Dikkatleri hep küçük fotoğraflara çeken bir algı sürecinde tutsak olduğumuzdan büyük fotoğrafı konuşamıyor, tartışamıyor, üzerine düşünce üretemiyoruz. Okumalar bizim adımıza yapılıp elimize replikler tutuşturuluyor. Hangi meslekte olursanız değişmeyen bir kural bu. Repliklerin dışına çıkanların ödedikleri bedeller var küçük küçük fotoğraflarda.  “Siz düşünmeyin, biz sizin adınıza düşünürüz” diyen bir üst akıl süreci. Aklın üstte olması üstün olduğu anlamına gelmiyor.  Süreçte boğuluyor gibi hissetmemizin en önemli sebebi bu sığ ama üste çıkan akılla bloke edilerek büyük fotoğraftan uzaklaştırılmaya çalışmamıza karşın, bazılarımızın bilişsel, bazılarımızın sezgisel olarak gidişatın yanlışlığının farkında oluşumuz.

             23 Nisan haftasına ana muhalefete vurulan yumruk damgasını vurdu. Bunu sadece Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsı ile özdeşleştirmek yanlış olur. Hedefte CHP var. Yine sadece servis yapılan fotoğraf üzerinden konuşuldu. Hakaret olmayan sözcükler için bile hassasiyet gösterip, koruma altına alınan iktidar ve karşısında son derece itidalli, tüm tahrik söylemlerine karşın olması gereken üslubu terk etmeyen, toplumu provoke edenlerin yarattığı tansiyonu düşürme gayretinde hayli başarılı bir muhalefet var. Tansiyonu sürekli yüksek tutan iktidar kanadının demiri soğutmaktan söz ederek, açılım konusunda olduğu gibi kendi diktiği gömleği CHP’ye giydirme çabası artık geri tepmekte. CHP itidalli siyaseti sayesinde toplumun tansiyonunu düşürme konusundaki başarısını, kendisine karşı oluşturulmaya çalışılan kamuoyu konusunda da göstermek ve bazı senaryoların yaşama geçirilmesini önlemekte de göstermek zorunda. İmamoğlu’nun medya aracılığı ile, bir anda tüm kamuoyu tarafından tanınır bir kişi haline getirilmesi aslında İstanbul için değil, CHP içindeki yönetim değişikliği beklentisini karşılamaya yönelikti. Son seçim, parti içinde mücadele yerine, parti için mücadele konusunun önemini ortaya koydu. Partiyi ve adayları sorgulamak yerine, muhalefeti ayakta tutmaya kararlı bir kitle senaryoyu bozdu.

            CHP’nin kazandığı tüm yerlerde Belediye Başkanları’nın mesaj ve uygulamaları Atatürk etrafında toplanmış ve sempati artmıştı. Öyle ki; Ardahan’da “Sarı Saçlım Mavi Gözlüm” türküsü ile ünlenen sanatçı belediye başkanı oldu. Edirne’den Aradahan’a Atatürk ile damgasını vurdu CHP.

           Toplumun özlemi Atatürk’ün gösterdiği yola geri dönmek;  bilim, fen, akıl, özgürlük, hukuk, birlik, beraberlik.... Bizi biz yapan ve bir arada tutan, saygı ve sevgiye dayalı, kimsenin kimseyi ötekileştirmediği, kimlikler ortaya saçılmadan yürütülen saygılı siyaset dili; yurttaş olmanın güç, devlet olmanın güvence anlamına geldiği AKP öncesi Türkiye’ye özlem giderek büyüyor.

          23 Nisan haftasına sığdırılan görüntüler biz değiliz. Yumruk atanın kahraman, yumruk atılanın suçlu gösterilmeye çalışıldığı yerde nokta yetmez; mühür vurmak gerek. “Kimse güvencede değil, muhalefetin başı bile” mesajı çok vahim. “Hele sen buraya neden, nasıl geldin?” gibi sorular akılla açıklanır gibi değil. Devlet içinde her yurttaş istediği her yere özgürce gidebilmeli, devleti yönetenler, yurttaşların özgürce dolaşabileceği ortamı ve can güvenliklerini sağlamak görevini yerine getirmeliler. Toplumu gettolara ayırmak ve belli kesitlere yasak telkin etmek gibi bir görev tanımı yok.

         Şehidimizin adı ve acısı unutturulup, cenaze yerinde hem şehide, acılı ailesine, hem de cenazeye  katılanlara saygıyı unutup, şiddetle öne çıkanın serbest bırakıldığı bir Türkiye’de; iktidarla bir şekilde ilişkili olmak ya da yakın olmak en haksız durumda bile haklılık, muhalefette olmak ve/veya muhalefete yakın olmak en haklı durumda bile haksızlık olarak geri dönüyorsa; hepimiz için kaygılanmalıyız. Yumruğun kime atıldığı, nerede atıldığı da bir teferruat değil. Şehidimiz/şehitlerimize ve yakınlarının acısına saygı kalmamış. “Ölüye saygısı olmayanın diriye hiç saygısı olmaz”  sözü doğrulandı adeta.

        Bilanço korkunç; yumruk yemiş muhalefet başkanı, saldırıya uğramış partililer, koruma görevini yerine getirmesi gerekenlerin, “cenazeye CHP’liler katılamaz” algısı yaratmaya çalışarak, bunun üzerinden milliyetçi görünme çabaları.... Buna ulusun egemenlik haftası vesilesi ile egemenliğin önemini tartışmak yerine, yumruk atan çirkin yüzlü fotoğrafın belleklere yerleştirilmesini ekleyelim. Bayram yerine, şiddeti idrak ettik.

        CHP miydi açılım sürecinin mimarı? Akil adı verilen  insanlarla toplumu iknaya çalışan CHP miydi? Megri türküsünü topluma tanıtan CHP miydi? İçine sızdırılan birtakım kişilere karşın CHP’ye giydirilmek istenen “bölücü” yaftası işe yaramadı. Toplum, Edirne’den Ardahan’a “Sarı Saçlım Mavi Gözlüm” dedi. Şimdi CHP’ye düşen bu mesajı değerlendirmek; parti içi çekişmelere son vererek, küstürülen kadroları toparlamak ve özüne döndüğünü topluma göstermektir.

          İmamoğlu, İstanbul’a çok yakıştı. İstanbul’un açık şeffaf bir yönetimle toparlanması, güler yüzlü siyasetle toplumun yatıştırılması için doğru bir isim. Ancak CHP’nin başına geçirilme senaryosu söz konusu olursa, bu hem CHP, hem de İmamoğlu için yıpratıcı olur. CHP, kişilerden büyük bir parti. Böyle de kalmalı. Kişi ile özdeşleşen kurumlar kadar kayıpta Türkiye. Ve artık kişi aramayı bırakıp kurumlara özleri ile sahip çıkmayı başarmalıyız.

         CHP eleştirilmek yerine, saldırı sonrasında takındığı itidalli duruşu ile tebrik edilmeyi hak ediyor. Artık CHP’de bir beyin takımı her türlü senaryoya karşı alternatif geliştirerek, çekilmek istendiği mayınlı zeminleri önceden tespit etmeli. Ve elbette, özel korumaların arttırılması anlaşılıyor ki artık şart. CHP’ye yumruk atan çirkin yüz serbest, vicdanlar yaralı. “İtaat et rahat et” kültürünün üyesi; taraf olduğu için bertaraf olmadı.

         Bu tabloya bakınca; Türkiye’nin her zamankinden daha fazla CHP’ye ihtiyacı var. Provokatif, ayrıştırıcı, suçlayıcı dille yürütülen siyasetin içine çekilmemekte direnerek, itidalli siyasetin mümkün olabileceğini ve asıl olanın bu olduğunu bize anımsatıyor. Türkiye’de muhalefet etmenin zorlaştığı süreçler olmuştur, ancak en zor olan dönemeçten geçiyoruz.

        Anayasa var ama rejim anayasal değil. Yönetenleri değil, sadece yönetilenleri sınırlayan bir biçim almış hukuk dışı sistemin emniyet supabı gibi.  Çünkü kuvvetler birliği rejimi uygulanıyor. Türkiye’nin hem coğrafi, hem de kültürel dokusuna uygun olmayan bir sistem topluma tam anlatılmadan halk oy(a)lamaları ile yaşama geçirildi. Şimdi bunun sancıları yaşanıyor. Kimse güvende ve güvencede değil algısı “yumruk atan serbest, düşüncesini paylaşan suçlu” örnekleri ile yerleştiriliyor. Ne ki; ille bilişsel olması gerekmiyor, tüm algı yönetimlerine karşın toplum sağduyusu ile kendisi için en iyi olanın Parlamenter rejim olduğunun giderek daha farkında.

        Başkancı sistem zorda. Artan zorlamalar ve adalet beklentilerimizin gerçekleşmeme sebebini burada aramak gerek. Toplum otokrasiden ve baskıdan bunaldı. Şiddetin bir sarmala dönüşmesinden endişeli. Demokrasi için bir yol açılmasını bekliyor.

        Büyük fotoğraf ile eninde sonunda yüzleşeceğiz. Şimdilik hepimize düşen Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsında CHP’ye geçmiş olsun demek. Hukuk içinde çözüm arama gayretleri hukuku yaşatmak ve ayakta tutmak açısından çok önemli. İnfial içinde olan bir kesitin varlığı yumruklu fotoğrafla tescillenirken, yumruğu atanın etrafında toplanan destekçilerin vahameti kadar, CHP’nin itidalli duruşu da atlanmamalı. Eleştiri oklarından nasibini yeterince almış bir kurumun yeri geldiğinde hakkını teslim etmeyi de bilmeli. Yumruk AKP’ye atılsaydı demiyorum bile. Bunun yanıtını hepimiz tahmin edebiliyoruz.

        Şiddete eğilimli bir kültür yaratıldı. Bunun parçası olmak yerine, şiddetin her türlüsüne karşı durmak ve çözüm üretmekten yana bir siyaset için umut hala var. Türkiye’nin otokrasiden çıkışı için; güçlü adımlar gerek. Sadece CHP’nin fabrika ayarlarına dönmesi yetecek. CHP süreci doğru okumalı ve yerel seçimlerde verilen mesajlar çok iyi değerlendirilmeli. Türkiye’nin her zamankinden daha çok, güçlü bir iktidardan ziyade, güçlü bir muhalefete ihtiyacı var. Muhalefet yoksa, çıkış yok!...