Her şey çıplak gözle bakılınca net olarak görünürken, itiraz etmek yerine, oturduğunuz yerden sızlanmayı seçiyorsanız, olup bitenleri gizlice anahtar deliğinden izler gibi yapmayı seçiyorsunuz demektir. Sadece bir gözünüzle bakıp, diğer gözünüzü kapatmayı tercih etmenin  ve de her şeyin farkında olup,  gibi yaparak yaşamanın elbette bir bedeli olacaktır. Söylemek istediklerinizi birilerinin söylemesi, size SÖZCÜ olmasından hoşlanıyorsunuz ama sözcülük edenin başına bir şey geldiğinde ona gözcülük bile edemiyorsanız, bir süre sonra fısıltılarınızı duyacak kimse kalmaz.

          Sıra size de gelir diye değil, inandığınız doğruları her koşulda savunmak adına susmamalısınız.

           FETÖ sopasının altına bu kez SÖZCÜ gazetesi yazarlarının alınmasından söz ettiğimi anlamışsınızdır. Kimin başına ne geldiğini konuşmaktan, yolu kesişenlerin hangi noktalarda halen etkin görevlerde olduklarını konuşamıyoruz. Gerçekten bir mücadele varsa, önceliğin “Hoca” diye sayarak fotoğraf çektirenlerde olması gerekmez mi? Bizler hakkımızda yalan yanlış yakıştırmaları yazan adı belli olmayanların iftiralarını bile sildiremezken, bazıları nasıl başardılarsa, arama motorlarındaki resimlerini bile yok etmişler.

        Ergenekon, Balyoz....vs... adı altında yapılan haksız suçlamalara inanmadığım gibi, itirazı olanların sesi olan Sözcü gazetesinin yazarları hakkındaki Fetöcü suçlamasına inanmıyorum. Ciddiye alan tek kişi de tanımıyorum. Kamu vicdanı yaralı değil, kanıyor; hem de çok uzun zamandır.       

        Muhalefet edenlere karşı yürütülen cadı avına yargıyı aracı etmek yanlışların en büyüğüdür. Adalet terazisi bozulunca, o dengesizlikte kimin nereye oturacağı belli olmaz. Devlete hukuki niteliği veren yargının bağımsızlık derecesidir. Yargıya karşı oluşturulan güvensizliği pekiştirmekten öte bir işlevi olmaz muhalefet edenlerin sözcülüğünü yapan gazete ve yazarlarına yönelik zorlama suç çabalarının.

         “Çamur at izi kalsın” dediğinizde, o iz çamur atılanın üzerinden kayıp gidiyor... Tüm çamurlar bir yerde birikince, bundan zarar görecek olan sistemdir. Nitekim, Türkiye her alanda kan kaybediyor. Başta iktidar partisi olmak üzere!... Azalırken azaltmaktalar... Ülkede sadece nüfus artıyor. Üretim artışı olmadığı için giderek yoksullaşıyoruz. Ekonomide kronikleşen bozuk gidiş yoksulluk üzerinde motorize etki yapıyor.

         “İtaat et rahat et!”... Bu önermede kendiniz olmaktan vaz geçip, size komut edene biat etmek, tabi olmak var. İfadenin sahibi ise on milyon üyesi olduğu söylenen ve 17 yıldır iktidarda olan partinin bir yere adaylık konu olduğunda vazgeçilmezi. Bu kadar üyesi olan bir partide, milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık, meclis başkanlığı, İzmir büyükşehir adaylığı, şimdi de İstanbul  büyükşehir adaylığı.... Ellerinden gelse dolly gibi kopyalayıp gerçekten de bin adet yapacaklar. Ama adında bin olsa da, sonuçta elde var bir!... Ve koca İstanbul’a O bir kişi dışında aday bulamıyorlar!...

         İtaat etmeyi tembih eden kültürde,  itaati seçenlerin yükseltilişini, taraf olmayanların bertaraf edilişini anahtar deliğinden bakar gibi izleyince, itiraz edenlerin sürekli suçlanma/savunma  hali  içinde tutulduğu düzlemin kalıcılaştırılma çabalarına tanıklık etmek kaçınılmaz oluyor. Kendi yüksek sesleri ile  itirazlarını dillendirmek yerine, birilerinin sözcülüğü üzerinden yapmayı seçenler, anahtar deliğinin arkasında gizlendikleri yerden çıkmadıkça, tüm toplum adına itirazları dillendirenlerin bir kurgu/döngü içinde  bertaraf edilmeye çalışılacağı açıktır.

        Sözcü gazetesi, kendinden Emin tavrı, Doğru’ları dile getirmekten Yılmaz duruşu ile Saygın ve Uğur’lu kalarak  kitleleri Coşkun hale getirecek diye korkmamalı; tüm baskı ve zorlamalara karşın gazetecilik yapmak için verdikleri çaba nedeniyle tüm emekçileri alkışlanmalı.

        İktidarda olsaydım, ülkemde toplumu önceleyenlerin ve sesi olmaya gayret edenlerin sayısının artması beni keyiflendirirdi. Çok seslilik, her zaman tek sesten güçlüdür. Çok sesli toplumların daha güçlü ve zengin olmaları bir tesadüf değildir. Basının özgür, yargının bağımsız olduğu demokratik ülkelere “zenginler kulübü” denilmesinin boşuna olmadığı gibi!...