Savunma Bakanı Hulusi Akar, ABD ile yürütülen heyetler arası ‘Fırat’ın Doğusunda Güvenli Bölge’ konulu görüşmelerinde, ABD tarafının Erdoğan hükümetinin görüşlerine yaklaştığını memnuniyetle müşahede etmiş. Toplantıların çok olumlu ve yapıcı geçtiğini müjdelemiş. S400 ve F35 krizinden sonra Hulusi Bey'in, ABD ile yeniden olumlu ve yapıcı dediği görüşmeleri Türk Milletine bir başarı olarak sunması trajikomiktir. Bu koridora ‘Barış Koridoru’ isminin verilmesi ayrı bir komedyadır. Ortada Erdoğan ve Trump hükümetleri için WinWin yani kazankazan durumu vardır.

Bir oportünizm yani fırsatçılık hadisesi hasıl olmuştur. Ve her iki taraf oportünistçe meseleyi ele almakta ve çözmektedir. Bu zihniyet İslam ahlakı, evrensel hukuk veya adalet duygusu ile uzlaşmayabilir. Ancak tekelci kapitalizmin yani emperyalizmin liberal mantığının tedavüle soktuğu, 'devletlerin daimi dostu ve düşmanı yoktur daimi menfaatleri vardır' zihniyetine uygundur. Bu oportünist kavgada kaybeden taraf ise Suriye’dir. Bu da şimdilik ne Erdoğan ne de Trump hükümetinin çok da umurunda değildir.

GÜVENLİ KORİDOR

ABD’nin tekelci hegemonyasını kaybetmeye başladığını ve baş aşağı düşüş yaşadığını yıllar önce tespit ve ilan etmiştik. Erdoğan hükümetinin bunu görmüş olması ve masada eli zayıflayan ABD’den taviz ve imtiyaz koparması diplomatik başarı olarak adledilebilir. Uzun bir zamandır arzulanan Güvenli Koridor ile PKK/YPG ile arasına uzunca ve derince bir hat inşa edecektir. Güvenliği ve istikrarı tehdit eden bu yapıyı hudutlarından uzak tutacaktır. Herhangi bir tehdit zuhur ettiğinde henüz kaynağındayken etkisiz hale getirilecektir.

Ülkede milyonlarca Suriyelilerden özellikle Bedevi Sünni Arapların PKKYPG’nin boşaltacağı bölgelere yerleştirilmesi mümkün olacaktır. Şam hükümetinin yeniden bu bölgelere dönmesi engellenecektir. Bu bölgeler Erdoğan hükümetinin desteklediği Müslüman Kardeşler Örgütü (İhvan Hareketi) ideolojisi ile terbiye edilmiş silahlı örgütlerce TSK ve Türk EmniyetBürokrasi desteği ve kontrolünde idare edilecektir. Sorun yaşanmaz ve evdeki hesap çarşıya uyarsa, bu bölgeler zaman içinde Türkiye’ye ilhak edilecektir.

SURİYE DAHİL DEĞİL

Böylece birilerinin Turan, diğerlerinin Osmanlı sevdası bir parça hâsıl olacaktır. Anlattıklarımız bir hayal ürünü değildir. Yetkililerin açıklamalarından, politikaların icraatından, ABD ile yürütülen pazarlıklardan, Suriye’nin süreçte dahli olmadan masada iki yabancı ülke arasında pay edilmesinden bunları anlıyoruz. Bu formüller Türkiye’yi kısa vadede rahatlatabilir ancak sorunu kökten çözmez. Hatta Suriye’ye pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimali de haylice mevcuttur. Ancak konuyu görüştüğümüz Türkiye dâhil farklı ülkelerin siyasi kaynaklar, Türkiye’nin Fırat’ın Doğusunda askeri bir harekât veya ABD ile yürüttüğü müzakereler sonucunda güvenli bölge üzerinden sağlayacağı müdahale ile ABD ve kara gücü PKKYPG’ye güçlü bir darbe indireceğini iddia ediyorlar.

Türkiye'nin müdahalesinin, İsrail ve ABD’nin İkinci İsrail Koridoruna çomak sokacağı, tamiri zor büyük bir gedik açacağı, Türkiye’nin ABD’nin taşeron bölücü örgütlerini kıskaca alacağı, bir sonraki adımda dolaylı Rusya, dolaysız Irak, İran ve Şam hükümeti ile birlikte bu örgütlere karşı operasyon yapılacağı ve bölücü örgütlerin askeri ve siyaseten etkisiz hale getirileceği görüşleri de hakim. Bu görüşün bir temelinin olması için Türkiye’nin önümüzdeki süreçte İdlib’te daha etkin bir işbirliği göstermesi gerekiyor. Bu olursa bu iddianın olabilirliğine olan kanaatim güçlenir. Aksi takdirde daha önce söylediklerimizin hasıl olacağı kuvvetli bir ihtimal olarak önümüzde duracaktır.

Öbür tarafta, geleneksel ağırlığını kaybettiğini idrak eden ABD tarafının, Erdoğan hükümetine ‘Şartlı Güvenli Bölge’ konusunu kabul ettirmesi, onun zaviyesinden bakıldığında, mevcut koşullar içinde en doğru ve en kazançlı hamle olarak değerlendirilmelidir. ABD bu hamle ile; Türkiye ile derinleşen krizi frenlemeyi, PKKYPG’nin ‘Barış Koridorunun’ diğer tarafında toparlanmasını, güçlenmesini sağlamayı, özerk bir yönetime sahip olmasını ve hukuki tanıma sürecinin önünü açmayı arzulamaktadır.

ABD YERİNE SURİYE RUSYA

Bölücü örgüt açısından bu süreç ABD baskısı, özendirmesi, vaatleri, tehdidi ve telkinleriyle şimdilik PKKYPG tarafından yutulabilir. Ancak PKKYPG’nin ABD’nin taşeronu olması kayıtsız şartsız onun emirlerine itaat etmesi manasına gelmez. Zira bu örneği ABD birçok müttefiki, işbirliği yaptığı kesimlerle yaşadığı ilişkilerinde yaşadık ve kopmanın mümkün olabileceğini gördük. Aynı şey PKKYPG ile ABD arasında yaşanabilir. Bu haliyle ABD yerine devreye Suriye, İran ve Rusya girecektir. Suriye'nin kendi zaviyesinden ülkesini ABD ile tanzim eden, ÖSO ve benzeri İhvan örgütlerini bünyesine alan Türkiye’ye karşı PKKYPG ile birlikte hareket etmesi mümkün olacaktır.

Bu durum bizi 80'li yıllara götürecektir. Türkiye İhvan örgütünü Suriye’ye karşı, Suriye de Türkiye’ye karşı PKKYPG’yi tekrar kullanma dönemini getirecektir. Bu hasıl olursa ruhuna yeniden atıfta bulunulan 1998 Adana Güvenlik Mutabakatı ve revize edilip TBMM tarafından kabul edilen Türkiye ve Suriye arasında her iki ülkenin egemenliğini ve güvenliğini tehdit eden terör örgütlerine ve destekçilerine karşı en etkin işbirliği ve güç birliği umudunu rafa kaldıracaktır.

Bazı kesimler Türkiye’nin Rusya ve İran ile benzer görüşmeler yaptığını söyleyebilir. Rusya ve İran ile yapılan görüşmeler ABD ile yapılan Suriye’yi ilgilendiren müzakereler ile farklıdır. Zira BM ve Uluslararası Hukuka istinaden Rusya ve İran meşru Şam hükümeti tarafından davet edilmiş ve onun izniyle ülkede bulunmaktadır. Bu durum ABD için geçerli değildir.

ŞAM ABD'NIN ÇEKİLMESİNİ İSTİYOR

Bu sebeple Şam hükümeti ABD’yi BM’ye şikayet etmekte ve işgalini sonlandırması, DAEŞ ile mücadele bahanesiyle sivilleri katletmesi, altyapıyı yok etmesi, petrolü talan etmesi, Suriye Demokratik Gücü (SDG) flaması altında PKKYPG ile bölücü amaçlar hedeflemesi, DAEŞ unsurlarını el altından desteklemesi, silahlandırması, bir tehdit unsuru olarak Aleme karşı istihdam etmesi, Suriye savaşı boyunca terör örgütlerine, lojistik destek, para yardımı ve her türlü silah ve daha nice suçlama ile ABD’nin Suriye topraklarından çekilmesini talep etmektedir.

Hulusi Akar ABD ile olumlu ve yapıcı toplantılar yaparken, Pentagon Kongreye yeni raporunu sunmuş. Bu raporda PKKYPG’nin büyütülmesi ve sayının 110 bine yükseltilmesi talep edilmiş. Rapora göre, 110 bin kişiye çıkarılması hedeflenen unsurların 30 bininin çok büyük bölümünü "SDG" ismini kullanan terör örgütü YPG/PKK'dan, 45 bini "Yerel İç Güvenlik Güçleri" (PRIFS) olarak tanımlanan unsurlardan, 35 bini de (Rakka, Münbiç ve Deyrizor'daki) "İç Güvenlik Güçleri" (INSF) adı verilen bileşenlerden meydana gelecekmiş.

Hulusi Akar heyetinin, meşru evsahibi Şam hükümeti heyeti yerine o evi işgal eden harami ve bölücülerin efendileriyle müzakere etmesi diplomasi tarihinde büyük bir trajedi olarak hatırlanacaktır.


Aydınlık