüze ve tarihimize yakından bakma imkanı buluyor romanlarımda.
KORSAN ENGELLENSİN
Romanlarınızda bu toprakların kültürel zenginliğini de yansıtıyorsunuz…
Avrupa’daki Türkiye’ye yönelik önyargılar sanat ve sporla ortadan kaldırılır. Ben de bir edebiyatçı olarak bunu romanlarımla yapmaya çalışıyorum. Romanlarımda Türkiye’yi en iyi biçimde anlatmaya, tanıtmaya çalışıyorum. Kültür Bakanlığı’mızdan da ricada bulunmak istiyorum. Türkiye’nin kültürel ve edebi birikimini yabancı okurlara kendi dillerinde okuma olanağı sunan TEDA Projesi’nin daha geliştirilmesi, tanıtımımız için çok önemli. Umarım var olan bu projeye destekleri devam eder. Korsan yayınların engellenmesi için de bakanlığımızdan ricada bulunmak istiyorum. Devlet vergisini alamıyor, yazar da emeğinin karşılığını.
ÜLKEMİ YURT DIŞINDA ASLA ELEŞTİRMEM
Romanlarınız 25 dilde yayınlandı. Yabancı okurların da bu denli rağbet göstermesinin nedeni nedir?
Batılı okura bizim tarihimiz ve kültümüz ilgi çekici geliyor. Mesela yeni romanım, Berlin ve Bergama’da geçecek. Avrupa’nın en çok gezilen müzisi olan Bergama Müzesi’ni anlatacağım. Bizim topraklarımızdan götürdükleriyle Almanlar müze kurdu. Dünyanın sekizinci harikası Zeus Sunağı orada sergileniyor. Romanımda Türkiye’nin kültürel ve tarihi açıdan zenginliğini ve buna sahip çıkmamız gerektiğini anlatacağım. Bu topraklardan geçmiş tüm değerlere sahip çıkmamız gerekiyor.
Bir Türk yazarın, ülkesine yönelik eleştirel görüşlerini yabancı basın üzerinden paylaşmasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
2005’te Almanya’da ‘Sis ve Gece’ kitabım yayınlandığı dönemde Frankfurt Kitap Fuarı’na gitmiştim. Almanya’nın çok bilinen bir televizyonuna beni canlı yayına çıkardılar. O sırada İsveçli yayıncım bana; “Edebiyat yerine siyaset konuşursan daha fazla ilgi gösterirler” dedi. Ben kitabımı konuştum sadece. İktidarın sağcı ya da solcu olması da fark etmez, sanatçı böyle olmalıdır. Ama ülkemi gidip yurt dışında eleştirmem. O işi burada yaparım, elbette bu hakkım elimden alınmadığı sürece. Ülkemi çok seviyorum. Tüm dünyayı gezdim, bu kadar güzel tarihi, coğrafyası olan başka ülke görmedim ben. Ölene kadar da bu topraklarda yaşayacağım.
SURİYELİLER’İ TÜRKİYE’YE ENTEGRE ETMELİYİZ
Emperyalist güçler ülkemizi de karıştırmak için zaman zaman bazı oyunlar devreye sokmaya çalışıyor. En son 15 Temmuz’da gördük bu oyunu. Katılır mısınız buna?
Sadece bugün değil, emperyalist güçler her dönem Truva atı kullandı bize karşı. Hiç şüphe yok ki bundan sonra da aynısını yapabilirler. Bunu 12 Eylül’de de gördük. Emperyalist güçler, ‘böl ve yönet’ mantığıyla hareket ediyor bu coğrafyada. İşlerine gelen siyaseti destekliyorlar, hatta iş başına getiriyorlar. Önemli olan bu oyunları bertaraf edebilmektir. Bunları önlemenin tek yolu; daha fazla demokrasi, daha fazla şeffaflık, çoğulculuk ve daha fazla özgürlüktür. Ancak böyle güçlü oluruz. Muhalefetiyle iktidarıyla tek vücut olduğumuz zaman ister dost, ister düşman olsun; kimse bize zarar veremez.
Son romanınız ‘Kırlangıç Çığlığı’nda Suriyeliler’i anlattınız. Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, son romanımda Suriyeli mültecilerin hikayesini anlattım. İç savaştan kaçan insanlara kapılarını açtı Türkiye. Suriyeliler’e el uzatıp onlara destek olması insani açıdan çok önemli bir kere. Bu insanlara kucak açmamız kadar onları bu topraklara entegre etmemizin de önemli olduğunu düşünüyorum. Onlara kendi kültürümüzü, dilimizi öğretmeliyiz. Çünkü bazıları belki sonra dönecek ama burada kalanların ülkemize entegre olmasının ülkemizin geleceği için çok önemli olduğunu düşünüyorum.