İlk kez 1981 yılında Lizbon’da yapılan 34. Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu’ndaki Lizbon Bildirgesi ile kabul edilen 26 Ekim Dünya Hasta Hakları Günü, Türkiye'de 1998 yılında yürürlüğe girdi. Hastaların haklarını bilmesini ve korunmasını amaçlayan gün ile ilgili Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Sur, hasta haklarını hem hastaların hem de sağlıkçıların gözünden anlattı. Prof. Sur, hasta hakları ve sağlıkla ilgili farkındalık oluşumunun artması için medya çalışanları ve sağlıkçılara düşen görevler hakkında da bilgi verdi.
'BU İŞ KÜLTÜR İŞİDİR'
* Son yıllarda hasta hakları konusu çok konuşuluyor. Hasta hakları deyince ne anlamalıyız ve Türkiye’de hastalar haklarından yeterince haberdar mı? Sağlık kuruluşlarında hasta haklarına riayet ediliyor mu?
Tüm dünyada 1950’lerden sonra hasta haklarına olan ilgi artış gösterdi. Tüketici haklarının artışı, sağlık tüketicisi olan hastanın da avantajına olmuştur. Hasta güvenliğinin ihlal edilebileceği anlaşılınca önce sivil platformlarda dile getirildi. Uluslararası antlaşmalar yapıldı. Ülke mevzuatları haline geldi ve uygulamaya girdi. Bu iş kültür işidir. Kayıt bildirim ve denetim, ayrıca eğitimlerin hem profesyonellere hem halka yönelik olması durumu iyi bir noktaya getirdi.
Hasta hakları net bir şekilde anlaşılır değil. Hasta hakları, insan haklarının sağlık hizmetleri sunulması ve alınmasına uyarlanmış halidir. İnsan haklarında iyi olan buna da riayet eder. Yeryüzünde sırf insan olarak doğmaktan dolayı insanın sağlık hakkı vardır. Din, dil, ırk, mezhep fark etmeksizin bu hakka sahiptir. Sağlık hizmetleri kolayca çözümlenebilir olmadığı için, hastanın yazılı onayının olması gerekir. İnsan sağlığının tehdit edildiği noktada kesinlikle yazılı onay gerekir. Bunu hasta özgür iradesiyle kabul etmelidir. Sağlık hizmeti sonra verilir.
'HASTA ODAKLI SİSTEM OLUŞAMAYA BAŞLADI'
Hizmet alanlar çok iyi bilgileniyor mu? Hayır ama bunun altının doldurulması gerekiyor. Ayrıca insana muamele yönünden de hastanın hakları var. Bir budist gelse ve 'Bana ibadet yeri gösterin' dese, bunu yapmak zorundayız. Cevap verebilirlik kısmı da çok önemlidir. Sosyal olarak haklarını isteyen bir kimsenin, elimizdeki imkanlar çerçevesinde isteklerinin sağlanması gerekir. Hastadan onay alındı, işlemde yarıya kadar gelindi ve hasta korktu ve 'Ben bitirmek istiyorum' dese, ona da saygı duymak ve bu var olan hakkını ona vermek zorundayız. Buna işlemi durdurma ve geriye döndürme hakkı denir. Hasta odaklı sistem oluşmaya başlamıştır.
'20 İÇİNDE ORTALAMA ÖMÜR 100 YAŞI AŞACAK'
* Sağlık hizmetleri alanında Türkiye’nin dünyadaki yerini nasıl değerlendirirsiniz? İyi bir noktada mıyız yoksa sorun çok mu?
Tüm dünyada ve Türkiye’de önümüzdeki 20 yıl içinde ortalama ömür 100 yaşı aşacak ve ortalıkta çok fazla bakıma muhtaç insan olacak. Dünyada ortalama ömür yaşı 65'e çıktı. Yoksul ülkelerde bile bu rakam 35’ten 42'ye kadar yükseldi. Mesela Japonya’da 85 oldu. Mali’de doğan bir bebeğe göre Japonya’da doğan bir bebek 2 katı fazla yaşayacak. Türkiye’de ise ortalama 5657 iken bu rakam 76 oldu.
Tıp gelişimi ve teknolojinin gelişimi ile durum gelişti. Kanserle mücadelede artış oldu. AKUT hastalıklar neredeyse bitti. Yaşam kalitesini yükseltmek gibi bir amacımız da var. ARGE, ilaç sektörü araştırmaları çok pahalı olduğu için hizmet de pahalı oluyor. Bu sebeple parası olan hizmeti alabiliyorken, olmayan alamıyor. 7 milyarlık dünya nüfusunda bu denge nasıl oluşacak sorusu ortaya çıkıyor. Sağlık hizmetlerinin verilişinde de sosyokültürel etkilerle beraber sistemler de farklılaştı. Türkiye’de de hizmetlerde gelişme oldu. Türkiye, sigara ile mücadelede dünya şampiyonu oldu ancak obezite, aşırı stres, bağımlılık, spor yapma alışkanlığı, ergonomi, okul sağlığı, kadın şiddeti... Bunların her biri sistemde sağlığı koruyamadığımız durumlar. Bir ara trafik kazaları çok fazlaydı ve şu an bölünmüş yollar ile bu kazalarda ölümcül vakalar biraz daha azalmış oldu. Mesela merdiven çöküyor, levha düşüyor... Bunlar belediye ve bayındırlık gibi kurumlarla beraber düzelecek bir iştir. Bu sadece sağlıkçının yükümlülüğü değildir. Mesela gıda güvenliği belediye ve bakanlıkta.
BİZDE 'HASTAYI NASIL KURTARIRIM', ABD'DE 'DAVADAN NASIL SIYRILIM' ANLAYIŞI VAR
Türkiye’de sağlıkçı insan gücü mükemmeldir. ABD’de ise yanlış uygulamalarla açılan davalardan sonra “defansif tıp” diye bir kavram gelişti. Doktor ve hemşire, hastaya yapabileceği minimum yükümlülüğü yapıp kenara çekiliyor. Hasta dava ettiğinde yükümlülük ortadan kalkıyor. Bizde ise ben bu hastayı nasıl kurtarırım anlayışı vardır. Bu duygu motivatör sağlık insanının en büyük avantajıdır. Bunu kaybettik mi öldük demektir. Bunun yasalarla düzenlenmesi gereklidir. Türk hekimini tercih ederim.
'SAĞLIK ÇALIŞANINA ÇOK YÜK BİNİYOR'
* Hastanelerde sağlıkçılara yönelik şiddet haberlerine sık sık rastlıyoruz. İnsanlar neden doktora, hemşireye şiddet uygulamaya kalkıyor? Yeterli sağlık hizmeti alamadıklarını mı düşünüyorlar?
Hizmet alış kültürünün insanca olması gerekiyor. Hasta gidiyor, kanaması var, doktor profesyonelce bakıyor ve daha acil bir vaka varsa hastayı bekletiyor. Hasta veya hasta yakını ise bir bakmışsınız doktoru dövmüş. Adam kurtarmaya çalışan sağlık personeline saldırı... Sağlıkta şiddet Türkiye’de çok kritik. ABD’de hasta doktoru dövdüğünde kara listeye alıyorlar ve sağlık sisteminden çıkartıyorlar. Avustralya’da ise hastaneye girişlerde ‘Beni dövebilirsin ancak bu yaptığının yanlış olduğunu sana hatırlatacak 14 yıl içeride seni bekliyor ‘yazısıyla karşılaşıyorlar. Sağlık hizmetleri çok streslidir. İyi insanlar bile o stresle kötü davranabilir ancak ne hizmeti aldıklarını bilmeleri gerekir. Doktor 'Bu zamana kadar neredeydin' diyor, hasta doktoru darp ediyor. Doktor hastayla kendisini özdeşleştiriyor. Burada özdeşleşme yönetim sorunu ortaya çıkarıyor. Bu sefer seni darp ediyor. Türkiye, altyapı, otomasyon gibi sistemler kurmuş olsa da sağlık çalışanına çok yük biniyor ve böyle sorunlar çıkıyor. Bu ülkede 725 milyon reçete yazıldı. Bir vatandaş yılda dokuz kez hastaneye gidiyor. Bundan 20 yıl önce bu rakam yılda iki idi. Giderek artış gösteriyor. Ölümün bol olduğu yerlerde, hekimde de psikolojik problemler olabilir. Hekimin bunun dengesini kurması lazım. Ek olarak hastanın ihtiyacı ile hekimin ihtiyacı diye bir fark var.
'BİLEN BİLMEYEN HERKES OT TERAPİSTİ OLDU'
* Televizyonlarda gazetelerde sağlıkla ilgili çok tartışmalı haberler yapılıyor, açıklamalara yer veriliyor. Sizin bu konudaki yorumunuz nedir? Bu konuda bir denetime ihtiyaç var mı?
Bilen bilmeyen herkes ot terapisti, sağlıkçı oldu. Otları tavsiye etmeye başladılar. Mesela, 18.yy’dan kalma el yazmasında 'Bu iyi geliyor' yazıyor ama 21.yy’da 'Bu kötü geliyor' diye sonuç gelse ne olacak. 21 papatya türü var. Hatta 34 tanesi de zehirliymiş. Papatya çayı diyerek mesaj verilmemelidir. Mühim olan halk bunu biliyor mu? Ihlamur, adaçayı, zencefil, zerdeçal bunlarda rahat olabiliriz ancak genel olarak daha tedbirli olmalıyız. Doz ve süre kavramı önemlidir. Bunların bilimsel şekilde tasdik edilmesi gerekir. Buradan ilaç sanayi çok fazla gelir elde etti, sektörleşti. Bunlara kulak asmamak gereklidir. Bütün ilaçların zararı vardır ancak yararzarar analizinde fayda veren zarardan fazlaysa kullanılır. Denetim olmazsa şarlatanlığa kadar gider.
'HABER SUNUŞ ŞEKİLLERİ YANLIŞ'
* Medya sizce sağlık konusunda toplumu doğru bilgilendirme görevini yerine getirebiliyor mu?
Medya ülkemizde güzel işler yapıyor. Farkındalık oluşturma konusunda büyük gücü var. Medya bence tebrik edilmeli. Burada Sağlık Bakanlığı’nın zorlamasıyla, çok izlenen saatlerde yayınlanan kamu spotlarıyla iyi bir noktaya gelindi.
Spekülatif konuyu öne çıkarıyor medya. Haber sunuş şeklinde ise çok yanlış davranıyorlar. Bu gazetenin okunurluğunu, kanalın izlenilirliğini artırıyor. Kurban edilen insanlar böylece harcanmış oluyorlar. Sistemsel problemler kişilere mal ediliyor. Bu beni üzüyor. İstenmeyen durumlarda, yüzde 90 ihtimalle, bu sistemsel bir problemdir. İletişimde pozitif negatif ayrımı vardır. Toplumun sağlık bilincini artıran haberler olmalıdır. Bir haber, "İlk defa ortaya çıkan tedavi yöntemi" başlığıyla yapılmamalı. Ancak sağlıkçılar olarak medyaya borçluyuz da diyebilirim. Sağlık yöneticilerinin proaktif olmaları gerekmektedir. Medya çalışanları ve sağlıkçıların yakın olması gerekir. Sorunları önceden söylemek, haberi yorumlarken yol gösterici olmak ve iyi haberi tebrik etmek gerekir.